
Eurovision 2025 sona erdi ama akıllarda kazanan şarkılardan çok, yarışmanın çevresinde yaşananlar oldu. Bu yıl siyasi gerilimler müziğin önüne geçmesin çabası gösteren kuruluş; sanatçıları susturmayı başardı ama genel havayı ve siyasi gerilimleri bastıramadı. Halk ve jüri oylarının çelişkisi, sahne şovlarındaki düşüş ve yarışmanın genel atmosferindeki tuhaf hissizlik, bu yılın Eurovision çerçevesini çizdi.
Jüri oyları yarışmanın ilk skor tablosunu şekillendirdi, ancak asıl tablo televoting yani halk oylarının açıklanmasıyla tamamen değişti. Jüri oylarında üst sıralarda yer alan birçok ülke, halk oylaması sonrası büyük bir düşüş yaşadı. Televoting’in belirleyici etkisi bu yıl daha da görünür hale geldi. İsrail’in halk oylarıyla ilk ona yerleşeceği tahmin edilse de; yarışmayı ikinci sırada bitirmesi sanırım yine de beklenmiyordu. Gerçi ben bir ara, ‘İsrail’i birinci yaparlar da yarışma seneye İsrail’i temsilen Almanya’da mı yapılır acaba?’ diye düşünmedim değil açıkçası. Zira İsrail’in yıllardır bilinen lobi gücü göz önüne alındığında, bu yıl birinciliği de kıl payı kaçırdığı düşünülürse; çok da ütopik değildi düşüncem aslında… Ancak genel olarak televoting sonuçları, sadece İsrail özelinde değil, birçok ülke adına beklenmedik sıralamalar ortaya çıkardı. Bu yıl Eurovision, sahnede izlediğimiz performanslar kadar sahne arkasındaki dinamiklerin de yarışmaya yön verdiği bir yıl oldu.

Sahneye ve gösteriye gelince… Eurovision tarihinin en sönük finallerinden biri yaşandı dersem sanırım abartmış olmam. Gösterişli sahne kurgularının yerini bu yıl tekrar eden efektler ve kostüm değiştirme numaraları aldı. Birçok sanatçı performansı sırasında kıyafet değiştirdi. Bu, teknik açıdan bir başarı olsa da duygusal ya da sanatsal olarak iz bırakmayan bir performans seçimiydi. Dahası birçok katılımcı aynı yöntemi tercih ettiği için, etkileyiciliği de kısa sürede kayboldu.
Bu arada, son yıllarda finale çıkan hemen her “gotik ve fantastik anlatımlı” performansın bir şekilde kendine yer bulduğu Eurovision geleneği, bu yıl Hırvatistan’ın elenmesiyle sessizce bozulmuş oldu. Bu tür sahne anlatılarını seven biri olarak, finalde çok daha zayıf performanslar olduğu düşünüldüğünde, Hırvatistan’ı da orada görmeyi isterdim açıkçası.
Ancak yarışma, müzikal dilde farklılık yaratacak bir noktaya da temas etti: Birçok ülke bu yıl ana dillerinde şarkı söylemeyi tercih etti. Bu, bana göre yarışmanın kültürel temsiliyet yönünü güçlendiren, ruhunu hatırlatan önemli bir detaydı.
Siyasi gerilim ise yazımın başında ele aldığım; oylama sırasında yaşananların ötesinde genel havada aslında hep vardı. Bu geçen seneki gibi sahnede gösteril(e)mese de yarışmanın atmosferinde ve arka plan gerilimliydi. İsrail’in katılımı son yıllarda yarışma için en büyük gerilim nedeni. Final gecesinde de İsrail performansı sırasında izleyiciler arasından açılan Filistin bayrağı, ekranlara yansıtılmadı. Sahneye boya atmaya çalışan göstericiler güvenlik ekiplerince durduruldu. İspanya devlet kanalının yarışmadan hemen önce yayımladığı Filistin’i destekleyen mesaj ve Azerbaycan’ın İsrail’e verdiği puan sonrası gelen “kan kardeşliği” açıklamaları, müziğin ötesinde bir zeminde çok şeyin yaşandığını gösterdi.
Eurovision, her zaman sadece bir müzik yarışması olmadı. Ancak bu yıl EBU’nun 2025 için belirlediği yeni kurallar uyarınca, sanatçılar yalnızca kendi ülkelerinin resmi bayraklarını taşıyabildi. LGBTİ+ topluluğunu simgeleyen gökkuşağı bayrağı ya da Filistin bayrağı gibi semboller “politik” kabul edilerek sahneye taşınmaları yasaklandı. Bu karar, dünya barışı ya da bireysel hak ve özgürlükleri müziği kullanarak ifade etmek isteyen sanatçıların susturulması demek oldu. Kimi zaman sahne gösterileri, kimi zaman politik tavırlar yarışmayı belirliyor olabilir; ama bu yıl, her şeyin “biraz eksik” olduğu bir final yaşadık. Belki de bu yüzden, ilk kez bu kadar “kazananı tahmin edemediğim” bir Eurovision’u geride bıraktım.
Geçen yılın kazananı Nemo’nun operatik ve teatral çizgisine çok benzeyen Avusturya’nın bu yıl aynı çizgiden gelerek birinciliği alacağını tahmin etmemiştim açıkçası. JJ’nin kontrtenor (erkeklerde, kadın alto veya mezzo-soprano aralığında şarkı söyleyebilen en yüksek ses tekniği) kullanımı etkileyici olsa da benzer tarzda iki şarkının üst üste birinci olacağını beklemiyordum. O yüzden puanlar açıklanmadan önce Avusturya’ya pek şans tanımıyordum. JJ’nin birinciliği ilan edildiğinde, 2014 kazananı Conchita Wurst’ün JJ’ye gösterdiği samimi destek gecenin bence en duygusal anlarından biriydi. JJ’ye yalnızca sahnede değil, kuliste ve anons sırasında da yoldaşlık eden Conchita, onun yalnızca rehberi değil; en büyük destekçisiydi o gece. JJ’nin birinciliği açıklandığında Conchita’nın sahnede yaşadığı gurur ve mutluluk anı, sosyal medyada “kendi kazanmış gibi sevindi” yorumlarıyla paylaşıldı. Bu kuşaklar arası temsil aktarımı, Eurovision’un yalnızca bir yarışma değil, bir dayanışma ve aidiyet sahnesi olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Bu yıl benim birincim Ermenistan’dı. Parg’ın “Survivor” adlı şarkısı, yarışmada ilk anda dikkat çeken ama son tabloda hak ettiği yeri bulamayan bir performanstı. Duygusal değil; doğrudan, net ve sarsıcı bir dil kullandı. “I’m sick of the news, I’m sick of the views, I’m sick of the lies they’ve told” sözleriyle başladı — medyaya, algıya, gürültüye bir tepkiydi bu. Sahneye koşu bandı üzerinde çıktı; yürüyerek zaman zaman koşarak söyledi şarkısını. Gösterişli efektler eşlik etse de, asıl mesele yürüyüşündeydi sanki. Durmadan yürümek, yorulsa da devam etmek… bir metafordu ama gösterişli veya soyut değil; açık, fiziksel ve netti. Şarkının nakaratında da bunu tekrarladı: “I’m a survivor, stay-aliver, do or die…” Jüriden de halktan da beklediği ilgiyi göremedi. Ama bazen bazı performanslar sıralamalarda değil, iz bıraktığı yerde anlam kazanıyor. Benim için bu yılın yarışmasından geriye, tam da bu şarkının bıraktığı şey kaldı: Yorgun ama ısrarlı bir direnme hali.

Hollanda adına yarışan Claude’un “C’est La Vie” performansı da dikkat çekiciydi. Şarkının başında bir anlık söz karışıklığı yaşadığı söylendi, ancak ben bunu ekran başında izleyen olarak hissetmedim. Bu da sanatçının krizi iyi yönettiği anlamına gelir aslında. Şarkıyı İngilizce ve Fransızca söylemesi ise duygusal etkisini artıran bir tercihti bence. İki dil arasında geçişler doğal ve dengeliydi. Bu çift dilli yapı, hem şarkının adını taşıdığı “hayat bu işte” hissini hem de Claude’un sahne duruşunu güçlendirdi.
İsviçre adına yarışan Zoë Më’nin “Voyage” performansı zarif yapısı ve duygusal tonu ile özellikle jüri oylamasında kendine yer buldu; ama halk oylamasında beklediği ilgiyi göremedi. Oysa bence “Voyage” bu yıl birinciliği alabilecek kadar nitelikte güçlü bir şarkıydı. Zoë Më’nin vokali son derece temizdi ve sahne tasarımı da bu sadeliği destekliyordu; abartıdan uzak ama estetik bir çizgideydi. Final gecesinde kamera açılarıyla ilgili yaşanan ufak bir teknik aksaklık, sahnenin istenen etkisinin biz izleyicilere geçmesini engellemiş gibi görünüyor. Bazı detaylar muhtemelen istenildiği gibi yansımadı ve bu halk oylamasından oy çıkmamasının bedeli oldu. Yine de “Voyage”, bu yılın unutulmaz parçalarından biri olarak hafızama kazındı. Sıralamada ilk ona girse de, bence potansiyeli çok daha yukarıdaydı.
Fransa adına yarışan Louane, bu yıl “Maman” adlı şarkısıyla sahnedeydi. Annelikle ilgili olduğunu öğrendiğim şarkının son sahnesindeki çocuk sesinin sanatçının kızı olduğu bilgisi şarkıyı daha da özel kıldı benim için. Sahne şovunun merkezinde yer alan kum sanatı ise performansa başka bir boyut katarak; şarkının duygusal ritmini tamamlıyordu. “Maman”, jüriden yüksek puanlar aldı; halk oylamasında daha ortalama kaldı belki ama genel olarak sade ama içten bir duruştu. Abartısız, doğrudan ve yerli yerinde bir anlatıydı. Bu yılın iyi ve hissedilen sahnelerinden biriydi.
İsveç bu yıl sahneye KAJ grubuyla çıktı. “Bara Bada Bastu” adlı şarkıları, sauna kültürüne neşeli bir övgüydü. Şarkı, hem melodisiyle hem de sahne tasarımıyla dikkat çekti. Ayrıca İsveç’in 1998’den bu yana Eurovision’a gönderdiği ilk İsveççe parça olması bakımından da önemliydi bence. KAJ, Finlandiya’nın İsveççe konuşan azınlığından üç müzisyenden oluşuyor ve bu seçim, hem kültürel bir köprü hem de dilsel bir çeşitlilik sunuyor. “Bara Bada Bastu”, Melodifestivalen 2025’te rekor kırarak 4,3 milyonun üzerinde oy aldı ve bu, yarışma tarihindeki en yüksek televote sayısıydı. Finalde İsveç, 321 puanla dördüncü sırada yer aldı. Şarkı, Spotify’ın global viral listesinde zirveye çıktı ve sosyal medyada geniş yankı buldu.
“Espresso Macchiato” bu yılın en ikonik şarkısı ve dans performanslarından biriydi; absürt detayları ve sahne mizahıyla unutulmazlar arasına girdi.
“Ich Komme” cesur sahne dili, Eurodance ritmi ve dozu fazla kaçmayan provokasyonuyla yarışmanın en çok konuşulan anlarından birini yarattı.
“Baller”, alışılmışın dışında bir enerjiyle geldi; ne zirveyi zorladı ne de gözden kayboldu — ama dikkat çekmeyi de başardı.
Geçen yılın kazananı Nemo da bu yıl sahnedeydi. “The Code” ile açılışı yaptı; geçen yılki törende kupayı kazara kırması, bu kez açılış skeçlerinde esprili bir hatırlatma olarak yer buldu. Gülümsetti. Performansı yine güçlüydü; sahne hâkimiyeti yerindeydi, enerjisini taşıdı. Kostüm tercihi ise sosyal medyada kararsız yorumlar aldı. Bazı izleyiciler özgün ve teatral buldu, bazılarıysa fazlaca iddialı olduğunu düşündü. Ama Nemo için sahnede olmanın sadece bir kostüm meselesi olmadığı çok açık. Kendi kimliğini ve hikâyesini bu kadar net anlatan bir performansta, kıyafetin çeşidini değil ama tarzını eleştirsem de insan kendisini nasıl iyi hissediyorsa öyle görünmeliyi sonuna kadar savunmaya devam edeceğim.

Gecenin en hoş sürprizlerinden biri, geçtiğimiz yılların unutulmaz iki isminin — Baby Lasagna ve Käärijä’nın — aynı sahnede buluşmasıydı. “Rim Tim Tagi Dim” ve “Cha Cha Cha” gibi çarpıcı performanslarıyla hatırladığımız bu ikili, bu kez yarışmacı olarak değil, kısa ama etkili bir ara gösteriyle karşımıza çıktı. Önce kendi şarkılarını kısaca hatırlattılar, ardından üç dilde söyledikleri yeni parçaları “Eurodab” ile sahnede tempoyu yukarı çektiler. Gösteri, tıpkı bir video oyunu sahnesi gibi tasarlanmış, hızlı ve ritmik bir koreografiyle tamamlandı. Performans sonrası sosyal medya yorumları da eksik olmadı. “Keşke size oy verebilsek” ya da “Bunlara oy atılabiliyor mu?” gibi paylaşımlar özellikle dikkat çekti. Kısacası, yarışma dışı olmalarına rağmen gecenin en çok konuşulan anlarından birine imza attılar.
Yazımın kapsamını belirlerken; sahnede en beğendiğim ve bende yer eden performanslara odaklandım. Tüm ülkeleri tek tek yazmak yerine, kendi sıralamamı kurmayı seçtim. Yoksa her ülkeye ve her detaya değinmek yazının doğasını fazlasıyla dağıtabilirdi. Ve tabii Eurovision’u birlikte izlediğimiz ve yorumlarımızla şekillenen bu yazının bir ucunda, kızım Nil Cumbul’un da katkısı olduğunu söylemeden bitirmek istemem. Seneye yeni bir Eurovision macerasında, yine ülkem Türkiye olmadan bu heyecanı yaşamanın burukluğuyla izleyeceğiz ama müziğin sürprizlerine duyduğumuz merak da hep yerini koruyacak.
Eurovision 2025 has come to an end, but what lingered in people’s minds was not the winning songs, but the events surrounding the competition. The organization, trying to prevent political tensions from overshadowing the music, managed to silence the artists but failed to suppress the general mood and tension. The contradiction between jury and public votes, the decline in stage shows, and a strange sense of emotional detachment defined this year’s Eurovision.
The jury votes shaped the initial scoreboard, but everything changed with the announcement of the televoting results. Many countries that ranked high in jury votes experienced a significant drop after the public vote. The determining power of televoting became even more evident this year. While it was expected that Israel would make it to the top ten through public voting, few anticipated it would finish in second place. Honestly, I even found myself wondering, “What if Israel wins and the contest is held in Germany on its behalf next year?” Given Israel’s long-known lobbying power, and considering how narrowly it missed out on victory, my thoughts didn’t feel so far-fetched. However, the televoting results brought unexpected rankings not just for Israel but for many other countries as well. This year, Eurovision was shaped as much by the backstage dynamics as by the on-stage performances.

As for the show and stage… I don’t think it’s an exaggeration to say it was one of the dullest finals in Eurovision history. The usual spectacular stage setups were replaced by repetitive effects and costume change tricks. Many artists changed outfits mid-performance. While this was a technical achievement, it failed to leave an emotional or artistic impact. And since so many opted for the same gimmick, the overall effect quickly wore off.
Meanwhile, the tradition of featuring at least one gothic or fantastical act in the final was quietly broken with Croatia’s elimination. As someone who enjoys such storytelling on stage, I would’ve liked to see Croatia in the final, especially considering there were weaker performances that made it through.
Yet the contest did touch on a musically meaningful point: many countries chose to sing in their native languages. To me, this was an important reminder of Eurovision’s cultural diversity and spirit.
The political tension I mentioned at the beginning wasn’t limited to voting—it lingered in the air throughout. Though not openly shown on stage like last year, the contest’s atmosphere was undeniably tense. Israel’s participation has been the biggest source of friction in recent years. During the final, a Palestinian flag held up by someone in the audience during Israel’s performance wasn’t shown on screen. Protesters attempting to throw paint onstage were stopped by security. Spain’s state broadcaster aired a pro-Palestinian message just before the final, and Azerbaijan’s “blood brotherhood” remark after awarding points to Israel showed how much was happening beyond music.
Eurovision has never been just a music contest. But this year, under the new EBU rules for 2025, artists were only allowed to display their national flags. Symbols like the rainbow flag of the LGBTQ+ community or the Palestinian flag were deemed “political” and banned from the stage. This silencing of artists who want to express peace or human rights through music created a sense of absence in the final. Maybe that’s why, for the first time, I found myself unable to predict a winner.
I didn’t expect Austria, whose entry resembled last year’s winner Nemo in its operatic and theatrical style, to win again. JJ’s use of countertenor—a vocal technique allowing men to sing in alto or mezzo-soprano ranges—was impressive, but I didn’t think two similar styles would win back-to-back. That’s why I didn’t give Austria much chance before the votes were revealed. When JJ was announced the winner, the heartfelt support shown by 2014 winner Conchita Wurst was one of the most touching moments of the night. Conchita was more than a mentor; she was JJ’s fiercest supporter. Her pride and joy when JJ won was widely shared on social media with comments like “She was happier than if she had won herself.” This generational handover reminded us once again that Eurovision is more than a competition—it’s a space of solidarity and belonging.
My personal winner this year was Armenia. Parg’s “Survivor” was striking from the start but didn’t get the recognition he deserved. He wasn’t sentimental—it was direct, bold, and gripping. It opened with the lyrics, “I’m sick of the news, I’m sick of the views, I’m sick of the lies they’ve told”—a clear response to media noise and manipulation. Parg performed on a treadmill, singing while walking and sometimes running. While accompanied by flashy effects, the core of the performance was his movement—a metaphor for relentless perseverance. The chorus repeated this message: “I’m a survivor, stay-aliver, do or die…” Neither jury nor public appreciated it as much as I had hoped. But sometimes, performances don’t earn meaning through rankings, but through the impressions they leave. And for me, this song embodied a weary but persistent defiance.

Claude’s “C’est La Vie” for the Netherlands was also notable. Though it was reported that he stumbled briefly on the lyrics, I didn’t notice it as a viewer. That shows his professionalism. Singing in both English and French enhanced the song’s emotional weight. The seamless transitions between the two languages strengthened the song’s theme—“this is life”—and Claude’s stage presence.
Switzerland’s Zoë Më stood out in the jury vote with her song “Voyage,” thanks to its elegant and emotional tone. Unfortunately, it didn’t resonate with the public vote. Still, I felt “Voyage” had the qualities of a potential winner. Her vocals were clean and the stage design matched the song’s simplicity—modest but aesthetically refined. A minor technical issue with the camera angles likely dulled its on-screen impact. Some details may have been lost in translation, and that likely cost her public support. Nonetheless, “Voyage” remains one of the unforgettable songs of the year. It made it to the top ten, but I believe it had the potential to go higher.
France’s Louane took the stage with “Maman,” a song about motherhood. I later learned the child’s voice at the end belonged to her daughter, which made the performance even more special. The sand art projected on stage added another layer, completing the emotional rhythm of the song. While it earned high marks from the jury and moderate ones from the public, it was overall a sincere and restrained performance—direct, heartfelt, and effective. One of the year’s most touching acts.
Sweden was represented by the band KAJ with “Bara Bada Bastu”—a cheerful ode to sauna culture. The melody and stage visuals were eye-catching, and it was the first Swedish-language entry since 1998. KAJ consists of three musicians from Finland’s Swedish-speaking minority, making their participation a cultural and linguistic bridge. The song received over 4.3 million televotes in Melodifestivalen 2025—a record. Sweden placed fourth in the final with 321 points. The song topped Spotify’s global viral chart and gained massive traction on social media.
“Espresso Macchiato” was one of the most iconic songs and dance numbers of the year, with absurd humor and memorable staging.
“Ich Komme” created one of the night’s boldest moments, thanks to its daring visuals, Eurodance beat, and well-balanced provocation.
“Baller” came with a different kind of energy—neither a chart-topper nor forgettable, but it still managed to grab attention.
Last year’s winner, Nemo, returned to open the show with “The Code.” The moment when the trophy Nemo had broken by accident last year was referenced in the opening sketch got a laugh. Nemo’s performance was still powerful, with great stage command and energy. Nemo’s costume choice, however, received mixed reactions online. Some praised it as bold and theatrical, others found it too much. But it’s clear that for Nemo, being on stage is not just about the costume. While I might critique the style, I wholeheartedly support the idea that artists should dress in a way that makes them feel good.

One of the most delightful surprises of the night was seeing Baby Lasagna and Käärijä share the stage. Known for their iconic performances of “Rim Tim Tagi Dim” and “Cha Cha Cha,” they weren’t competing this time but gave a fun and high-energy intermission show. After briefly revisiting their hits, they performed a new trilingual piece titled “Eurodab,” featuring a video-game-style set and fast choreography. The response online was immediate: “Wish we could vote for you!” or “Can we throw votes their way?” Despite not being in the competition, their act was one of the most talked about moments of the night.
In shaping this article, I chose to focus on the performances that left an impression on me rather than listing every country. Covering every act would have diluted the narrative. And I can’t end without acknowledging the contribution of my daughter, Nil Cumbul, who watched and discussed the show with me. Next year, we’ll once again experience the bittersweet feeling of watching Eurovision without our country, Turkey, in the mix—but our curiosity for the musical surprises ahead will remain undiminished.