Tuna Kiremitçi: “Saf şiirsel durumların peşindeyim”

0

1991 yılında ilk şiirleriyle Varlık dergisinde yer alan ardından 1994 yılında Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’nü kazanıp yarışmayı kazanan şiirlerinin yer aldığı ilk kitabı Ayabakanlar’ı yayınlayan Tuna Kiremitçi son kitabı “En Sağlam Direniş Kalbi Temiz Tutmak” sonrasında bizlerin sorularını yanıtladı.

– Bir yılın ardından bu kez de kitabınız için sizinle söyleşiyoruz. Son görüşmemizin ardından nasılsınız?

Oldukça iyiyim. Şarkılar ve şiirler yazmaya, doğru bildiğim yolda eğilip bükülmeden, eyvallahsız ilerlemeye çok şükür devam ediyorum. Zaman zaman zor da olsa insanı diri tutan bir yaşam biçimi, şikâyetim yok.

– Şiirlerinizi genel olarak değerlendirirseniz okuyucuları nasıl bir kitap bekliyor?

20 yıldır ilk kez yeni şiirlerimden oluşan bir kitabım yayınlandı. Haliyle, 20 yılımdan süzülen şiirler hepsi. Bütün o yılların sevinçleri, acıları, aşkları, ayrılıkları, kavgaları, yıkılış ve tekrar doğruluşları, yolculukları şiirlerde var. Hem Paris’ten Yeni Delhi’ye yolculuklar hem de kendi içimde yaşadıklarım… Tabii aynı dönemde gezegende yaşananların izdüşümleri de kaçınılmaz olarak yansıyor. Yalın bir şiirin ve hayattaki saf şiirsel durumların peşindeyim. Durmuş oturmuş bir muhayyilenin ürünleri genellikle. Bana sorarsanız sıkı ve yukarıdan bakınca dibi görünecek kadar da duru şiirler ama son söz okurun tabii.

– Şiir kitabınızda yer alan şiirleriniz arasından bestelemeyi düşündüğünüz var mı?

Şiirlerim genellikle serbest vezinle yazıldıklarından, hatta bir kısmı düpedüz anlatımcı olduğundan bestelenmeye çok uygun değiller. Bestelenebilir olanlar doğrudan şarkı sözü olarak çıkıyor zaten. Sadece hece vezniyle yazdığım “Allah’la Aramızda” şiirini bir gün bestelemeyi düşünüyorum.

– Kitabın içerisinde yer alan şiirlerin dizelerinde İbnü’l Arabi, Victor Hugo, Mevlana, Yahya Kemal, Paul Auster ve Puşkin misafir olduğunu gördük. Bu isimler sizin için ne ifade ediyor?

Saydıklarınız şu ya da bu şekilde düşünce dünyamı yapılandırmış kişiler. Tabii Fikret Kızılok, Bob Dylan, Vlademir Visotski, Jacques Brel gibi ozanlar ile sevgili Cemil Meriç de listeye eklenebilir. Bir de tabii Ursula K. Le Guin!

– Kitabın ismi oldukça dikkat çekici… Kitabın ismi nereden geliyor?

O söz hayat şiarım sayılır… 2013’te Gezi eylemleri sırasında sosyal medyaya yazdığım bir cümleydi. Her kesimden ve siyasal görüşten insan olarak, genel bir gönül körleşmesi tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu hissetmiştim. Buna tepki olarak yazdım, sonra beni de şaşırtan bir hızla anonimleşti. Hatta bugün Mevlana ya da Victor Hugo’nun söylediğini iddia edenler bile var. Kitabın başlarındaki “Vecizeler” şiiri o sözün ilginç yolculuğu hakkındadır.

– 1991 yılında yazdığınız ilk şiirlerden günümüze gelirsek son kitabınızda yer alan şiirlerde ne gibi farklılıklar gözlemlediniz?

Gençken daha imge yüklü, daha girift ve kapalı şiirler yazıyordum. Belki de özgüven eksikliğinden. Şimdikiler daha berrak şekilde geliyor. “Acaba derinliği kaybeder miyim?” kaygısı gütmeden yalın şiirler yazabiliyorum. Bu tabii yaşla gelen bir şey, herkes Orhan Veli gibi bu noktaya delikanlıyken varamaz.

– 1997 yılında Altın Erguvan Balkan Şiir Ödülü’nü İzzet Sarayliç ile paylaşmıştınız. O günleri bizlere anlatır mısınız?

O zamanlar gitar çalan şair çocuktum. Aradan geçen onca yıl pek çok şey getirdi. Zaferler kazandım, onları çarçur ettim, düştüm ve tekrar doğruldum. Kendimi bazen parlak ışıkların altında bazen de uzak bir dağ köyünde yapayalnız buldum. Kadınlarım ve çocuklarım oldu, onlarla dünyayı yeniden keşfettim. Sonunda şaşırarak gördüm ki çember tamamlanmış ve o gitar çalan şair çocuğum yine. Artık vaktiyle beraber rakı içme şerefine nail olduğum, Bosnalı büyük şair Sarayliç’in şiirlerini daha iyi anlıyorum.

– Balkanlar sizin için özel bir yere sahip. Bu hususta günümüzde bölgedeki şiir anlayışı üzerine düşünceleriniz nelerdir?

Balkanlar şiirdir zaten. Yaşanan onca trajedi acılarla beraber yoğun bir şiirsellik tortusu bırakmış. Bunu Sofya’da, Saraybosna’da, Keşan’da hissedersin. Nazım’ın da oralarda yazılmış çok güzel şiirleri var. Balkanlı şairler genellikle benim gibi “durum şiiri” yazarlar. Şiirleri anlaşılsın isterler, Balkanlarda yeterince anlaşmazlık vardır çünkü.

– Yakın zaman içerisinde sosyal medya hesaplarınızda “Affet” isimli şarkının sözlerinin nasıl yazıldığını anlattınız. Kitabınızda buna benzer hikâyeler barındıran şiirler mevcut mu?

Tabii ki mevcut. Bazıları gerçekten yaşanmış bazılarıysa hayal ürünü arka planları var şiirlerin. Ama açık etmek istemem, okurun hayal gücüne karışmamak için.

– Bir süre önce Tahran’da bulundunuz. Tahran üzerinden İran’ı konuşacak olursak şiir ve müziğe orada ilgi nasıl? Gözlemlediklerinizi bizimle paylaşır mısınız? Orada bulunmanın size kattıkları nedir?

İranlılar şiiri ve müziği çok sever. Trafikte kavga ederken bile şairlerden alıntı yapabilecek kadar şairane bir millet. Gençliğimden beri İran kültürünü sevsem de orada olmak bir başkaydı. İranlı sanatçıların yanında insan kendisini çoğalmış hissediyor. Öte yandan Türk kültürüne ilginç bir merakları ve hürmetleri var. En çok özsaygılarından etkilendim. Kendi kültürlerine büyük saygı duyuyorlar.

– Geleceğe dair plan ve projeleriniz neler? Yakın zamanda sizi takip edenleri bekleyen sürprizler var mı?

Şarkılar ve şiirler yazmak dışında bir planım yok; buna da plan denirse tabii. Düet albümünü hakkıyla tamamlamak ilk hedefim. Sonra düetsiz bestelerimden oluşan bir albüme başlayacağım, şarkılar şekillenmeye başladı bile. Son kitabın 20 yıl beklediğini düşünürsek bir daha ne zaman şiir kitabı çıkarırım Allah bilir. Ama verimli bir dönem yaşadığımı hissediyorum.

– Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Son olarak okuyucularımıza ne söylemek istersiniz?

En sağlam direnişin kalbi temiz tutmak olduğunu unutmasınlar. Bu sözün kime ait olduğunu unutsalar bile.

***

Tadımlık şiir:

KARŞININ ADAMI

Park etmişim gece yarısı

tepenin sırtlarına,

dörtlüleri yakmışım.

Sileceklerin ritmi bastırırken

yağmurun duasını,

telefon bekliyorum

bir elimde silahım.

Herkes karşı tarafın

adamı sanıyor beni.

Oysa hiçbiri bilmiyor;

Asya fazla kaderci

isyankâr ruhum için,

Avrupa ise gaddar

kalender meşrebime.

Geciktikçe telefon

ve demir ağırlaştıkça elimde,

istemesem de anlıyorum

ölenin kim olduğunu.

Soruyorum dikiz aynasından bakan

o çoktan soğumuş yüze:

Hangi köprü açıktır bu saatte.

Uğur Hakan Hacıoğlu
Önceki İçerikTekinsizliğin Girdabı “Yerden Yukarı Bulutların Altında” | Entropi Sahne
Sonraki İçerikKarşı Tarafın Makosenleri
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments