Dokuz Sene Geçmişti

"Şimdi sorsam alıştın mı diye, düşünmeden evet cevabını verecek bir sürü insan tanıyorum. Yanına gitmek için her şeyi yapabileceğim ve her şeyden de vazgeçebileceğim..."

0

Nelere alışır insan? Ya da zamanın akıp gidişiyle neleri kabullendiğinde alıştığını zanneder? Belki de sevgi, nefret, öfke, mutluluk hepsi yan duygulardır ve biz aslında sadece alışarak hayatta kalıyoruzdur. Bu dünyayla tanışıp alıştığımızda konuşup yürüyoruzdur belki ve belki de gözlerimiz harflere alıştığında öğreniyoruzdur okumayı. Belki de alışınca seviyoruzdur, alıştığımız yerlere gidiyoruzdur ya da gitmiyoruzdur bir yerlere sırf alışkanlıktan. Zamanla zayıflayan duygular, günden güne eriyip giden detaylar ayaklarımızın altında sürünüyordur aslında. Böyle bir şey işte alışmak, elimize yüzümüze bulaştırdığımız hatıralar ve adım attıkça artık ezdiğimizi bile fark etmediğimiz geçmiş zaman gibi. Aslında unuttuğumuzu sandığımız ne çok şey var bir sürü yer kaplayan bedenimizde. Hiçbir şey geçmiyor, bitmiyor ya da iyileşmiyor ama o kadar farkında değiliz ki benliğimizi nelerle doldurduğumuzun, azalıyor içimizdeki boşluklar. Ve belki de alıştıklarını koyabileceği boş yer kalmadığında ölüyordur insanlar.

Bazen iyi geliyor insana bazı duyguları stabil kılmak. Hayatını düzene oturtmak gibi bir şey bu, güvende hissettiriyor alıştıklarıyla yaşamak ve bir şeylere alışmak istemek. Riskleri azalttığımız için rahatlıyoruz belki de, kolaya kaçıyoruz yaşarken. Alışmak her zaman daha kolay vazgeçmekten ve daha üzücü unutulup gitmekten. Hiç olmamış gibi yaşamak ağır geldiğinden, acı çekerek alışmaya çalışıyoruz. Biz kim bilir neleri unuttuk sanıp, olmayacak zamanda hatırlayınca kendi ayağımıza sıkıyoruz. Bayılırız ya kendimiz için işleri zorlaştırmaya, belki bu da sadece bir tanesidir küçük oyunlarımızdan. Kim bilir, belki de alışamadıklarımız yüzünden heyecanlanıyoruzdur onca zaman.

İster istemez düşündüm ben de nelere alıştığımı geçen yıllar boyu ve nelere alışamadıkça heyecanlanıp ona buna konuştuğumu. Hepimiz yaşadık bu oyunu ve bir şey yokmuşçasına hayatımıza devam etmeyi. Hangi içkileri yudumlarken kimleri unuttuğumuzu düşünüp, kimlerin mutlu olmasını dilediğimizi gözden geçirdikçe, belki de farkında olmadan alıştığımız konuları gün yüzüne çıkardık. Her şey bir kenara, biz sistemi bozguna uğratacak alışma kavramını yarattık. Alışınca geçecek diye o kadar güzel inandırıldık ki, inandıkça gerçek sandık, düzenimizi kurduk ve uğraşmayacağız sandık. Oysa alıştığımız şeylerden kaçtık, kaçtıklarımızdan kurtarılamadık ve dar ağacına hatalarımızı önce biz çıkardık. Biz alışa alışa yaşayabileceğimize inanan insandık.

Şimdi sorsam alıştın mı diye, düşünmeden evet cevabını verecek bir sürü insan tanıyorum. Yanına gitmek için her şeyi yapabileceğim ve her şeyden de vazgeçebileceğim, üzüntü değil de heyecanlarına ortak olmak için yanında olmaya can attığım, canımı canına katmak için bir saniye bile düşünmeyeceğim, istediği hayatı yaşabilmesi için her koşulda yanında olacağımdan emin olduğum, onsuz bir gelecek düşünmemek için her türlü senaryoyu baştan yazabileceğim, ne olursa olsun yanında olacağım, yanımda olacak kişiler biliyorum bir şeylere alışmaya çalışan, belki de çoktan atlatan ya da alışamadığı onca şeyle hala savaşan. Bazı durumlarda alışmaya çalışmak o kadar tek kişilik bir senaryo olmuyor ki, sen alışsan karşındaki alışamıyor, alışamadıysan da o kişinin huzurunu kaçıracağını bildiğinden mutluymuşcasına iletişim kuruyorsun. Seni o kadar özledim ki, ne olursun bir çaresini bulalım deme cesaretini gösteremeyip, her şey yolunda gibi davranarak, bari rahatsız etmeyeyim diye düşünüp yutkunuyorsun. Oysa onlar olmadan eksik hissediyorsun, hayatını sorguluyorsun ve ben ne yapıyorum diye her gece düşünerek uyuyorsun. En kötüsü de buna alıştıktan sonra, alıştığın için suçululuk duyarak, geçmiş günlere tutunarak ve belki de gerçekleşmeyecek hayaller kurarak yine yeniden mevcut normale kendini inandırıyorsun. Ne yaşarsan yaşa, içine işleyen bu evrenden sıyrılıp da yanında olanlara şükredip hayatına devam edemiyorsun.

Herkesin alıştığını düşündüğü için kendisiyle birlikte her yere sürüklediği alışkanlıkları var hayatta. Bazen sadece alıştığı ve devam ettirmek istediğine inandığı, bazense sadece alıştığı ama alışkanlık haline gelmesini istemediğinin farkında dahi olamadığı için. Korkuyoruz, alışırsak unuturuz diye, unutursak normalleşir diye. Normalleşen hiçbir acımıza alışmadan acı çekmeye devam edebilmek bir lütufken, alıştığımız için unuttuğumuza göz yumabildiğimiz her konu bize zarar veriyor. Travmalarımızı kendi kendimize atlatabildiğimizi düşünüyoruz, karşılacağımız her yeni acı için hazır olduğumuza inanıyoruz ve yediğimiz bir sonraki darbede tahmin dahi edemediğimiz noktalara sürükleniyoruz. Birilerinin yokluğuna alıştığımız için o duygular geçti sanıyoruz. Oysa biz, ölmeye hazır hissettiğimiz ana kadar kendimizi bile tanıyamıyoruz. Ölümün bir son olduğuna o kadar inandırıldık ki, yaşadığımız hikayelerde ölüm ile bitmeyen sonlar için kısa vadeli pişmanlıklar yaşıyoruz. Biz alıştığımızın dahi farkında olmadığımız sonların, ölmeden gerçek olamayacağını asla bilemiyoruz.

Takvim doğum günümüzü göstermediği sürece yaşlandığımızı, alıştığımız düzen bozulmadıkça ailemizin aslında ne kadar yaşlı olduğunu ve yumurta kapıya dayanmadığı sürece sevdiklerimizle vaktimizin kısıtlı olduğunu düşünmüyoruz. Alıştığımız düzene zarar gelmesin diye verdiğimiz savaşı hayallerimizin peşinde koşarken unuttuğumuzun farkına varamıyoruz. Oysa ne için, kim için ve neden savaşıyoruz ki bu hayatta? Başarılarımızı kanıtlamak için mi? Alıştığımız hayata ne kadar iyi adapte olabildiğimizi gösterebilmek için mi? Yoksa alıştığımız acılarımızı farkında olmadığımız için mi? Bu hayattan silinip gideceğimizi kabullendiğimizde, bizden sonra da hayatın devam edeceğinin bilincine vardığımızda, neleri olduğu gibi bırakmayı göze alıyorsak, göze alamadıklarımızın korkusunda ne gibi hatalar yapıyoruz? Biz aslında yaşadığımız bu hayatı yaşamamız gerektiği şekilde oluşan beklenti için mi yoksa beklentileri çürüterek bildiğimizi okumaya devam edebilmek için mi yaşıyoruz, bilmiyorum.

Sorguladığım ne varsa seninle öğrendim ben. Seni unuttuğumdan değil, bana kattıklarından vazgeçtiğim için değil, bir gün bunları hatırlayamamaktan korktuğum için büyüdüm. İnsanlara yaşadıkları anın kıymetini hatırlatmayı tutunabileceğim bir dal olarak gördüğüm için yaşadım. Yaşadığım için küfrettim ama unutmamak için ant içtim. Bir noktada belki de amacımdan cayarak kendi hasarlarımı hayat dersi haline getirdim. Oysa her acı kendine has tecrübeler biriktirir ve her tecrübe kendi özelinde alışkanlıkları ayaklar altına sererek mutlulukları köreltir. Ben aradaki çizgiyi bilemeyecek yaşta olduğum için sorgulamayı seçtim ve sen ölmeyi tercih edemeyecek olsan da acı çekmeyeceğin için yokluğunu bize kabul ettirdin. Zaman her şeyin ilacı değil, biz ilacımızı kendimiz üretip, kendimizi alıştırabileceğimiz yolları keşfettik. İsyan ettik, ağladık ve uzunca bir süre inkar ettik. Ama yüzleşmekten korktuğumuz her duygumuzu seninle öğrendik. Her şey faklı olabilirdi, çocuklarım sana teyze diyebilirdi, beni benden iyi tanıdığın için hatalarım daha az olabilirdi ama bizi alıştığımız düzeni bozan kurallar yok etti. Seni benden alan toprak, üzerine basa basa hayatıma devam etmeyi öğretti. Öyle ya da böyle, bata çıka dokuz sene zaten geçmişti, bugün tam on sene oldu fakat gel gör ki beni onuncu sene bitirdi ve ne üzücüdür ki beni en çok senin sesini unutmamış olmam sevindirdi.

Nerede olduğumuzu, neleri unutamadığımızı bilmiyoruz, nereye gideceğimizi bilmiyoruz ama şimdiki zamana öylesine alışıyoruz ki, unutmamız gerekenlerle yaşayıp, hatırlamamız gerekenleri gömüyoruz. Alıştıklarımızın biraz farkında olsak, kim bilir neleri kaçırmamıza engel oluruz. Bunun cevabından o kadar korkuyoruz ki, gözümüzün önünde olup bitenleri asla doğru yorumlayamıyoruz. O kadar yoruldum ki on sene boyunca susmaktan, çoğul konuşmaya çalıştıkça omuzlarım ağırlaşıyor ama sevdiklerim de bana o kadar alıştı ki, bu konuştuklarımı bazen ciddiye bile almıyor. Oysa vaktimiz daralıyor, biz sadece görmezden geliyoruz.

Gizay Tabanlıoğlu
Önceki İçerikTiyatrodan Sinemaya, Sinemadan Tiyatroya Filmler
Sonraki İçerikYavuz Çetin’in “Bul Beni” klibi yayında
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments