Bulgaristan Sinemasından 5 Film Önerisi

0

ZİFT

“Gökyüzüne bakarsın. Oysa o sana parmaklıkların ardından bakar.”

Bulgaristan’ın Oscar adayı olan film, adını argoda “bok” kelimesinden alıyor. Film kara film tarzında bir suç filmi olarak nitelendirilebilir. “Güve”, yirmi yıl hapis yattıktan sonra özgürlüğüne kavuşur.

Yeni ve yabancı bir dünya olan 60’ların komünist Sofya’sında kendi benliğini bulmaya çalışır. Bir günde olanları anlatan filmde, “Güve” geçmişiyle barışmaya çalışır, ancak işkence görür, kovalanır ve gün boyunca ajanlardan, doktorlardan, bar kuşlarından, serserilerden ve mezarcılardan pek çok hikâye dinlemeye zorlanır. Film siyah-beyaz, ağır ve değişik bir film. Dönem siyasal ve sosyolojik olarak bütünüyle incelenilmeye çalışılmış. Komünizm’ in Bulgaristan’ daki işleyişine de ayna tutulmaya çalışılmış. Filmin kahramanın anlatımından ilerlemesi de ayrı bir hava katmış ve yaptığı bazı benzetmeler filmi daha eğlenceli hale getirmiş.

Bir roman uyarlaması olması sebebiyle bazı noktalardan eleştiriye açık bir film. Golden Chest , Moscow International , Salerno ve Sofia Uluslararası Film Festivallerinden eli boş dönmeyen bir film olması izlenmesi gereken bir yapım olduğunu gösteriyor.

KOCA DÜNYADA KURTULUŞ PUSUDA

“Kader elinde tuttuğun zardır ve bundan sonra olanlar şansına ve kabiliyetine kalmış bir şeydir.”

Stefan Komandarev, Ilija Trojanow’un otobiyografik romanına dayanan kurmaca filmi. 29. İstanbul Film Festivali’ nde de gösterilmiş filmlerden. Alex geçirdiği trafik kazasının ardından hafızasını kaybetmiştir.

Çevresindeki insanları tanımadığı kadar kendi hakkında da bir fikri yoktur. Büyükbabası Ban Dai, Alex’in kendini yeniden bulabilmesi için onu doğduğu topraklara geri döndüren bir yolculuk planlar. Almanya’ dan Bulgaristan’ a başlayan yolculukta tandem üzerinde giden iki farklı kuşağın birbiri ile bütünleşmesi ve arkadaşlığını kısa sürede fark edebiliyoruz. System backup noktasına ulaşmaya çalışmış yönetmen. Zaten işin içinde hafıza kaybı olunca bu tekniğin fazlaca kullanıldığını söylemek mümkün. Geçmişi siyaset ile bağdaştırılan ve başkaldıran bir dede figürü var karşımızda. Tavla ruhunu ve oyununu benimsemiş olan dede küçük yaşlarda yetiştirdiği ve sevgiyle bağlı olduğu torununu içine düştüğü bu durumdan yine tavla ve tavlanın zarlarıyla kurtarmaya çalışıyor. Sık sık geçmişe dönüşlerin –flashback- olduğu filmde dönemi siyasal olarak derinine kadar incelemese de toplumsal olarak fazlaca inceleyen bir film.

Flashbacklerde bir ailenin Bulgaristan’ dan önce İtalya’ ya sonra da Almanya’ya göç etme sürecine tanıklık ediyorsunuz. Göçün getirdiği hüzün ve eksikliklerin de iyi işlendiğini düşündüğüm bir film. Ayrıca aile ile izlenebilecek bir film.

ŞARK OYUNLARI

“Fakat içimizdeki sesleri duyacak kimse yok”


Kamen Kalev’in ilk filmi. 62. Cannes Film Festivali’nde ”Yönetmenlerin 15 Günü” bölümünde gösterilen film Sofya’da, birkaç sahnesi de İstanbul’da çekildi.Filmde günümüzdeki Bulgaristan’ın siyasal ve psikolojik olarak durumunu inceleme fırsatını yakalıyoruz.

Uyuşturucudan kaçarken alkolik olan, hayatını marangozluk yaparak devam ettiren İtso ve doğru dürüst iletişim kuramadığı birbirlerinden bihaber oldukları kardeşi filmin başında karşımıza çıkar. İtso’ nun kardeşi Türkler ve Çingeneler’den nefret eden Neo-Naziler’in maşa görevi gören sokak serserilerinden biri olmak üzeredir. Dramatik bir yalnızlığın içinde olan sanatını ortaya çıkartamayan sevgilisinden kurtulmak istercesine davranan İtso oldukça zayıf bir haldedir. Türkiye`den karayoluyla Almanya`ya giden bir Türk ailenin yolu Bulgar kardeşlerle kesişir. Sofya`da dinlenmek için duran aileye neo-Nazilerin saldırmasıyla anne, baba ve kızdan oluşan aile üyeleri zarar görür. Bu sırada İtso ve kardeşi farklı saflarda yer alır. Kardeşinin mahvettiği ve yaraladığı ailenin yardımına İtso koşar. Sonrasında ise ailenin kızı Işıl`la İtso arasında bir yakınlaşma doğar. Bu yakınlaşma aslında İtso için de yeni bir başlangıç olacaktır. İtso’nun kardeşi için sokaklar, babası ve anlaşamadığı ikinci eşinden kaçışken; vahşetin içinde olmakla, bir topluluğa ait olmadan yalnız kalmak arasında kalmıştır. İtso bu durumun farkına varmasıyla kardeşine yardımcı olmaya başlayacaktır. Giderek daha da yakınlaşan İtso ve Işıl bir ilişkinin başlangıç aşamasını kısa sürede kurmuşlardır. İtso karanlığın içindeki ışıltıyı yakalamıştır. Fakat aile saldırı sonucu çok büyük travma yaşamıştır. Bu travma İtso’yu ve Işıl’ı da etkiler.

Film boyu yönetmen bunaltıcı görüntü ve renklerle Sofya sokaklarını yansıtıyor. Bireylerin psikolojik sorunlarının ve bireysel yalnızlıkların sıkıca işlendiği bir film. Filmin en takdir edilecek taraflarından biri de tercih edilen müziklerin son derece başarılı olması. Filmin en dramatik tarafı ise gerçek hayatta; filmin başrol oyuncusu Christo Christo’nun (Itso) filmden sonra uyuşturucu yüzünden hayatını kaybetmesi…

VİLA ROZA

“Roseville’yi seveceksin çok çekici bir yerdir.”


Kâhin Volga’nın kehanetleri ve emekli bir askerin sözleriyle başlayan film her ne kadar kehanetlerden devam edecekmiş gibi dursa da yönetmenin de açıkladığı gibi olaylara farklı bir noktadan elinden geldiğince edebi yaklaşarak ilerlemiş bir film.

1985 yılında henüz yeni başlamış evliliklerini kutlamak için Vila Roza’ ya tatile gelen çiftimiz ile pansiyon işlevi gören villanın işletmecisi ve gedikli iki müşterisinin hep birlikte yaşadıklarını izleme fırsatını buluyoruz. Film boyunca pansiyonun hemen yakınlarında bulunan gizemli ağaç ve bu gizemli ağacın giderek psikolojik olarak orada yaşayanları ve yakınındaki her şeyi etkilemesini izliyoruz. Soyut gerçekçiliğin fazlaca resmedildiği filmde kahramanlarımızın şeytanla hesaplaşmasını da gayet yalın bir şekilde görüyoruz.

Vasil Sirilov’un başına gelenler ve filmin bittiği nokta ise gerçekten merak uyandırıcı. Düşük bütçesine rağmen oyunculuk, mekân-kostüm tasarımı özellikle de “gerçek” video görüntüleri çok iyi.

KEÇİBOYNUZU


Bulgar sinemasının önemli klasiklerinden biri. Eski ve tarih kokan bir film. Film bizi 17 yüzyıla, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan Bulgaristan’a götürüyor. 

Dönemin yansıtılırken siyasi ve toplumsal olarak bizi de ilgilendirmesi filmi daha da merak ettiren bir unsur. Dört kabadayı, evin erkeği çoban Karaivan yokken eve zorla girerler ve küçük kızları Mariya’nın önünde anneye tecavüz ederler ve öldürürler. Filmin bundan sonrasında ise intikam devreye girer ve bir baba ve kızının zulüme karşı olan yolculuğu da başlar. Evini karısıyla birlikte yakan Karaivan çocuğunu alıp dağ kulübesinde yaşamaya başlar. Bu tarihten itibaren de kızını bir erkek gibi yetiştirir.

Failleri temizlemeye başlamalarından itibaren geçen dokuz yılla beraber hepsinden geriye bir keçiboynuzu bırakırlar. Bulgaristan sinemasını tanımak için mutlaka izlenmesi gereken bir film.

Uğur Hakan Hacıoğlu
Önceki İçerikSeviyorum Şiirlerin Şarkı Hallerini: “Meçhul Öğrenci Anıtı”
Sonraki İçerikSüreyya Akay’dan ilk maxi single çalışması: “Kalben”
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments