Aşka Tutsak Hayaller: Bursa Bülbülü

"Kanun çalan karakterin dernekten büyük bir meblağ karşılığı satın aldığı bülbül ile Cengiz Sezen’in sesleri arasında birbirine ters orantılı bir bağ film içinde işlenmiş."

0

Dün gece Maximum Uniq Hall’da gerçekleşen gala etkinliğinde Ata Demirer’in “Bursa Bülbülü” filmi davetlilerin beğenisine sunuldu.

Davetlilerden biri olarak yıllardır gerçekleştirdiği çalışmaları yakından takip ettiğim Ata Demirer’in yeni filmi öncesi derin bir heyecan içindeydim. Bunun önemli noktalarından biri filmde seslendirilen parçalardan oluşacak bir longplay üretiminin yakında raflarda yerini alacak olmasıydı. Film bu bağlamda henüz başlamadan ilgimi diri tutmayı başarmıştı. Kokteyl sonrasında salona geçmemiz ile beraber filmin içeriğine doğru yolculuk da böylelikle başlamış oldu.

1986 yılının sıcak bir yaz mevsiminde Mudanya sahilinde başlayan macerada 40’lı yaşlarını yaşayan saçlarını yitirmiş, aşık olmamış, Bursa’da kalmış ve büyük hayallerini yitirmemiş bir karakter olarak bizleri Cengiz Sezen karşıladı. “Bursa’da kalmak” tabirini daha detaylı olarak sizlere yazının devamında aktaracak olmakla birlikte öncelikle karakterimizin kırılma anına değineceğim. Cengiz Sezen’in hayatı bir gün bir aile ile tanışması ve bu ailenin müzikal yolculuğunda ona eşlik etmeye başlamasıyla tamamen değişmiştir.

Filmin daha ilk sahnelerinde Cengiz Sezen’in hayat değişiminin yanında duygusal değişimleri de hızlıca değişlik göstermeye başlamıştır. Karakter, hayalleri uğruna mücadele ederken bir yandan da kendine yeni bir mücadele sahası olarak sevdayı bulmuştur.

Müzikle iç içe olan aile ile yollarının kesişmesi ile Cengiz Sezen yavaş yavaş ailenin kızı ile arasındaki duygusal bağı ilerleterek bu ailenin müzikal birikimi ile kendi hayallerini harmanlayarak sahnelerde kendini göstermeye başlamıştır. Bu durum o yılların Bursa’sında rekabeti de beraberinde getirecektir. Müzikal anlamda yeteneklerin üretim merkezlerinden biri olan Bursa’da Cengiz Sezen’in işi hayalleri ve ekibine rağmen kolay olmayacaktır.

Cengiz Sezen ile birlikte filmde dikkat çeken unsurlardan biri de bir bülbül. Kanun çalan karakterin dernekten büyük bir meblağ karşılığı satın aldığı bülbül ile Cengiz Sezen’in sesleri arasında birbirine ters orantılı bir bağ film içinde işlenmiştir. Bu alt metin ile kendi kabuğuna sıkışan ve özgürce uçamayan bir bülbül olarak Cengiz Sezen karakteri de dikkat çekmektedir. Hayalleri olan, iyi düşünen, muzip davranışlara sahip Cengiz Sezen, Bursa’da bu bağlamda sıkışmıştır. Bu sıkışmada ona kimi zaman mentorluk etse de aşkı da filmin sonunda gerçekleştirdikleri fiziksel üretimlere rağmen kabuğuna çekilmesine, sadece duygularıyla değil müziğiyle de vedalaşmasına sebep olmuştur. Aşka tutsak olan hayaller ile Cengiz Sezen, kendini Bursa’ya hapseden bir bülbül olarak peruğu ile vedalaşıp kendini hayalsizliğin ötesine bırakmıştır. Film boyunca hayalleri uğruna mücadele edip genç kalabilen Cengiz Sezen, aşkının kaybı sonrasında bir anda yaşlanmıştır.

Filmin dönemin koşullarını, atmosferini ve yerelliğini yansıtmasının yanında o yılların alışıldık çıkış noktası olarak İstanbul idealini de filmde işlediği aşikardır. Karakterlerin en büyük hedefi İstanbul’a uçup orada seslerini duyurmaktır. Bu bağlamda demo kasetlerin kaydedilip soluğun İstanbul’da alınacak olması dönemin şartları itibarıyla yadırganacak bir durum değildir.

1980 darbesinin kültürel ve toplumsal değişiminden en çok etkilenen alanlardan biri olan müzik piyasası bu bağlamda film içerisinde işlenmiştir. Piyanist – şantör sayısının hızla artışı tavernaların, aile çay bahçelerinin, Devekuşu Kabere gösterilerinin ve 1986 Dünya Kupası’na yapılan vurguların yanında Bursa’nın yerel motiflerinin ve yerel ezgilerinin de film içinde titizlikle işlenmesi dikkati çekmiştir.

Fahrettin Aslan, Emrah ve Bülent Ersoy kimi şahsiyetlerin de karakter olarak filmde işlenmesi filme ayrı bir renk katmasının yanında özellikle Fahrettin Aslan sahneleri ile dönemin gazino, yapımcılık ve müzikal tarzına yönelik önemli mesajlar iletilmektedir. Buradaki ileti ile aslında 1970’lerdeki topluluk müziğinin 1980’lerde nasıl yitirildiğine dair önemli bir mesaj filmin içinde yer almaktadır.

Film içeriği ve konusu bakımından seyirci reaksiyonlarında gerekli geri dönüşü salondan almıştır. Seyirci mutlu olması gereken yerde mutlu, hüzünlenmesi gereken yerde de hüzünlenmiştir. Ata Demirer bu bağlamda kutlanacak bir esere ekibiyle beraber imza atmıştır. Daha nice üretimlerinin seyirci ile buluşması dileğimle…

Önceki İçerikBale ile Hindistan’a Yolculuk: “La Bayadére”
Sonraki İçerik“My French Film Festival” 13 Ocak’ta başlıyor
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments