Hem Yakın, Hem Uzak; Marc Aryan’ın Hikayesi

İlk konsere çıkacağım zaman bana “Bu suratla mı şarkı söyleyeceksin” diye sormuşlardı. Yakışıklı olmadığımı biliyordum. İçim sızlamıştı. Onlara şu cevabı verdim; “Hayır kalbimle”

Marc Aryan / Milliyet,1966

Marc Aryan, 1965 yılında ilk konserini gerçekleştireceği sırada bu sözlerle duygusal dünyasını dile getirmişti. Yakışıklı değildi fakat müziğe bağlıydı. Bu bağlılığı sayesinde yaşayamaz diyen doktorlara inat hayata tutundu. Ailesine, köklerine oldukça bağlıydı. Bundandır ki kurduğu plak şirketine Malatya adını verdi. Daha bizleri tanımadan bizden biri gibi yaşadı, bizden biri gibi söyledi şarkılarını ama asla pes etmedi.

1924 yılında Kevork Georges Markarian ve eşi Vartanouche, Lübnan’daki sekiz yıllık yaşantılarının ardından Fransa’ya göç etmişlerdi. Ülkenin güneydoğusunda Drôme bölgesinde Valence kentinde yaşamaya başladıklarında geride birçok acı hatırayı bırakmışlardı. Tarihler 14 Kasım 1926’yı gösterdiğinde oğulları Henry dünyaya geldi. Henry Markarian’ın hikâyesi de böylece başlıyordu. Göç, sessizlik ve acılar ailenin artık alıştığı duygulardı. Bu duygusal alışkanlıklar yeni doğan oğullarının yaşamı boyunca da hep etkisinde kalacağının sinyalini veriyordu.

Son Saat Gazetesi – UHH arşivi

Henry sessiz bir çocuktu. Bunda 9 yaşından sonra yaşamaya başlamasının da etkisi büyüktü. 1935 yılında dokuz yaşına basana kadar nüfusa kaydedilmemişti. Bu nedenle de kayıtlara göre 1935 doğumluydu. Hiç şüphesiz ailesinde kronik olarak görünen çocuk yaşta hastalıklardan kaynaklı ölümlerin de bunda etkisi vardı. Kendinden önceki iki kardeşinin ölümü ailede büyük bir travma yaratmıştı. Dokuz yılın sonunda aile oğullarının yaşayacağına inandıklarından nüfus kaydını yaptırmışlardı. Sonrasında da sırasıyla sonra Zizi (gerçek adı Alice, Ermenice Anahid), ardından Jeanine, sonra Dominique (gerçek adı Paulette) ve son olarak en genç Jacques dünyaya geldi.

Önce Malatya’dan Lübnan’a göç etmek zorunda kalan sonrasında da Fransa’ya göç eden aile ekonomik olarak zor günler geçiriyordu. O dönemde giderek artan savaş söylentileri aileyi daha da tedirgin etmekteydi. Birinci Dünya Savaşı’nı acı tecrübelerle geride bırakan bu aile savaşın ne denli getirileri olacağının son derece net bir şekilde farkındaydı. Fakat genç Henry çocukluğunun ilk yıllarında birçok Fransız çocuğun hayal ettiği gibi general olmak istiyordu.

1936-1943 yılları arasında eğitim hayatı belki de bu hayalinin değişmesindeki ilk tohumların atıldığı dönem olacaktı. Savaşın patlak verdiği zamanlarda genç Henry, Emile-Loubet lisesinde eğitim görmekteydi. İlgisini çeken edebiyat ve yabancı dil dersleri dışında okulla pek ilgili değildi. Genel olarak okuldan kaçmaya da meyilliydi. Matematik ve Fen derslerinden kaçıp uzun ve yalnız yürüyüşler yapmaktan, şiir yazmaktan hoşlanıyordu. Ancak kişisel eğitim anlayışı öğretmenlerinin hoşuna gitmemekteydi. Nitekim lise ikinci sınıfta matematik sınavına girmesi gerekirken okuldan kaçıp nehir kenarında yürüyüş yaparken öğretmenine yakalandığı için okuldan kovulur. 1944-1945 yılları arasında gizli gizli edebiyat ve yazı dersleri alır. Fakat aldığı bu derslerden istediği verimi alamadığı için bırakmaya karar verir.

Milliyet Gazetesinden – UHH arşivi

Okuldan atıldıktan sonra ailesine karşı mahcubiyet hisseden Henry onlara kendini kanıtlamak adına babasının gıda firmasında çalışmaya başlar. Fakat sağlıksız beslenmesi, gelişigüzel yaşaması sebebiyle aniden hastalanır. Bu noktada kendisinin ciddi bir malformasyona sahip olduğu fark ediliyor. Ağır bir operasyonun ardından doktorları onu dağlardaki bir sanatoryuma gönderiyor. Burada yaklaşık üç yıl bulunan Henry için kimsenin yaşayacağına dair ümidi yokken o hayata tutunmanın yollarını arıyordu. Bu süreçte hayata dair hassasiyeti keskinleşir; çok okur, müzik hakkında ciddi düşünmeye başlar. Sağlığının hala kötü olduğu süreçte iradesi ve kararlılığı ile kendi kendine solfej ve armoni öğrenmeye başlar. Her gün 14 saat piyano başında çalışmaktadır. Sürecin sonunda Beethoven’ın Sonatı’nı ustalıkla çalmaya başlamıştır.

Zorlu bir tedavi sürecini atlatmasının ardından babası onu kendi fabrikasına ticari müdür olarak atadı. Henry, isteksiz de olsa babasına yardım etmeyi kabul etti. Ancak bir gün Paris’e edebiyat veya müzikle ilgilenmesi için ayrılacağını açıkça belirtmişti. Fabrikada Henry’nin berrak bir karaktere ve bir işadamı alışkanlığına sahip olduğu da ortaya çıkmıştı. Bu dönemde boş vakitlerinde besteler yapmaya başlamıştı. 1954 yılına değin ilk bestelerinin yanında şiir de yazmayı ihmal etmemişti. O yıl ailesinin de desteğiyle küçük bir plakçı dükkanı açmışlardı. Fransız sanatçıların yanında Valencia’dan gelen İspanyol plakları ile de Henry burada tanışmıştı. Ona dükkanda kız kardeşleri Dominique, Jeannine ve Zig yardım ediyordu. Burada ellerinde mevcut bulunan her plağı titizlikle dinleyen Henry, müzik kültürünü geliştirme fırsatı yakalamıştı. Müzik sayesinde para kazanıyor, müzikle giderek daha da iç içe bir yaşam sürüyordu. İçindeki müzik tutkusu daha da alevlenmişti. 1957’de dükkânını satarak yıllar önce kendine verdiği sözü tutup Paris’e kendi bestelerini yayınlamaya gitti, ama yapımcılarca hep geri çevrildi. Üstelik kimse onun şarkılarını da söylemek istemiyordu. Fakat bir kere yola çıkmıştı. Ailesinden de gördüğü gibi zorluklar karşısında yılmadan mücadele etmeliydi. Kimse şarkılarını söylemiyorsa kendisi söyleyecekti.

İlk plağının görseli - Henry ismiyle çıktı ve sonu başarısızlıktı.

1959 yılında Pathé-Marconi ile anlaştı ve ilk plağını Henry Markarian ismiyle kaydetti. A yüzünde Je T’Appelle Mon Amour ve Une Petite Chose, B yüzünde ise Vivre, Vivre Ma Vie ve Si J’avais Su şarkıları yer alıyordu. Jean Baïtzouroff orkestrası da ona kayıt sürecinde eşlik etmişti. Fakat bu çalışma tam bir başarısızlıkla sonuçlandı. Fakat bu sonuç da onu yıldırmadı. Henry, kararlıydı. Varını yoğunu müziğe yatırdı. “Markal” ismi ile kendi plak ve dağıtım şirketini kurdu, daha sonra bu şirkete ailesinin memleketi olan “Malatya” adını verdi. 1963 yılında kız kardeşi Zizi, Belçika’da bir iş adamı ile evlendi. Onları ziyaret etmek için Belçika’ya gittiğinde, Zizi’nin eşinin sahibi olduğu gece kulübünde sahne almaya başladı. Burada seyircilerin şarkılarına olan ilgilerini gözlemleyerek gelecekteki kariyerinin ilk hazırlıklarını gerçekleştiriyordu. Bu yepyeni süreçte Henry, adını değiştirmeye karar verdi. Soyadından hareketle onu ikiye bölerek Marc Aryan ismini ortaya çıkardı. 1963’ün Ağustos ayında Ballade isimli plak 3000 kopya ile satışa sunuldu. Bu plağın kapak tasarımında Ray Charles ve The Raelettes topluluğundan ilham almıştı. Kaydedilen bu plak Belçika’da büyük hadise yaratmıştı. Ağızdan ağıza Marc Aryan ismi dolaşıyor, sanatçının başka plakları olup olmadığı araştırılıyordu. Ballade’nin ulaştığı şöhretin hem Marc Aryan hem de firmalara cesaret vermesi sonucunda Eylül 1963’te önemli bir Brüksel firması Gramophone (EMI Belçika) ile dağıtım anlaşması imzaladı. Bu anlaşmanın akabinde büyük ilgi gördüğü Belçika’ya kayıtsız kalmayarak Önce Zeebrugge’a, sonra Waterloo’a taşındı.

Marc Aryan - Hollanda'da basılan plak.

Peş peşe gelen başarıların neticesinde Marc Aryan, Hollanda’da Si J’étais Le Fils D’Un Roi / Le Temps De L ‘Amour isimli bir tekli çalışma gerçekleştirdi. Bu çalışmayla Belçika dışında Hollanda’da da adından söz ettirmeye başlamıştı. Bu süreçte Brüksel’e döndüğünde Gilbert Bécaud ile tanıştı. Müzikal anlamda bu yükselişi ve bilinirliğinin artması sonucunda kısa zaman içinde Leopold II nişanı madalyası kazandı. Temmuz 1964’te Marc Aryan büyük sükse getirecek Giorgina / Qu’un Peu D’amour teklisini kaydetti. Giorgina dönem içerisinde büyük ses getiren çalışmalarından biri olacaktı. Nihayetinde bu başarıların ardından 17 Temmuz 1964 tarihinde Marc, SLD genel müdüründen Lübnan’daki kayıtlarını dağıtmak isteyen bir mektup aldı. 40 yıl önce göç ettikleri topraklara şarkıları ile geri dönmüştü. Ama geri dönülecek yollar onun için bitmemişti…

Marc Aryan ‎– Katy

14 Ekim 1964 tarihinde Antwerp limanında çok genç bir kızla tanışan Marc Aryan, tanıştığı kadından çok etkilenir. Sarı saçları ile dikkat çeken bu genç kız müzisyene ilham kaynağı olur. Katy şarkısının temeli böyle atılmıştır. Marc Aryan kısa sürede şarkıyı yazıp bestelemiştir. Yeni şarkısı ile 1965 yılına hızlı bir giriş yapması neticesinde uzun süre listelerdeki yerini muhafaza eder ve şarkı radyolarda rağbet görmeye başlar. 9 Haziran 1965’te (muhtemelen ilk televizyon programı) Marc Aryan, piyanist Jack Dieval’ın ORTF programında Carrefour du Monde’de Katy’i söylemiştir. 22 Ağustos 1965 tarihinde ilk halka açık konseri Jumet-Hamendes’te (Belçika) gerçekleşmiştir. Televizyon programı ve ilk açık hava konserinin ardından Marc, Eylül 1965’te İtalya’da iki şarkısını İtalyanca söyledi. Katy ve Toi Je Te Garde (Di Nessum Altro) ile bir tekli yayınladı. Fransızca dışında ilk kez albüm kaydını da bu şekilde gerçekleştirmişti. 1966 yılına kadar da çeşitli televizyon programları, konserler hız kesmeden devam ediyor. Bunlardan Sacha Distel ve Enrico Macias ile Milano’da verdiği konser sonrasında uzun zamandır beklenen bir programın haberi menajeri aracılığıyla kendisine ulaşıyor. Marc, yeni yılın ilk programında ailesinin vatanından teklif alıyor. Heyecan verici bu teklif Marc Aryan’ın duygusal dünyasındaki dönüm noktalarından biridir.

07.01.1966 - Milliyet haberi

Buluşmayı, 6 Ocak 1966 tarihinde Milliyet gazetesi “Marc Aryan, İstanbul’a geldi” başlığıyla duyurdu. Bunu bir buluşma olarak değerlendirmemin sebebi yıllar önce ülkesinden uzaklaşan annesi ve babasını da yanına alarak Türkiye’ye gelen Marc, Türkçe “İstanbul’a geldiğim için çok mutluyum” diyerek duygularını ifade etmiştir. Anne ve babasının da iyi derecede Türkçe bilerek soruları Türkçe yanıtlaması o dönem hem Marc’a hem de aileye olan ilginin artmasını sağlamıştı. 18 gün süren turne boyunca İzmir, Ankara ve İstanbul’da konserlerine 80.000’den fazla kişi gitmişti. Marc Aryan konserler sırasında yeni şarkıları Liberte ve C’est I’amour’u ilk kez dinleyicilerin önünde söylemişti. Şöhret merdivenlerini hızlıca çıkan Malatya asıllı genç şarkıcı o dönem medyada oldukça ilgi görmüştü. Yeşilköy Havaalanına inişi ile başlayan bu süreçte 7 Ocak 1966 tarihinde yine Milliyet gazetesinde yayınlanan haberde sanatçının Atatürk’ün kabrini ziyaret etmek istediği belirtilmiş, ayrıca kendisi gibi Malatyalı olan İsmet İnönü ile tanışmak istediği de yazılmıştır. İstanbul’da Fitaş sinemasında başlayan konserleri yine İstanbul’da yoksul çocuklar yararına düzenlenen Şan sineması konseri ile sona ermişti. Türkiye’de geçen süre zarfında buradaki kültürel bağlar ve gösterilen ilgi sonunda Türkçe plaklar yapılması hususunda Marc Aryan’ı cesaretlendirmişti. Bu süre zarfında turne esnasında bazı Türkçe şarkılar seslendirse de henüz dile tam hakim olamadığı için zayıf kalan Marc Aryan, döndükten sonra gelen mektupların da etkisiyle İstanbul için bir şarkı bestelediğini duyurdu.

1966 tarihli İstanbul.
Marc Aryan ‎– Dominique - Teheran

Ağustos 1966’da Marc Aryan, 8. Knokke Uluslararası Festivali’nin televizyonda yayınlanan konuklarından biri oldu. (Hugues Aufray, Frank Fernandel, Udo Jurgens, Robert Cogoi, François Deguelt ve Charles Trenet ile birlikte). Yeni eseri olan İstanbul şarkısını ilk kez burada seslendirmişti. Bu çalışması Belçika, Fransa, Türkiye ve Lübnan’da büyük ilgi gördü. Aynı zamanda bu süreçte Fecri Ebcioğlu ile birlikte çalışmaya başladılar. Marc Aryan’ın bestelerine Fecri Ebcioğlu Türkçe sözler yazıyordu. Marc Aryan da bu sözlerle Türkçe plaklar doldurmaya başladı. Aksanlı bir Türkçe ile seslendirdiği bu şarkılar insanlara çok sempatik gelmişti. Dünya dönüyor (Volage Volage’ın aranjmanı), Moda Yolu (Ma Loulou’un aranjmanı), Doğum Günün Kutlu Olsun (Feliz Cumpleanos’un aranjmanı), Mersi (Volage Volage’ın aranjmanı), Yalancısın (Si J’etais Sur’ün aranjmanı), Nasıl Evlenirsin Bu Lisanla (Giorgina’nın aranjmanı), Kimdir Bu Sevgili (Un Petit Slow’un aranjmanı), Dinle Yavrucuğum (Tu es une Petite Fille’in aranjmanı), Ayşe, Fatma, Semra (Eski Aşıklar) ve Kalbin Yok Mu? İkilinin ortaklığında ortaya çıkmış çalışmalardır.

Marc Aryan - Dünya dönüyor
Şirketlerden bahis açmışken, Marc Aryan'ın, ailesinin yaşadığı şehre hürmeten Malatya adlı bir edisyon şirketi kurduğunu hatırlatayım.

14 Ekim 1968’de o dönem herkesin merak ettiği SSCB’ye gidip Eagles grubuyla Moskova’da 60.000 kişilik bir seyirci grubuna konser verdi. Ardından İran, Cezayir ve son olarak Ermenistan Erivan’a kadar uzanan 40 konserlik bir turnede yer alan Marc Aryan müzikal kariyerinin en uzun turnesini gerçekleştirmişti. Ervan’da, 30.000 seyirci dolu bir stadyumda sahne aldı. Orada 7 şarkısını Ermenice (Bonjour Mon Village’ın sözleri iyi bilinen şair Tamara Demourian’a aittir) şarkı söyledi. Ayrıca İran’da verdiği konser sonrası ülkeden ayrılmadan önce oradan halı almayı ihmal etmeyen Marc Aryan, döndükten sonra Teheran isimli çalışmasını kaydeder. İstanbul sonrası Marc Aryan ikinci kez bir şehre şarkı ithaf etmiştir.

17 Nisan 1969 tarihli Cumhuriyet'ten küçük bir haber.

1969 Nisan ayı sonunda Marc Aryan tekrardan Türkiye’ye gelmiştir. Dört gün kaldığı süre zarfında özellikle Ermeni Öğretmenler Derneği balosunda ücretsiz konser vermek istediği gazetelerde yer almıştır. (Cumhuriyet gazetesindeki haberin detaylarına bakılırsa konserin gerçekleşip gerçekleşmediğine dair henüz herhangi bir veriye ulaşabilmiş değilim.) Ülkemize iki kez gelen Marc Aryan, Türkiye’de yaşayan Ermenilerle de görüşmüş onların sorunlarını dinlemişti. Feriköy’de bulunan Ermeni okulunun yardıma muhtaç olduğunu öğrenince stüdyoya girmiş, bu okul yararına iki şarkısını Ermenice söylemişti. Geliri Feriköy Okulu’na bırakılmak üzere piyasaya verilen Marc Aryan plağının ön yüzünde “Yete Vısdah Illayi” vardı. Arka yüzünde ise Türkiye’de çok sevilen Marc Aryan şarkılarından “Si j’etais sûr”un Ermenice versiyonuydu. Sözlerini de kendisi yazmıştı.

Marc Aryan 1969 yılı sonunda kendi kayıt stüdyosunu kurdu ve bu stüdyoya ilk uluslararası hitinin adı olan “Katy” ismini verdi. O zaman için çok ileri kayıt teknikleri kullanan bu stüdyoda 1973’ten itibaren Julio Iglesias, Salvatore Adamo, Michel Fugain, Diana Ross, James Brown, Danyel Gerard, gitarist La Goya, Anthony Quinn ve Patrick Hernandez gibi ünlüler albüm kayıtlarını gerçekleştirdi.

1965 tarihli Ma Loulou nun Türkçe versiyonu Moda Yolunda
Geliri Feriköy Okulu'na bırakılmak üzere piyasaya verilen Marc Aryan plağının ön yüzünde Yete Vısdah Illayi vardı.

Aranjman dönemlerinde huyu – suyu bu topraklardan olan Marc Aryan, müzik kariyerinde de kültürel izlerinin olduğu topraklara dönmüş buraları benimsemiş kendi izini de bırakmayı ihmal etmemişti. 30 Kasım 1985 sabahı Marc Aryan kendini iyi hissetmiyordu ve banyoya gittiğinde bayıldı. Doktor ise sadece ölümünü not edebildi. 4 Aralık 1985’te Ohain mezarlığına gömülen Marc Aryan yaşamı boyunca tüm zorluklara rağmen müziğe olan bağlılığı sayesinde geride güzel hatıralar barındıran bir hayat bıraktı. Hem içimizde hem de biraz uzağımızda kalarak…

Uğur Hakan Hacıoğlu

Etiketler

2 yorum “Hem Yakın, Hem Uzak; Marc Aryan’ın Hikayesi”

  1. Bulent Kalpakci dedi ki:

    Bizim zorluk diye tabir ettigimiz seyler bu hikayelerin yanında anlamsız kalıyor gibi.
    Müthiş bir azim ve başarı öyküsü.

  2. Gülay Ogansoy dedi ki:

    Sesini çok beğenirim…
    Çok güzel hazırlamışsınız. Teşekkürler…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uğur Hakan Hacıoğlu’nu Takip Edin

Reklam

Uğur Hakan Hacıoğlu | Instagram

Instagram requires authorization to view a user profile. Use autorized account in widget settings

Uğur Hakan Hacıoğlu | Twitter

Pin It on Pinterest