Sinemaya Adanmış Bir Ömür | Atillâ Dorsay Söyleşisi

"Popüler sinemanın düşmanı değilim; hiç değilim... Yedinci Sanat sinema böylesine yaygın ve evrensel bir sanat olmasını bir ölçüde o kitle filmlerine borçludur."

0

Atillâ Dorsay ile pandemi döneminde yayımlanan son kitabı “Dünyaya Açılan Sinemamız ve Yeni Bir Kuşak – Türk Sineması 2010-2020″yi, sanatın geleceğini ve sinemamızın umut veren kuşağını ele aldığımız keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. İyi okumalar.

– Sinemaya adanmış bir ömürden söz edebiliriz. Oldukça üretken bir sinema yazarısınız. 54. kitabınızda Türk Sineması’nın son on yılını mercek altına alıyorsunuz. Sinema tutkunuzdan başlamak isterim, binlerce film, onlarca kitap, festivaller… Yedinci Sanat Sinema sevgisi sizde nasıl başladı?

Atillâ Dorsay: Valla bunu anılarımın ilk cildi olan Bir Ömürden Seçilmiş Tablolar’da uzun uzun anlattım. Savaş zamanında İzmir- Karşıyaka’da büyüyen bir çocuğun ailesiyle birlikte dönemin tek eğlencesi olan sinemaya dadanması (bir de radyo vardı!), 11-12 yaşından itibaren gördüğü filmleri defterlere yazması, birçok serüvenden ve mimar olduktan sonra da yazarlığı asıl iş olarak seçmesi.

– Nuri Bilge Ceylan‘ın Cannes Altın Palmiye ödüllü Kış Uykusu filmini kapağa taşımışsınız? Sinemamızın dönüm noktalarından olan Kış Uykusu için neler söylemek istersiniz?

A.D.: Son derece iyi bir film olduğunu bir kez daha belirtmek isterim. Nuri Bilge giderek olgunlaştı ve dünya çapında bir ‘auteur’ oldu – Fransızların ‘yaratıcı sanatçı’ anlamına gelen ünlü ve evrensel deyimiyle… Ve bizi hep şaşırtarak… Nitekim bir sonraki filmi Ahlat Ağacı onun en zor, en çetrefil filmidir: içine girmesi kolay olmayan… Ama bir kez girerseniz… Ne keyif!…

– Kitapta popüler, bağımsız film ayrımı olmaksızın alfabetik olarak sıralanmış 180 film var. Popüler sinema sizin için ne ifade ediyor? Özellikle Ayla ile başlayan tematik filmlere dair düşünceniz nedir?

A.D.: Popüler sinemanın düşmanı değilim; hiç değilim… Yedinci Sanat sinema böylesine yaygın ve evrensel bir sanat olmasını bir ölçüde o kitle filmlerine borçludur. Ve bu alanda da çok iyi, çok düzeyli şeyler yapılabilir. Özellikle bilim-kurgu alanında…

Ayla ise bambaşka bir serüven..Bu film. Türk sinemasında bir çığır açtı. Bir yandan kitle için yapılmış, ‘ticari’ bir filmin de gayet kaliteli olabileceğini gösterdi. Öte yandan bizde neredeyse unutulmuş bir türü canlandırdı: özellikle yakın tarihimizden önemli, ama unutulmuş kişilerin ve onlara bağlı olayların sinemada ele alınması. Böylece ardından Müslüm, Cep Herkülü Naim, Çiçero, Türk İşi Dondurma gibi filmler geldi. Bu da bence önemli bir çaba, çünkü bizi tarihimizle barıştırıyor.

– Sinemamızın son 20 yılında başlayan değişim rüzgârı, günümüzde iyi bir yönetmen kuşağı da doğurdu diyebiliriz. Kitabınızda bu genç sinemacılara da geniş yer veriyorsunuz. Umut veren sinemacılardan bahsedelim mi biraz?

A.D.: Onları birçok yerde andım, filmlerini kaçırmadan izlemeye çalıştım. Bence Özcan Alper, Emin Alper, Tolga Karaçelik, Caner Alper-Mehmet Binay ikilisi, Nihat Durak, Tolga Karaçelik, Raşit Çelikezer, Ali Atay, Kıvanç Sezer, Emre Yeksan gibi adlar önemli. Başta Pelin Esmer yetenekli bir kadın sinemacılar kuşağı geliyor. Bir de tek filmle kalanlar var ve umarım devamı gelir.

– Son on yılın en iyi filmleri listenizde Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu ikişer filmle yer alıyor?

A.D.: Evet, ben onlara ‘harika kuşak’ diyorum. Sinemaya 1980- 90 başlarında girmiş, kısa zamanda yeteneklerini kanıtlamış ve tüm filmleri ilgiye değer bir kuşak. Nuri Bilge, Zeki Demirkubuz, Reha Erdem, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu, Yeşim ustaoğlu. Ne altılı ama!…

Sinemamızın arşiv belgesi niteliğindeki kitabınızda son on yılın kayıpları da yer alıyor. Seyfi Teoman bunlardan biri, çok genç yaşta, umut vaat eden önemli bir sinemacıydı.

Evet, onca ölümün arasında belki en üzücü olanı onunkiydi. Sadece iki film yapmıştı ve öylesine gençti ki… Kaderin oyunu işte…

Elif Hopyar - Atillâ Dorsay

– Dünya Sinemasının son yılını nasıl yorumluyorsunuz Beğendiğiniz yönetmenler, akılda kalan filmler neler?

A.D.: Bu çok uzun bir yanıtı gerektiren bir soru. Ben etrafından dönüp geçeyim!… Ama bunun yakında gelecek bir yanıtı var: gelecek kitabım Ne Çok Başyapıt Gördük – Hayatımızı Değiştiren Filmler/ 2015- 2020. – Göreceksiniz, ne kadar çok iyi film izlemişiz… Kasım’da çıkıyor.

– Yaklaşık bir senedir tüm dünyayı etkisi alan pandemi sizin hayatınızı nasıl etkiledi? Salgın sanatı, sanatçıları nasıl etkiler, çevrimiçi festivaller hakkında ne düşünüyorsunuz?

A.D.: Ne acı bir dönem geçiriyoruz…Bizim kuşaklar bunu hak etmek için ne yaptı!.. Birçok hakkımızdan, zevkimizden, merakımızdan, keyfimizden yoksun kaldık. En yakın dostlarımızı, hatta ailemizi bile göremez olduk. Kim derdi ki bunca zaman ben sinemaya gidemeyeceğim!… Şimdilerde biraz başladı, ama beni çekmiyor. Gidersem de bir şeylerin eksik kalacağına eminim O çevrimiçi festivaller, zoom’lu buluşmalar ya da seyircisiz gösteriler beni hiç çekmiyor. Belki yaşım gereği… Özetle, çok mutsuzum. Ve yakın gelecek için de pek umutlu değilim.

Elif Hopyar
Önceki İçerikYıllar yılı süregelen ırkçılık ihmalleri bu kez Walt Disney’in ağına takıldı
Sonraki İçerikTürkiye’nin ilk sanal fotoğraf festivali: “BursaFotoFest”
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments