Büyükçe bir adanın Aya Yorgi’sine bir kamikaze dalışı; Kopuk

0

Kopuk

“Bir avuç elim var. Bir avuç da parmağım. Yazdıran olmasalar da, hareket ettiren oluyorlar. Ki bu böyle oluyor genelde.

Soldan sağa… Alfabeye de uygun. Gençliğinde sol görüşlü. Ve sağa çalan bunaklığını gerdanına sokuşturmuş.

Sizin kadar dönmüyor, dünya bile. Hele ki başkalarına, “kafadan kontak” derken. Hele ki damlatan beyinlerinizin musluklarını kısarken.

Bir çeteleye işaret ediyor o parmaklar, bir hesap soruyor, bir tehdit ediyor; ele avuca sığmıyor. Kıpır kıpır, tane tane, en çok da dönek.

“Bir elin parmaklarını geçmezsiniz.” lafına mı tav oldunuz? Ve çok mu seçkinsiniz?

Hâlâ sizinle tapıyor insanlar, tek tanrılı dinlerine. Üçlerken de, “bir tek!” diye yeri göğü gösterirken de.

Avuçlar açık. Önce dua, sonra şamar. Ve parmaklar kızarık.

Utanç, riya, öfke; hepsi de bir üçleme. Koptunuz mu yaşamdan, o da kopuyor sizinle

Sonrası; bir kertenkele evrimi duası…”

Bilenler bilir; bilmeyenler bilmese de olur. Aya Yorgi’nin adamı hasta eder o dik yokuşu. Adam mıdır hasta eden, yoksa o dik yokuşlar mıdır, belli değildir. Ve kötüdür cümleler.

Elinizde dondurma, iniyorsunuzdur yokuştan; kıçınızda da bir bisiklet… Rüzgâr vardır ve püfür püfürdür esintisi. Burun kıllarınız gıdıklanır, biri gelse de alsa götürse DNA testine diye bir tarafları kaşınır.

Ve iniyorsunuzdur aşağı Aya Yorgi yokuşundan. Aslında sarhoşsunuzdur ve yoktur kıçınızda bir bisiklet. Ne kıçınızda bir bisiklet ne de elinizde bir dondurma. Adımlarınız koşmakta, adımlarınız bok yetiştirmektedir tabakhaneye. Sonra neden sekiz aydır âşık olduğunuzu hatırlarsınız birden. Sorun, zaman değildir. Sorun, neden bu denli âşık olduğunuzdur. Cebinizdeki muzu çıkarıp soymak istersiniz. Cebinizdekinin muz olmadığını diğer organlar hatırlatır size. Koşarken muz yemenin dayanılmaz ağırlığı çökmüştür aslında üzerinize; en çok da sarhoşsunuzdur. Ve bir anda olup bitmektedir tüm bunlar.

Arkadaş güruhunuzdan birisi üzerinize oturarak engellemeye çalışmıştır sizi. Ayık olsa gerek diye iç geçirmiş, muhtemelen de külliyen unutmuşsunuzdur. Hem onu, hem de hasır ve de etek altı, o muhteşem kıçını. Aşk ağır basmış, göt yenik düşmüştür. Aşktan başka her şey hafiftir; siz bile.

Kuş gibi, fahişesini sağ salim teslim etmiş puşt gibi koştuğunuzu sanırsınız. Etraf karanlık, etraf ağaçlık ve tırtıklıdır etraf. Adımlarınızı hissetmezsiniz bile. Toprak ayağınızın altından, diğer dört element varoluşunuzdan kayar gider. Ve köküne kadar becerilmektedir, hem benliğiniz, hem de özünüz; âşıksınızdır çünkü. Patileriniz arada bir fayton pisiliklerine çarpar ve bunun ata ait olması için dua edersiniz. Bilirsiniz ki yaratılışın en berbat kokusudur sahip dışkısı. Hâlâ bok demeye direnen dilinize kızarsınız önce. Kızar kızar, tav olursunuz sonra. Tüm isteğiniz bu toplu sıçışa son bir kadeh kaldırabilmektir. Gelin görün ki koşuyorsunuzdur, sarhoşsunuzdur ve dünyanın en çirkin kadehi bile sizi tercih etmeyecek kadar seçicidir. Kıyas bile götürmez oysa, toplu seksin verdiği en baba haz, toplu sıçışın dağınıklığı yanında.

“Ulan, kim koydu şimdi beni bu kareye ve ben neden durmadan koşuyorum?” demeye çalışır içsesisiniz. Mantar ve yosun kırması aklıyla hayatı sorgulamaktadır aklı sıra. Peki ya hesap? Kim ya da kimler ödemiştir hesabı? En çok eğlendiğim zamanlar, sorgusuz sualsiz sarhoş olabildiğim zamanlardı, bir zamanlar!” diyen benliğiniz bir anda siktir edivermiş olsa gerektir hesabı. “Hesabı ödeyenler parmak kaldırsın” demek istemiş, diyememişsinizdir ya; en çok ona yanarsınız. Bayılıyorsunuzdur çünkü dünyanın tüm parmaklarına.

Koşmaya devam etseniz de, artık düşme zamanınızın geldiğini anlarsınız. “Her çıkışın bir düşüşü” gibi klişeler gelir bir an gözünüzün önüne. “Her çıkışın bir patlaması olsa olmaz mı, düşüş yerine?” diye sormak gelir içinizden, soramazsınız. Kendinizi basit bir organ yerine koymuşsunuzdur ya; ilâhisinizdir… Bi’ defa kimse sizi okşayarak çıkarmamıştır, koşmaya başladığınız o yere. “Dişimlen, tırnağımlan” ikilemesi de çok saçma kaçar oraya. Çok basit pati hareketleriyle geldiğiniz o yeri sonuna kadar hak ettiğinizi düşünürsünüz. Alt tarafı birazcık yerçekimine karşı gelmişsinizdir oysa ve bunu zaten yapmaktasınızdır; uykuda bile. Ve ne çabuk unutmuşsunuzdur; rüyada yaşadığınız haybeye düşüşlerin yerçekimini çileden çıkardığını.

Kolunuz kanıyordur. Etrafınızı saran köpekler kolunuzu yalıyordur ve siz hâlâ kendinizde değilsinizdir. Orada bile değilsinizdir hatta. Yoldan çıkmış, henüz yolda olanlardan hesap bile soramamışsınızdır. Gözünüzü açar, sizi yalayanlara gıptayla bakarsınız. Bıyıksız ve havgendir kendileri. “Aranızda kan tutanlar varsa, parmak kaldırsın lütfen!” diye fısıldar, sesinizi duyuramazsınız. Yine parmak ve kaldırma hastalığınız nüksetmiştir ve dibine kadar kısıktır sesiniz. Etrafa bakınır, tandık bir şeyler görmeye çalışırsınız. Gece ve müstakbel karanlığı, üzerlerindeki tülü savurarak, “Yeterince tanıdık mıyım?” diye alay ederler sizle. Hani bir şey oğlanısınızdır ve aklınıza gelmez ya; işte tam da o oğlanısınızdır!

Ayağa kalkar, köpeklere selam verirsiniz. Eski zaman gezginlerine taş çıkartan bir hâliniz vardır. “Evliya” der tıkanırsınız. “Çelebi” demeye mecaliniz bile kalmaz. Hırpalanmış ve incinmişsinizdir. “Bu seksîlik nereden geliyor böyle?” demeye fırsatınız bile olmamıştır. Çömelir, elinizle yeri yoklarsınız. Orada değildir yol. Birileri sizden önce davranmış, konumunuzu ve varlığınızı yoldan çıkarmıştır. Alkol aldığınıza göre, Şeytan olmalıdır kendileri. Şeytan, alkol ve yol üçlemesi bir kez daha karşınıza çıkmış, diğer tüm kutsal üçlemelerin önüne geçmiştir. Gökyüzündeki aya bakarsınız; yeterince büyük değildir. Hohlayıp kadife şortunuzda parlatmayı denersiniz. Direndikçe direnir, beceremezsiniz. Köpeklerden birinden ışık rica edersiniz. Öyle sahne ışığı olmasına falan gerek yoktur; kendi hâlinde, mütevazı, birazcık parıldak, azıcık da oynak olsun, yeterdir. Çaresizce diğer köpeklere bakar köpek. Diğer köpekler de ona. “Ateş yakabilseydik, köpek olmazdık zaten” der gibi bir hâlleri vardır. Sayıları da hiç fena değildir: Soldan sağa; 1,2,3,4,5,6. Sağdan sola; 6,5,4,3,2,1. Ve uzun sürmez, Sizi doğuran ananın da, Silifke’nin de, yoğurdun da!” şeklinde başlayan öfkeniz.

Bir şeyler yapmanız gerekmektedir. Bu kez de yol rica edersiniz köpeklerden. Sizi yola getiren köpeklerin, yolu anlamalarına hiçbir anlam veremezsiniz. “Peki, neden diğer şeyleri değil de, yolu?” şeklindeki sorgulamanız fazla uzun sürmez. Uzun süren tek şey, sizin adımlarınız arasında geçen zamandır. Geçmiş devirlerin Mehteran topluluklarında geçirdiğiniz zamanlar gelir aklınıza. Hay aklınızla bin yaşayın, e midir!

Yola girdiğinizde, adımlarınız daha bir düzene girmeye başlar sanki. Köpekler de bunun farkındadır. Farkında olmayanları parmakla göstererek parmak ısırtırsınız. Acı bir yandan, parmak hastalığınız beri yandandır. Yol aşağı doğru kıvrıldığına göre, doğru yoldasınız demektir. Sevişme esnasındaki parmak hareketleriniz de bunu doğrular niteliktir. Fersah fersah uzakta olduğunuz hâlde, sevişmek de nereden aklınıza gelivermiştir? Sizi hınzır kere hınzır sizidir!

Artık yoldasınızdır ya tekrar; aşkınızın depreşme zamanıdır. Niye onca yokuşu koşmaya başladığınızı hatırlar gibisinizdir. Niyesi çok basittir; hiçbir anlamı yoktur çünkü. Kolunuzun dirsek tarafında kara delik büyüklüğünde bir oyuk açılmıştır ve kendisine yaklaşanı içine alacak gibi durmaktadır. İçinden çıkan kanlar önce kolu, sonra vücudu nehir bellemiş, üzerinizde gezintiye çıkmışlardır… “Saydım, 2 milyar kan vardı” diyecek bir babayiğit zevzeklik aranmaktadır. Ancak gelin görün ki, olgunluğunuza hapsolmuş çocukluluğunuzun ne yeri ne de zamanıdır. Âşıksınızdır bir kere ve hangi aşk daha yokuştur sizin özleminizden? Üstelik onu bile inememişsinizdir! Kendinizden utanındır, sarhoş köpek sizi! Diğer köpeklerin buna alınacak zamanları bile olmamıştır ve gittikçe uzaklaşmaktadırlar sizden; aslında onları ardınızda bıraktığınızdan, siz onlardan. Ve “yıllar ne çabuk geçiyor”a istemsiz bir klip hazırlamaktadır, uzaklaşan adımlarınız.

Kıyıya yaklaşır, bir bakkala girersiniz. “Bir kola ve kibrit” diyecek hâliniz yoktur; demezsiniz de. Pis pis bakar size. Pissinizdir çünkü. Üstelik de kanlı. Yeni gelin bir darbe gibisinizdir. Ve cuntanız olan köpekleri çoktan geride bırakmışsınızdır. Ama onlar olmasa, yolu bok bulacağınızı da bilmektesinizdir. Yeterince karışıktır kafanız. Kafası karışık olmayan ve dümdüz olan bakkalsa temizlenmeniz için cebinden bir cami avlusu çıkarıp uzatır size. İçine girip elinizi yüzünüzü yıkar; dışarı çıktığınızda da, “ben senin gibileri cebimden çıkartırım” diye alay etmek istersiniz. Karşılık verme dürtüleriniz depreşmiş, ancak bakkalın yerinde yeller esmiştir. Peki ya bakkal nerdedir? Ve şeyhim kadar bu Büyükada’da yabancılar hiç mi sevilmemektedir?

Limana yaklaşır, sizi saatlerdir arayan arkadaşlarınıza daha bir yaklaşırsınız. Polise bile haber vermişler, faytonculara, “görürseniz alın aşağı” diye emir buyurmuşlardır. Faytoncular da, “Ha o koşan kel mi?” demekle yetinmişlerdir sadece. Üzeriniz başınız kan içindedir. Ve siz dönülmez aşkınızın değil ufkunu, yokuşunu bile inememişsinizdir ya; aşk olsundur size!

“Hafif Zehirli Mandallardan Kafası Güzel Çamaşırlar”ın boşluğa kendine bıraktığı ilk adımdır “Kopuk”.

YazarKenan Yaşar
DilTürkçe
Baskı TarihiOcak 2017
Baskı Sayısı1. Basım
Sayfa Sayısı254
YayıneviArion Yayınevi
ISBN978-605-9366-07-6
Barkod9786059366076
Önceki İçerikİş Yaşamı İyimserlik İster!
Sonraki İçerikDavid Bowie’nin “Starman” demosu 51 bin sterline satıldı
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments