Zeynep Doruk: “Olduğumuz yerde saymak istemiyorsak tüm bildiklerimizi unutup yeni yollar aramak ve hatta açmak zorundayız.”

"Olduğumuz yerde saymak istemiyorsak tüm bildiklerimizi unutup yeni yollar aramak ve hatta açmak zorundayız."

0
Zeynep Doruk / Fotoğraf:Burak Ertaş

Zeynep Doruk’un lise yıllarında New Hampshire Üniversitesi’nin yaz kamplarında başlayan müzik eğitimi, La Sapianza Üniversitesi’nde devam etti. Türkiye’ye döndüğünde bir yandan İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi Bölümü’nde okurken bir yandan da dört yıl boyunca İstanbul Gelişim Orkestrası’nın solistliğini yaptı. Jenerik müziği ve reklam jingle’ları seslendirdi ve Ajda Pekkan, Yalın gibi isimlere vokal yaptı. On yıldır Sertab Erener’le çalışan Zeynep Doruk’un ilk albümü “Unutmasınlar”, 2019’un Ağustos ayında MEYPOM etiketiyle dinleyiciyle buluştu. Zeynep Doruk’la dinleyicilerin güçlü bir yorumcu ve eğitimli bir müzisyenin elinden çıkan şarkılarla karşılaşacağı ilk albümünü, hazırlık sürecini, müziğin yaşamındaki yerini ve bundan sonrasını konuştuk.

– Çocuklukta en büyük hobiniz olan müzik üzerine on dört yaşındayken tek başına gittiğiniz New Hampshire Üniversitesi’nin yaz kampında başlayan eğitiminiz, profesyonelleşme yolunda ilk adımınız oldu. Ardından La Sapianza Üniversitesi’nde eğitiminize devam ettiniz ve Türkiye’ye döndüğünüzde İstanbul Gelişim Orkestrası’nın solisti olarak dört yıl sahneye çıktınız. O günlerden günümüze önce Ajda Pekkan, Yalın’ın ve on yıl boyunca da Sertab Erener’in vokalistliğini yaptınız. Müzikal eğitiminiz, yolculuğunuz ve deneyimleriniz, geçtiğimiz yıl yayınlanan ilk albümünüz “Unutmasınlar”a kadar geçen süreci nasıl biçimlendirdi? Eğitim alarak ve işin tekniğini bilerek yola çıkmanın size kazandırdıkları neler oldu?

Zeynep Doruk: Bütün bu yolculuk, her şey, tüm seçimlerim müziğin, müziğin üzerinde konumlanan kelimelerin ve hepsinin içine hissettiklerimi de katıp bu bütünü sesimle harmanlamamın bana verdiği inanılmaz mutluluğu perçinlemek içindi aslında. Beni hayatta en çok mutlu eden şeyin müzik olduğunu çok küçükken anladım. Bunu meslek olarak seçmem o yüzden kaçınılmazdı sanırım. Peşinde olduğum şey şöhret değildi; o yüzden kestirme yollar benim ilgimi hiç çekmedi. Yaptığım şeyi hakkını vererek yapmakla ilgileniyordum. İçine gireceğim dünyanın en tozlu, en karanlık, en bilinmeyen köşelerinden başlayarak her boyutunu deneyimlemek istedim. En parlak kısma yani sahneye ulaşmadan ve seyircinin gözünün içine baka baka şarkı söylemeden önce buralarda yoğrulmak, şekillenmek, edindiğim tüm donanımlarımla en iyi versiyonumu oluşturmak istedim. Kabul ediyorum biraz fazla mükemmeliyetçi bir yaklaşımdı. ? Karşımdaki seyirciye olan saygımdan sanırım. Çok yoğun yaşarım ben her şeyi. Asıldığım ipe kanım değsin istedim. O yüzden yolculuk biraz engebeli, biraz uzun ve oldukça sancılı geçti, o yüzden ilk albümüm bütün bunları kendi kelimelerimle kendi melodilerimle ifade edene kadar, yaşadığım her şeyi içselleştirene ve hikâyemi istediğim gibi anlatana kadar gerçekleşmedi.

– Bizim kuşağın 90’larda cd, kaset alarak albüm dinlediği bir dönemden bugün müzik sektörünün daha çok teklilerle ilerlediği bir döneme geçtik. Siz ise 2019 Ağustos’unda dolu dolu bir albüm yayınladınız. Tekli yerine albüm çıkarmak, “Benim anlatacak bir hikâyem var” demek aslında. Albümü dinlediğimde 90’larda dinlediğimiz nitelikli pop müziğin izinden giden bir soundla karşılaştım ama bir yandan da örneğin “İki Kadın” şarkınızda 1970’lerin, 1980’lerin tınılarını duymak da beni çok mutlu etti. “Unutmasınlar”da anlattığınız hikâyeler, hangi kaynaklardan beslendi? Bir yandan farklı dönemlerdeki müziklerle diyalog kuran bir yandan da Zeynep Doruk’un kendi inşa etmek istediği müziği çok net duyabildiğimiz bu albümün serüvenini biraz anlatır mısınız?

Z.D.: Öncelikle tüm söyledikleriniz için teşekkür ederim. Demek ki sizin gibi bunu fark eden insanlara ulaşabilmişim, ne güzel… ? Bir müzisyen olarak, bir şarkıcı olarak kendinizi ve müziğinizi içinde yaşadığınız çağa uyum sağlayabilecek şekilde sürekli güncellemeniz lazım aslında. Çünkü kariyer dediğimiz şey gerçekten çok uzun bir yolculuk ve ne kadar “iyi” olduğunuz kadar koşullara ne kadar uyum sağladığınız da önemli, bunun farkındayım. O yüzden içinde bulunduğumuz bu dönemde böyle bir albüm yapmak oldukça asi ve cesur bir tavırdı aslında. Tabii ki bu kararı tek başıma vermedim. Prodüktörüm Mustafa Karahan’ın desteği ve inancı olmadan bunu yapamazdım. Kendisine bu vesileyle buradan bir kez daha teşekkür etmek isterim. Kurallardan ve kalıplardan hiç haz etmeyen ve oldukça melankolik biri olarak benim ilk “merhaba”m zaten albümle olmalıydı, dokusu nostaljik, tınısı 2000’lerden farklı olmalıydı, kemanlar bizi başka bir gerçekliğe ışınlamalıydı, çocukluğumun naifliğinden 30’larımın ortalarına varışımın en beyazından en siyahına tüm renkleri içinde olmalıydı, tüm kirlenmişliğim sesimin çatallaştığı yerlerde dışarı fırlamalıydı ve ben bütün mükemmeliyetçiliğime rağmen gerçeklik neyse onu öyle bırakmalıydım. Albümü yaparken, şarkıları söylerken, sonra bitmiş halini duyarken hayatımdaki en büyük terapiyi yaşadım. Sanki kabuk değiştirdim. Çok acayip bir serüvendi.

– Albümünüzdeki üç şarkı dışında tüm şarkıların sözleri ve birçoğunun müziği size ait. Söz yazarlığı açısından, başta albüme adını veren “Unutmasınlar Aşkım”da olmak üzere şarkılarınızda meydan okuyan, başını hep dik tutan bir tavır dikkat çekiyor. Belki de bu yüzden albümdeki iki cover şarkıdan biri olan ve 1970’lerde “Başım yukarıda meydan okuyorum hayata ve sana” diyebilen Fikret Şeneş’in sözlerini yazdığı “Kim Derse ki” şarkısı albümle çok güzel bütünleşmiş. Bu bağlamda müzik, bir müzisyene derdini anlatmak ve meydan okumak açısından nasıl olanaklar sunuyor?

Z.D.: Albümdeki tüm şarkılar beni özden yansıtıyor; kalıplara uymayan, dayatılan yeni gerçeklere kafa tutan, öte yandan nostaljik, yoğun, yalnızlaşmış, şeffaf, biraz melankolik, kaybolan manevi değerlerin ve çocuksuluğunun belki de nereye gittiğine bakmadan bir kelebek kovalarcasına peşine takılan bir kız çocuğun hayatın gerçeklerine bulanmış bir kadın olma yolculuğu var orada. Albümde bana ait olmayan tüm parçalardaki ortak özellik, o şarkılardaki hissiyatları yakından tanımam ve o sözleri benim yazmış olmamın çok olası olmasıydı. Dertlerimizin ortak olmasıydı. Buna özellikle dikkat ettim. Müzisyenliğin haricinde, bütün bu hisleri ve dertleri şarkı söyleyerek anlatabilmek müthiş bir şey; sadece kelimelerle ya da sadece müzikle değil, üzerine bir de bedenimin tüm hücreleri titreyerek çıkardığım sesle ifade edebilmek yani… Her şeyimle tüm evrenle bağlantıdayım o an. Çok büyülü bir şey bu.

– Türkiye’nin en önemli müzisyenlerden biri olan Attila Özdemiroğlu, hocanızdı. Önce dinleyicisi, sonra da öğrencisi olduğunuz Attila Özdemiroğlu ya da yine Türk pop müziğinin son elli yılına damgasını vurmuş Onno Tunç, Melih Kibar, Uzay Heparı gibi müzisyenlerin üretimlerine bugünden baktığınızda neler söyleyebilirsiniz? “Bu müzisyenler, bugün hayatta olsaydı acaba neler dinlerdik? Türk pop müziği nasıl bir yerde olurdu?” diye düşünüyorum. Sizce hem nitelik hem nicelik açısından üretimleri, Türk pop müziğinin seyrini nasıl etkiledi?

Z.D.: Attila Özdemiroğlu’nun lafı geçince hâlâ gözlerim dolar. Kendisiyle tanışmış, sahnede ve sahne dışında beraber senelerce müzik yapmış, saatlerce dünyanın tüm meselelerinden bahsetmiş biri olmaktan dolayı kendimi çok ama çok şanslı hissediyorum. Her yeni bestemde ya da sözümde elim hâlâ telefona gider. Çok başka bir insandı Attila abi. Bana, her şeyden öte, müziğe uzun uzun kafa yormak ve emek vermek haricinde bir de dünyayla ve dünya dışı o ilahilikle farkında olmadan da olsa sürekli temasta olmam gerektiğini öğretti. Hem nitelik hem nicelik açısından Onno Tunç, Melih Kibar, Uzay Heparı, Attila Özdemiroğlu gibi isimler seneler geçmesine rağmen halen kalbimizde yer eden parçaların en büyük mimarlarındandır. Şarkıcı kadar, şarkının sözü kadar, bestesi kadar aranjman da çok önemlidir. Müzisyen olmayan bir dinleyici bunun farkında olmayabilir ama aranjman şarkıyı çok başka yerlere götürür. Sizin evinizde tek gitarla yaptığınız besteye bir piyano girer, ardından kemanlar konuşmaya başlar, sözün olmadığı yerlerde müzik sizi bambaşka bir boyuta götürür, hah işte o zaman şarkı sizin kalbinizde yer edinen forma dönüşür. Mesela benim albümümde öyle oldu, tüm şarkılarımın aranjmanlarını Nevzat Yılmaz yaptı ve bu bahsettiğim ruhu albüme kattı. Sağolsun, varolsun, o da benim için büyük şanstır. Bu yukarıda saydığımız müzisyenler hala hayatta olsaydı bambaşka bir Türkçe pop müzik diniyor olurduk. Her biri kendini tekrar etmeyi sevmeyen, araştırmacı, dinamik insanlardı, tabii ki onlar da kendilerini güncellerlerdi sanırım ama özdeki ustalıkları kaldığı için mis gibi müzikler dinlerdik. Günümüze gelirsek… “Türkçe pop” dediğimiz şeyin başkalaşmasında ve şu an “Türkçe pop” diye adlandırılan ama popla alakası olmayan müziklerin popa yön vermesinde şarkılar ve şarkıcılar kadar aranjörlerin de payı çok yüksektir. Eh, şimdi gel de nostaljik olma…

– İki aydır salgın nedeniyle evlerimize kapandık. Birçok sektörde üretim durdu. Bu koşullar, sizi ve üretiminizi nasıl etkiledi? YouTube kanalınızda şarkılarınızın canlı performans videolarını paylaşmaya başladınız. Devamı gelecek mi? Bununla birlikte bu süreci atlattıktan sonra yapmayı planladığınız neler var? Dinleyicilerinizi neler bekliyor?

Z.D.: Evet, hepimiz kendi yaşam dilimimizde daha önce hiç yaşamadığımız bir durumla karşı karşıyayız. İstisnasız hepimiz yepyeni bir gerçekliğin dünyayı, insanları, ilişkileri ve işleri yeniden şekillendirmesine şahit oluyoruz. Kimimiz içine kapandı, kimimiz sürekli canlı yayın yapıyor, kimisi kendini ev işlerine verdi, kimimiz yüzleşiyor, kimimiz kaçıyor, kimisi ekmek yapıyor; herkes bu süreçle farklı şekillerde başa çıkıyor sanırım. Bir de içinde bulunduğumuz bu yeni gerçeklikte hepimiz tek başımızayız aslında. Kendi kendimize yetmeyi öğreniyoruz. Olduğumuz yerde saymak istemiyorsak tüm bildiklerimizi unutup yeni yollar aramak ve hatta açmak zorundayız. Benim YouTube kanalı açma çalışmalarım Kasım’da başlamıştı. O zamandan beri çalışıyor, fikir ve içerik üretiyor, çekimler yapıyorduk. Elimizde içimize sinen yeterince materyal olunca da açacaktık zaten kanalı. Büşra Küçükçakır’ın desteği olmadan kanalı açmam imkansızdı. Geldi, çekimleri, kurguları yaptı, motivasyon verdi, en büyük desteğim oydu. Ona da buradan teşekkür edeyim. Artık YouTube kanalım açıldı ve evet umarım devamı gelecek. Akustik performanslar, soru&cevaplar, bloglar olacak. Bu süreç bakalım her birimizi nasıl değiştirecek, içimizden neler çıkacak, yeni gerçekliğimiz ve bu gerçekliğin içindeki yeni yerimiz ne olacak inanın ben de bilmiyorum. Ama o çok sevdiğim şarkıda da dediği gibi “Benim hala umudum var…”

UNUTMASINLAR AŞKIM

Önceki İçerikAtaşehir’de pandemi döneminde kültür sanat etkinlikleri devam ediyor
Sonraki İçerikExpressionism
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments