Ne İlk Ne De Son: Geri Dönüşüm

0

69 yazında girdim,
Karşıma çıkan ilk otele.
California’nın ortasında,
Birleşik Kaplar’ın hemen yamacında…

Odalar bitişik,
İnsanlar baldırı çıplak,
Ve biraz da fetişik.

Yürüyordu komiler,
Kimin çağırdığına aldırış etmeden.
Kumsalda bir veteran,
Konuşuyordu ebesinin karnından.

Radyolar cızırtılı.
Parazitler kolibasillerinde saklı.
Hoş geldin bebek,
Hotel California’ya.
Kimlikler lütfen!

Salaktı bakışlar.
30’lardan fırlamış hatunlar.
70’ni görememiş kelebekler.
Uçtular penceremden,
Göğüslerde biten jartiyerler…

Odama girdim.
Akşamdı vakit.
Azıcık da valiz.
Depitakla sıvazlı tüyler,
Yastıklara alındı.

Uzandım yatağa.
Üzerimde bornoz.
Onun üzerinde ellerim.
Gezindiler kendi diyarlarında,
Bir şeylere rastlarcasına.

Rastlayamadım senin gibisine.
Hoş geldin bebek,
Hotel California’ya.
Kimlikler lütfen!

Görünürlerde bir dağ.
Hemen uzaklarda…
Söndürüldü cigaralar.
Bakakaldı yanan küller…

Işıklar lütfen,
Ve üstü kalsınlar…

I. Rahim Ağzı / İlk

Dev bir çöplükte yürüyorsunuz. Bir amacınız var, bir de çöpe öykünen benliğiniz. Amacınız, olabildiğince az kullanılmış kelimeler bulabilmek. Yılgınlığınıza iyi gelen cümleler kurabilmede gerekli ve kutsal bir eylem bu. Çöplüğün çıkardığı ya da sizin duyabildiğiniz tek ses, birbirine sürtünen kelimeler. Yağsız ve bakımsızlar hepsi de. Yerden birkaçını alıyorsunuz tiksinerek. Ve işte ilk cümle geliyor:

“Beni aldığın yere bırak!”

Bunu bir iç ses efekti olarak kelimeler söyletiyor olabilir size. Ya da kendi iç sesiniz için kelimeleri de kullanıyor olabilirsiniz. Her iki durumda da, görülen ve hissedilen her şeyin çok derin bir pişmanlık yaşadığı kesin. Vurgun yerken âşık olduğunuzu hissetmek gibi tıpkı.

Yılgın insan modelinin tamiri de pek mümkün görünmüyor artık. Aşırı dozlarda amaç yüklemesinin de pek bir faydası yok. Hiçbir zaman olmadı da. Peki, amaçtan önce inanç yüklemesi yapmak da mı bir işe yaramayacak? Hayır, yaramayacak.

Defalarca kez tekrar ediyor, “beni aldığın yere bırak”lar. Hemen her şeyin var olduğu anda çöpe dönüştüğünü gösteren bir durum bu. Tek gerçeğin, çöpe doğmak olduğunun ya da. Hangisiyse hangisi, bize ne!

Yürümeye devam… Aradığınız hiçbir kelimeyi bulamadınız çünkü. Ne bir soru, ne bir yanıt; hiçbir şey! Ve daha iyi tanımaya başladınız çöpü. Arada size ait şeylere de rastlıyorsunuz zira. Hangi zaman diliminde ve hangi korku nöbetinde fırlatıp attınız, kim bilir?!

Evrendeki her şey bir önceki konumuna dönme eğiliminde olmalı. Döndüğü anda da diğer bir önceki konumu devreye giriyor. Pişmanlığa dayalı tuhaf bir sarmal. Ve yine çöplükte kurulan yegâne cümlenin sesi duyuluyor uzaklardan:

“Beni aldığın yere bırak!”

II. Kıpırtı / Temas

Büyükannelerimin donu kadar eski bir evde büyüdüm ben. Artı 13 yazıyordu taşındığımızda, 1888 tarihli tapusunun muhtelif yerlerinde. Görmüş, üzerinde zaman geçirenlere geçirmiş bir evdi. Kocaman benzetmesini tiye alan, göt kadar da bir avlusu vardı. Ne amaçla ve kimler tarafından yapıldığı da umurumda değildi. İç içe geçmiş odaları, alt alta ve üst üste bir vaziyetteydi ve cinsel kimlik pazarlar gibiydiler.

Bir akşamüzeri çıktın gittin o evden. Bunu kime dediğimi bilmiyorum. Kendime bile demiş olabilirim. Gittiysem de, siktirip olup gitmişimdir kesin!

Çok şey bekliyoruz geçmişten. Çıkarıp çıkarıp rüyalarımıza sıkıştırıyor, katlayıp rafa koyuyoruz. En çok da kendisine yakışıyor, “sünger gibi” yakıştırması o yüzden de. İçmeden sarhoş olanlara duyurulur.

Yeri gelmişken; Reenkarne ve Dejavu, sizler de siktir olup gidin lütfen.

Akşamdan suya bastırdığınız çamaşırlarla, işeyip turşu olmasını beklediğiniz nevalelerin hiçbir farkı yok aslında. Amaç temizlik, amaç damak zevki, amaç biraz daha hissedebilmek oldukça, öyle de böyle de devam edecek hayat nasılsa. Çok da gerek yok yani; elinizde dev projektörlerle “acaba o mu”ları aramaya. Rastgele aşkları “spontanlık” diye addetmek kadar yabancısınız çünkü, dilinize de aşkınıza da!

Beni biri indirse de binsem yeni halt otobüsüme. Binsem de yeni yeni haltlar yesem. Bir ceviz kırsam, bir fındık çatlatsam. Bir o yana konsam, bir bu yana. Konsam da kıpır kıpır olsam.

Leylak, karanfil, lavanta, gül ve niceleri… Gına geldi artık her birinin kokusundan. Ve küften ayırt edemiyorum hiçbirini de; ne de naftalinden. Eskide ya da ardınızda aramak bir şeyi; işte tam da sonu oluyor bu kıpır kıpır konmaların. Yeni şeyler yelken bekliyor oysa; eski şeyler de kefen. Yeni bir ev mi aldınız, atın hemen eskilerinizi, kusun içinizde birikenleri. Ufukta görünen bir ev değil de biri mi, tüneyin hemen tepesine. Ve anlatın anında geçmişte olanları. Anlatın da doruklarına tırmanın “iyi halt” yemelerin.

“En eski” diye bir şey yok; ama “en yeni” diye bir şey var. Anında eski olmaya aday olsa da her zaman var kendisi. Öyle salına salına yürümesine, gerdan kıvırmasına da gerek yok hani. Saçmalamasın yeter. Ha, siz çok mu makulsüzünüz de ondan bunları bekliyorsunuz? Değilsiniz, olamazsınız da. Ama kim engelleyebilir ki beklemenizi, keza beklentilerinizi? O da bunlarla yüklüyse şayet, fena bir çarpışma olmayacaktır. Ortaya füzyon falan çıkmasını da beklemeyin tabii. Uzayı götüyle güldürmenin âlemi yok sonuçta.

Diyelim ki o tükenmez denen mesafeler tükenmiş ve aranızda 10 metre ya kalmış ya kalmamış… Bir defa, göz teması başlamış olacağından, ondan kaçamazsınız hiçbir şekilde. Dar alanda kıs kıs koşmanın anlamsızlığından, ona doğru koşmanız da fayda etmeyecektir. Hem o da size doğru koşmuyorsa, her şey yolunda gidiyor demektir; olaya bir de iyi tarafından bakın lütfen. Yavaş yavaş yaklaşın, size yavaş yavaş yaklaşanın yanına. Önce bir yoklayın süzün kendisini, her şey yerli yerinde mi diye. Ve asla engel olmayın sizi kontrol etmesine, ne de süzmesine. İşte başlıyor ve işte başlıyorsunuz. Birbiriyle kel alaka bir sürü adım bundan sonrası. İncelikler, ince hesaplar, kestirilemeyen önseziler ve getirisi bi’ dolu saçmalık. Fiziksel temas, duygusal erişim ve libidoları zorlayan kavramalar. Yeniden insan olmaya başladınız sanki. En çok da hissetmeye.

Ee, ya biterse? Bitecek elbet. Ama hiç sırası değil şimdi!

Yürü be insan çifti, kim tutar sizi!

Kenan Yaşar
Önceki İçerikGençler, “BELLİ” ile Ortalığı Yıkmaya Geldi
Sonraki İçerikLalehan Uysal’ın tohum fotoğrafları sergisi: “Kurda, Kuşa, Aşa… Ve Göze”
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments