
En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Bir çalma listesi, sadece şarkıların sıralandığı bir alan değil. Görselliğiyle, seçkisiyle, ismiyle, sesiyle… Bütünüyle bir anlatı. Ve o anlatı; eğer müziğin ruhuna sadıksa, dinleyicinin yolculuğu da anlamlı olur.
Peki, bu Spotify’ın umurunda mı?
Beni takip edenler, NouvArt’ta daha önce yazdığım yazılardan hatırlayanlar ve platformun değişimini gözlemleyenler, Spotify’ın artık müziğe hizmet etmek için var olmadığını biliyor olmalı. Çalma listeleri, algoritmalar ve içerik politikaları giderek daha fazla ticari kaygılar etrafında şekillenirken, gerçekten müziğe tutkun olan bağımsız sanatçılar ve türlerin ruhuna sadık kalan projeler geriye itiliyor.
Bir rock listesi açıyorsunuz ama içeriğin gerçekten rock olup olmadığı bile tartışmalı. Playlist kapakları; türden, duygudan ve bağlamdan bağımsız şekilde yalnızca o an kime yatırım yapılmak isteniyorsa onunla dolduruluyor. Müziğin ruhunu yansıtan görsellik, yerini algoritmalara hitap eden yüzeysel estetiklere bırakmış durumda. Bu yaklaşım, müziğin bir ifade biçimi olarak sahip olduğu derinliği ve kültürel bağlamı silikleştiriyor.
Dijitalleşmenin başında umutla kurduğumuz “özgür alan” hayali çoktan yerini algoritmaların yönettiği bir sahneye bıraktı. O sahnede artık sadece çok sesli müzik değil, çok tıklanan müzik duyuluyor. Spotify’ın oluşturduğu bu tekdüze ses evrenine “Spotifycore” deniyor: Kısa, kolay dinlenebilir, risksiz ve duygusal olarak yüzeysel şarkılardan oluşan bir formül. Bu yapının içinde var olmak isteyen bağımsız sanatçılar, görünürlük kazanmak için bu formüle uyum sağlamak zorunda kalıyor. Bu da özgünlüğün törpülenmesine yol açıyor.
Son günlerde Mehmet Tez’in de yazısında dikkat çektiği gibi; müzik endüstrisi bir kez daha kırılma noktasına yaklaşıyor. MIDiA’nın 2024 raporuna göre, stream gelirlerindeki büyüme hızla düşüyor — 2023’te %9.7 olan artış oranı, 2024’te %6.5’e geriledi. Stream’in müzik gelirleri içindeki hâkimiyeti ilk kez gerilemeye başladı. Bu, yıllardır süren “stream merkezli stratejilerin” sürdürülebilirliğini sorgulatan ciddi bir gelişme. Müzik devleri şimdi yapay zekâ dahil yeni yollar ararken, bağımsızlar bu belirsizlikte kendi çözüm yollarını üretmek zorunda kalıyor. Görünürlük uğruna yapılan telif fedakârlıkları, algoritmalarla şekillenen çalma listeleri ve şimdi de büyüme ivmesini kaybeden stream ekonomisi… Bütün bunlar bize şunu hatırlatıyor: Spotify artık yalnızca bir dağıtım aracı değil, aynı zamanda sanatçıyı içinde yutan bir labirente dönüşmüş durumda.
Üstelik sorun sadece görünürlük değil, ekonomi de. Spotify’ın gelir paylaşım modeli, özellikle bağımsız sanatçılar açısından ciddi adaletsizlikler barındırıyor. Yine Mehmet Tez’in “Bu kitapta yazılanlar doğruysa” başlıklı başka bir yazısında aktardığı üzere; Liz Pelly’nin Mood Machine: The Rise of Spotify and the Costs of The Perfect Playlist adlı kitabında Spotify’ın “Discover Mode” (Keşif Modu) özelliğiyle ilgili dikkat çekici bir bilgi yer alıyor. Buna göre, sanatçılardan şarkılarının algoritmada daha fazla önerilmesi karşılığında %30 daha az telif ücreti ödemeyi kabul etmeleri isteniyor. Yani sanatçı, görünürlük uğruna gelirinden feragat ediyor; kazanan yine sistem oluyor.
Bununla da kalmıyor. Spotify’ın Warner Music Group gibi büyük plak şirketleriyle yaptığı özel anlaşmalar, bu şirketlerin kataloglarını daha da öne çıkarıyor. Yani sistem, devleri daha büyük yaparken, bağımsızları sistemin dışına itiyor. Görünürlük azalıyor, dinleyiciyle bağ kurmak zorlaşıyor.
Bu koşullar, birçok bağımsız müzisyeni alternatif platformlara yönlendiriyor. Bandcamp gibi doğrudan destek temelli yapılar, sanatçıların hem yaratım süreçlerini kontrol etmelerini hem de daha adil bir gelir modeliyle ayakta kalmalarını sağlıyor. Ne yazık ki Türkiye’de bu platformlar yeterince yaygın değil. Ancak özellikle uluslararası dinleyici kitlesine sahip olan sanatçılar için Bandcamp hâlâ önemli bir çıkış yolu. Son dönemde ise Tune.FM gibi merkezsiz yapılar, bağımsız müzisyenler için yeni bir umut sunuyor. Bu platform, dinlenme başına çok daha yüksek telif ödemeleri yaparak sanatçılara Spotify’a kıyasla bazı örneklerde 10 ila 100 katına kadar çıktığı iddia edilen gelir imkânı sunabiliyor. Üstelik yalnızca bağımsız müzisyenler değil, Snoop Dogg gibi global yıldızlar da bazı şarkılarını yalnızca bu platformda yayımlamaya başladı. Ancak bu tür yapılar Türkiye’de henüz bilinirlik kazanmış değil ve alışkanlıkları kırmak zaman alacak gibi görünüyor.
Öte yandan, kolektif destek ağları hâlâ belirli hedef kitlelerde sınırlı kalıyor; bu ağların yaygınlaştırılması için daha fazla farkındalık ve bilinç gerekiyor. Bağımsız çalma listeleri ise hak ettikleri görünürlüğe ulaşamıyor — burada hem dinleyicilere hem de müzik yazarlarına büyük iş düşüyor. Daha adil bir paylaşım modeline ulaşmak ise yalnızca platformlarla sınırlı bir mesele değil; bu, aynı zamanda meslek birliklerinin sorumluluğunda olan, sistematik bir değişimi gerektiriyor.
Yapay zekânın bu kadar geliştiği bir çağda, gerçekten müziğe sadık, sanatçıyı ezen değil destekleyen, dinleyiciyi algoritmaların değil duygunun izinden götüren adil bir sistem neden hâlâ geliştirilemiyor?
Müziğe hizmet eden bir sistem, hem üreticiyi hem de dinleyiciyi merkeze almalı. Oysa biz, cevabı hep Spotify’da arıyoruz. Belki de hatamız bu. Belki yeni yolları biz yaratmalıyız.
Müziğe inananlar, duyguyu hâlâ önceleyenler, şarkıları rakam değil an olarak görenler olarak… bunu çoktan yapmış olmalıydık. Çünkü müzik hâlâ bir direniş biçimi. Ve bağımsızlar, o direnişin en sahici sesleri.
Beyza Cumbul













