Leylâ Erbil’den Bana Kalan…

"Erk sahibi olana yapılan dalkavukluktan halk dalkavukluğuna her türlü eğilip bükülmeye karşı çıkan Leylâ Erbil, okur dalkavukluğuna da indirgemedi yazınını."

0

On yıl olmuş Leylâ Erbil okumaya başlayalı. 2009’da üniversitenin kütüphanesinde Zihin Kuşları adlı kitabıyla karşılaşmamla oldu olan. Edebiyat, genel olarak sanat, günlük yaşamın sığlığı, yanıtsızlığı ve çıkışsızlığına karşı bir derinlik sunar, kolayca yanıtlarını vermez sorduğun soruların ama yeni sorular için kafanı kurcalar ki bu çok iyi bir şeydir ve birtakım yeni yollarla, çıkışlarla kaldığın yerden devam edebileceğinin sinyallerini verir. Erbil’in adını andığım kitabı, denemelerinden oluşur. Zihin Kuşları ile değil de başka bir kitabıyla Erbil yazını ile tanışsaydım yolculuk, yine böyle heyecanla, hevesle mi başlardı? Kuşkusuz, evet. Okuduğum ikinci Erbil kitabı, Cüce oldu. Ardından Tuhaf Bir Kadın, Gecede, Üç Başlı Ejderha derken Leylâ Erbil ve Pınar Kür’ün yapıtları üzerine karşılaştırmalı bir yüksek lisans tezi yazmaya kadar vardı bu yolculuk ve hala devam ediyor. Peki, neydi Leylâ Erbil’in metinlerinde beni kendine doğru çeken? Erbil, yaşamıyla yapıtları birbirine ters düşmeyen yazarlardan. Bugün olur olmaz kişiler için bile kullanıldığı için “ilkeli” sözcüğünü kullanmak yerine başka bir sözcük kullanmak gerektiğini düşünüyorum. Onu tek bir sözcükle anlatmanın yetersiz olacağı – bu gerçekten bir iltifat değil – düşüncesi de geliyor akabinde. Karanlığın Günü romanının yazar karakteri Neslihan, “Ben beni yedi kişi anlasın istiyorum, yedi kişi yeter bana!” der (Erbil, 2009, 191). Erbil de aynı tavırdaydı. Erk sahibi olana yapılan dalkavukluktan halk dalkavukluğuna her türlü eğilip bükülmeye karşı çıkan Leylâ Erbil, okur dalkavukluğuna da indirgemedi yazınını. Okurları, nabza göre şerbet veren bir yazarın yazdıkları yerine insanı allak bullak edip düşünmeye sevk edecek metinlerle karşılaştılar hep. Erbil, buna hazır olan, başka bir deyişle o güne kadar öğrendiklerinin, ezberlediklerinin dışında başka savlar, öneriler de olabileceğini göze alan, tembel olmayan okurlar istedi bence. Bu yüzden yazarın yapıtlarını okuyanlar çok iyi bilirler, yer yer metnin anlatıcıları “Sevgili okurlarım” diye seslenirler ve sonra da “Nereden sevgili oluyorsanız?” diye sorar biri, bir başkası “Var mısınız yok musunuz bilemediğim okurlarım” der. Elbette buradan kalkıp yazarın kurmaca karakterlerinden hiçbirini “Kendisi mi acaba?” gibi yine sığ bir yaklaşımla yorumlamak, metni doğru çözümlemekten fersah fersah uzak bir yaklaşım olacaktır. Zenîme’de örneğin, Leylâ Erbil’in birebir benzerlikler olduğunu savlayabilir miyiz? Olsa olsa o akorsuz iki kalbin bir tarafı, her zaman, son anına kadar direnen tarafı olur Erbil. Bütün bunları düşününce, hala yazar merkezli okumalarla alelade incelemeler karşımıza çıktıkça Erbil yazınını tümüyle kavrayacak eleştirmenler, okurlar olabilmesi için daha uzun yollar kat edilmesi gerektiğini görüyoruz. Erbil’in “hafir” diye seslendiği Elmas Hoca gibi kaç araştırmacı ya da Hülya Soyşekerci, Erendiz Atasü gibi kaç eleştirmen var yazarın yapıtlarını kapsamlı biçimde çözümleyebilecek, anlayabilecek?

“Sanki anlatmasam hep bir şeyler eksik kalacak”

            Sözü çok uzattım. Aslında ben size Erbil’in bende bıraktığı izleri anlatacaktım, yolumu nasıl değiştirme, dönüştürme gücünün olduğunu. (Okuduğunuz metnin yazarı acaba burada hangi yapıta gönderimde bulunuyor? Bu da bu yazının bir oyunu olsun.) Hadi, gelin size anlatayım artık ondan bana kalanları. Zihin Kuşları ile başladığım okul, bana sık sık son anda bile şunu hatırlattı: Asla, hiç kimseye boyun eğme! Ne diyordu yazarın “Eski Sevgili” öyküsünde anlatıcı: “…Haksızlıkla yüz yüze geldiğin anda sana doğru yolu gösterecek olan tek şey yüreğinde duyacağın o derin öfkedir. Kalıplaşmamış bir öğüttür öfke. Öfkelenmeyi bil oğlum, haksızlıkla yüz yüze geldiğin anda öfkelenmesini bil!” (Erbil, 2010, 221). Haksızlığa uğradığımızda sadece sızlanmamızı ama dahası susmamızı, sindirmemizi telkin eden öğretilere karşı Erbil, yeni bir yol sunuyor. Bu öyküsünden yıllar sonra da son novellası Tuhaf Bir Erkek’te zaman içinde kılıkları, yüzleri değişen ama yaşamın her an her yerinde beliriveren Gorgo’lar karşısında sadece dert yanan, kendini çaresiz hisseden insanları uyarır Erbil. Yazarın diğer yapıtları öyle ya da böyle birçok defa incelenirken son yapıtı Tuhaf Bir Erkek üzerine henüz çok az yazı yazıldı. Oysa daha ilk sayfasında bir Cioran göndermesiyle, sonra da açık açık “gorgo’ya dikkat edin / her yerde olabilir” diyen anlatıcısıyla bize çok şey anlatmak ister (Erbil, 2013, 37). “(…) her hainde, rezilliğe susamışlık olması mümkündür” der Erbil’in metnin başında alıntıladığı tümcesinde Cioran (akt. Erbil, 2013, 4). Gorgo’ların nasıl Gorgo’ya dönüştüklerini zaman zaman unutanlar, hiç ummadıkları bir yerde başka bir Gorgo kılık değiştirerek karşılarına çıktığında yine aynı hataları yaparak onun palazlanmasına fırsat verirler. Gorgo’ların “rezilliğe susamışlığını” yumuşatmaya, makul göstermeye çalıştıklarındaysa ete kemiğe büründürdükleri kötülüğün eli, kolu, bacağı olurlar ve kötülük, Arendt’in belirttiği gibi sıradanlaşır. Leylâ Erbil ise yaşamının da, yazının da hiçbir evresinde bu sıradanlaşmayı olağan karşılamadı. Okur da Erbil’in metinlerini doğru çözümleyebildiğinde o “direnme notasını” buldu (Erbil, 2013, 60). Bu son satırlarda sık sık gönderimde bulunduğum öyle bir anlatı ki, yine aslında yazarın diğer yapıtları gibi, metinlerarasılık açısından ucu bucağı olmayan, adını andığı her metinle, her olayla, her gerçekle başka katmanları açılan, okurun her daim uyanık olmasını isteyen, yazarın zekâsının ve kaleminin gücüyle müthiş bir kara mizah örneği sunan “tuhaf bir novella”.

            Ahmet Oktay’ın Cüce yayımlandığı günlerde bir yazısı yayımlanır. Bu yapıt için “girdap metin” ifadesini kullanır yazısında. Ben Leylâ Erbil’i her okuduğumda onun girdabının içine çekilmekten, bilmediklerimi fark etmekten, silkelenmekten keyif aldım. Dahası bu okuma deneyimlerinin hepsinin bir kazanım olduğunu bilerek döndüm daha önce defalarca okuduğum Leylâ Erbil metinlerine. Yazının başında Leylâ Erbil okuru olmayı yolculuk metaforuyla anlattım. On yıldır bu metinlerle yaşıyorum, yol alıyorum, büyüyorum. Leylâ Erbil’le temel anlamda yan yana yürüyüşüm ise ne yazık ki sadece bir defa oldu. 2012 Şubat’ında İzmir Konak Belediyesi’nin düzenlediği öykü günlerinin onur konuğuydu. Hastalığının ağırlaşmaya başladığı günlerdi. Yine de geldi ve bir konuşma yaptı. Sait Faik’i andı. Konuşması bittikten sonra Latife Tekin’le birlikte etkinliğin düzenlendiği mekândan çıkarlarken yanında yürüdüm hiçbir şey söylemeden. Evet, söyleyecek çok sözüm vardı ama onu o halde ayakta tutup yormaktansa sessizce yan yana yürüdüğümüz bir anın bende kalması çok daha değerliydi. Sonrasında kızıyla konuşma şansım oldu. Eğer sağlığının elverdiği başka bir dönemde Leylâ Erbil’le sohbet etme fırsatım olsaydı ona özetle şunu söylemek isterdim: “Ben o yedi kişiden biri olmak için hayat boyu uğraşmaya, kafa yormaya, başarabilirsem sekizinci, dokuzuncu okuru bu yola çekmeye talibim.”

Erbil, Leylâ. Eski Sevgili. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.

Erbil, Leylâ. Karanlığın Günü. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2009.

Erbil, Leylâ. Zihin Kuşları. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2010.

Erbil, Leylâ. Cüce. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.

Erbil, Leylâ. Kalan. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2011.

Erbil, Leylâ. Tuhaf Bir Erkek. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2013.

Önceki İçerikAltın Portakal’dan gençlere yeni ve yeniden destek
Sonraki İçerikMarvel’in sahibinden gecikmeli serzeniş: Örümcek Adam’ın ağlarını sonsuza dek bizimle örmeyeceği çok belliydi!
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments