Maskeler Ardında…

"Öz saygımızı yitirmemek için kendimizden, düsturumuzdan vazgeçmememiz gerekiyor. Eğer ki geçersek o kurulu bebeklerden bir farkımız kalmaz."

0
Fotoğraf: Bengisu Çaygür

Ne demiş “ünlü bir Türk düşünür”; ‘Başkası olma kendin ol!’ ama acaba hala kendimiz olabilecek pozisyonda ya da şansta mıyız? Yoksa persona*larımız çoktan kendiliğimizi ele geçirip özümüzü yok mu etti?

Şu zamanda insanın “kendi” olabilmesi o kadar büyük bir nimet ki! Hayatta kalabilmek için bize empoze edilen kolay yolu seçmek ve bu kolay yolda “başkası” yani o kabul edilmiş karakter olmak, o karakter olmasak bile, onun rolünü oynamak… zorlanmadan nefes almak, hayatta kalmak için kestirme yol bu: Başkası olarak yaşa! Herkesleş! Çocukluğumuzdan beri kulaklarımızdan silinmeyen o “bilmem kimin çocuğuna bak!..” sesi en başından itibaren kendimizi değişime uğratmamız için söylenmemiş midir? Ne kadar da “doğru” bir söylem(?)! Saygı görmek, kabul edilmek ya da herhangi bir şey için başkası olmaya sürüklenmek, seni senden etmek! Diğer taraftan, bu devirde bir işi başarmak istiyorsan ya da işlerin rayında gitsin istiyorsan “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyeceksin” mantığı(?)! “Demeyeceğim arkadaşım! isterse işim hallolmasın ya da Hoca “taksın” sınıfta kalayım ben kendim olacağım!” diyebilen insan; karakteri oturmuş bir bireydir ve artık gerçekten de salt kendisidir.

Öz saygımızı yitirmemek için kendimizden, düsturumuzdan vazgeçmememiz gerekiyor. Eğer ki geçersek o kurulu bebeklerden bir farkımız kalmaz. Herhangi bir fayda için kendini hiç etmek ne derece doğru? Diğer taraftan belirli ortamlarda kodlanmış davranışlarda bulunmak zorunda olduğumuz yadsınamaz bir gerçek. Okulda, işte, kamusal alanda, kurumsal ortamda… Esas meziyet; bu kodlamaları kişinin kendisine uyarlaması ve uyarladığını uygulamasıdır. Tabii ki bu özveri isteyen bir olay, kolay yoldan yaşamaya alışmış bir kişi; bu taşın altına elini sokamaz ama ben “herkes”in böyle kolay lokma olmadığına inanmak istiyorum! Sonuçla bu personalar uzun süreli uygulamada bizi ele geçiriyor, yavaş yavaş kişiselliğimiz siliniyor. Huy, karakter, mizaç… hepsi birer birer yok oluyor. Gerçek benliğimizi sadece ayna ile baş başa kaldığımızda görür oluyoruz. Kaçınılmaz bir şekilde kendimize yabancılaşmış, bir noktadan sonra aynadaki yansımamızı da personalarımız ele geçirmiş, o oynadığımız karakter de üzerimize yapışmış ve bu durumu kanıksamış, bu maske bizi ek bir katman olarak sarmıştır. Bir yerden sonra bu yükten kurtulmak çok daha zor artık kendimizle baş başa kaldığımızda bile rolde olmamızı yadırgayamayız… Eğer ki gerçekten personasız yaşanamıyorsa; girdiğimiz her rolden tamamen çıkabilmeyi öğrenmemiz ve bunu işlevli hale getirebilmemiz gerekiyor. Fakat şöyle de bir gerçek var kendisini olduğu gibi kabul eden bir birey, çevresindeki insanlara da kendisini olduğu gibi kabul ettirebilir. Bu kişinin ne kadar sağlam durduğuyla doğrudan bağlantılıdır. Elimizde kendi hayatımızı kendi istediğimiz biçimde yaşama şansımız var. Eğer ki bu ipleri başkasının eline verirsek zaten kişi değil, kukla olmuşuzdur!

Kendimizi görebilmemiz için; kendimizin farkında olmamız, kendimizi dinleyebiliyor olmamız lazım. Ben kimim? sorusuna cevap verebiliyor muyuz? Doğrularım/yanlışlarım neler? Neleri seviyorum/sevmiyorum?… Birisi olmamıza ihtiyacımız yok! Önce kendimiz olabilelim! Önceliğimiz her daim kendimiz olsun ki yaşadığımız hayatın değeri olsun. Yani Kimse olma! Kendin ol! ‘Böyle çok daha güzelsin!’

*Persona: Carl Gustav Jung’a göre, Dünyaya gösterdiğimiz dış yüzler, başkalarının görmesine izin verdiğimiz kendimizin parçası olan ‘persona’mızdır. Yunan oyuncuların taktığı maskelere gönderme yapan persona, başkalarına gösterdiğimiz kişiliklerimizin maskesidir. Kendimizin gizlediğimiz yanını gösteren kostümdür. Fiziksel yüzeyde oyuncuların kendileri persona’lardır. Yüzleri sahnede canlandırdıkları kahramanların kişilikleri ve öykülerini aktarırlar. Bir oyuncunun personası ya da kendi imgesi, bir oyuncu olarak kimliği ile güçlü bir şekilde ilişkili hale gelir, izleyiciler ve sinemacılar bu oyuncuyu farklı rolde istemeyi istemezler. Sürekli aynı rolü oynayan oyuncu canlandırdığı karakter olarak öylesine inandırıcıdır ki, gerçekten de o karakter tipi haline gelir. Filmin arketipik işlevi açısından sürekli aynı rolde olan oyuncu, rolüne persona olarak icra eder. Bu oyunculuk öylesine mükemmeldir ki, oyuncu ile karakteri ayıran maske şeffaf hale gelir ve izleyiciler bu kimliğin ayrı olduğunu anlayamazlar. (William Indick, Senaryo Yazarları İçin Psikoloji, çev. Ertan Yılmaz – Yeliz Karaarslan (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2011), 133-134.

Bengisu Çaygür
Önceki İçerikHalkın Beyazperdedeki Prensesi: “Ingrid Bergman”
Sonraki İçerikSiS: “4 yıl boyunca yaşadığımız her şeyden etkilendik”
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments