Dünyanın en masum hilesini en yalın biçimde anlatan bir ozan: Doğan Duru ve Epoch

"...Yersiz Göksüz Zamanlar, Epoch ve muhtemelen bu yıl içinde dinleyiciyle buluşacak olan yeni Redd albümü, nicelikle niteliğin birlikte artabileceğinin de kanıtı oldu!"

0

Popüler olanın peşinden giderek kendini ona dönüştüren ve kimliksizleşen bir anlayış her daim geçer akçe olurken buna direnmek, zor yolu seçmek gibi görünse de hem üretene hem o üretimi takip edenlere kattıklarına bakmak lazım. Yaklaşık son yirmi yılda Türkiye’de rock müziğin arabesk tarafından asimile edildiği örnekler sıklıkla karşımıza çıkarken ilk albümünün dinleyiciyle buluştuğu 2005 yılından bugüne kendi olarak kalmayı başaran Redd, dinleyicisini hiçbir albümde hayal kırıklığına uğratmadı. Grupta herkesin ayrı ayrı hakkını teslim etmekle birlikte bu yazının konusu nedeniyle sözü Redd’in söylemine getirirsek grubun önceki tümcemde sözünü ettiğim başarısında, yani bizi hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmamış olmasında, şüphesiz, Doğan Duru’nun şarkı yazarlığının çok büyük payı var. Başından beri politik bir söylemi olan grubun itirazlarını dile getirdikleri şarkılar, güçlü ve ne anlatmak istediğini bilen bir şarkı yazarının elinden çıktığı için, hiçbir zaman bir slogana dönüşmeden meselesini aktarabildi. Bununla birlikte sanatın her disiplinin başat konularından biri olan aşk da Redd’in şarkılarında hiçbir zaman arabeskleşmeden anlatıldı. Örnek vermek gerekirse, “Kirli Suyunda Parıltılar”, kırgınlığı ve belki de bunun neden olduğu öfkeyi; “Her Neyse” ve “Senden Sonra”, birinin bıraktığı boşluğu; “Yolunda Gitmeyen Adam”, kalbine teslim olmanın en doğru seçenek olduğunu; “Sen de Saçmala”, ne yapacağını bilememe ama her şeye rağmen özleme halini hedefine varan sözcüklerle anlatabilen şarkılardı. Redd’in geçen yıl yayınlanan Yersiz Göksüz Zamanlar albümü, önceki albümlere göre daha kendine dönük bir hikâye anlattı baştan sona ve bunun da ayrı bir tadı vardı. Önceki albümlerden “Ellerini Kaldır”, “Tamam Böyle Kalsın”la benzer çizgide olan “Hadi Salla”nın dışında daha bireyin derdini merkezine alan şarkılardan oluşan Yersiz Göksüz Zamanlar bir yıldır bana eşlik ederken bu yıl, Doğan Duru’nun ilk solo albümü Epoch’un haberleri gelmeye başladığında da yine bana bundan sonrasında eşlik edecek kusursuz bir albüm dinleyeceğime emindim; çünkü Redd’in ve dolayısıyla Doğan Duru’nun müzikal üretiminin tanık olduğumuz on beş yılı, dinleyiciye bu garantiyi veriyor.

Leylâ Erbil’in 1971’de yayımlanan ilk romanı Tuhaf Bir Kadın’da tuhaf sözcüğü, bir yandan toplumun anlatının öznesi olan kişiye bakışını temsil ederken bir yandan da olumlanarak kullanılır anlatıcı tarafından. Doğan Duru’nun baştan sona bütünlüğü olan ve bir hikâye anlatan albümünün ilk şarkısı “Dut”ta “Zaten tuhaf biriyim, bulunmaz ki yedeğim. Bildiğim tek şey bu” diyerek söze başlamasında Erbil’inkine benzer bir tavır, kendini hissettirir. Doğan Duru’nun “Tamam Böyle Kalsın”da geçen “Biri yapmış bir resim, ona benzeyeceksin. Çizgilerden taşarsan pek sevilmezsin” sözündeki çizgilerden taşma hali, Epoch’ta, başka bir meselesi olsa da, en baştan vardır yine. Anlatıcı ve elbette bu şarkılarla bir bağ kuracak dinleyici tarafından memnuniyetle kabullenilecek olan bu tuhaflığı, ikinci şarkı “Renkli Reçete”de kendine yabancılaşarak “Gece gündüz sönmeyen bir dumanın ardındayım. Sadece sana ayık, senin farkındayım” denilen kişi dışında herkesten kendini soyutlayan bir anlatıcı izler. Bu şarkıda bahsedilen tuzağa, hatta birçok tuzağa düştükten sonra kendini korumak için örülen duvarları yıkma isteğiyle her şeye baştan başlama gücünü kendinde bulamama arasında gidip gelmeyi anlatan “Baştan Başlayamam” ve ardından gelen “Şaman Dansı”ndan sonra albümün beşinci şarkısı “Mikrofon”, sanırım dinleyiciyi, özellikle Redd dinleyicisini çokça etkileyecek. Her ne kadar doğrudan 21 albümündeki “Her Neyse”yle bağ kursa da ben, bu “Mikrofon”da “Kanıyorduk”tan “Sen de Saçmala”ya daha pek çok Redd şarkısını duydum. Önceki şarkılarda bazen baştan başlayacak gücü kendinde bulamayıp kapıları kapatmak üzere olan anlatıcının bu şarkıda karşısındakine teslim oluşunu yalın ama bir o kadar da güçlü bir dille anlatan Doğan Duru’nun yazdığı diğer şarkılarla doğrudan ya da dolaylı biçimde bu şarkıda kurduğu metinlerarası ilişki, onun aynı zamanda bize on beş yıl boyunca bir şarkı yazarı olarak anlattıklarını da bütünlüyor ve bir biçem oluşturuyor.

“Biraz gevşetebilsem göğüs kafesimi, dokunup durdurabilsem attığın yeri” gibi bir sözün geçtiği “Her Neyse”nin nakaratına gönderimde bulunarak biten “Mikrofon”dan sonra gelen şarkılar, karşısındakinden hiçbir iz kalmamış gibi davranırken aslında kendine yalan söylediğinin farkında olan anlatıcının, Barthes’ın deyişiyle, âşık öznenin gel gitleri ve sonunda vardığı noktayla dinleyiciyi karşı karşıya getirir. “Vasathane”de “Panik ve kaygılarda artık adın yok” denilen, “Ben Bir Oyuncaktım”da “Sen olmadan önce hayat daha güzeldi” diyerek bütün bu hikâyenin anlatılmasına neden olan kişinin olmadığı bir zamanı arayan âşık özne, “Mavra” ve “Saykodelik Kader”de inkardan vazgeçer ve “İçtiğim her zehirde, öldüğüm her seferde, doğduğum her bedende sadece sen varsın” diyerek kendi “cinayet mahalline” döner. “Hayat iskambilden bir kule, üfle de bitelim” ve “Ya söndür beni ya da dünya yansın” sözleriyle “Saykodelik Kader”deki gözü karalık, iniş çıkışlarımızın, direnmeye çalışırken bunda çok başarılı olamayacağımızın farkına varmamızın bir sonucu, başka deyişle, bir teslimiyettir belki de. Doğan Duru, on beş yıldır dinlediğimiz şarkılarda insanın bu karmaşık ruh halini, korkularını, cesaretini, kendini koruma çabasıyla aşkı koruma isteği arasında kalışını hep en doğru sözcüklerle anlattı. Hem politik söylemi olan şarkılarında olduğu gibi slogana benzeyen sözlerden uzak durdu hem de kullandığı metaforlarla, imgelerle özgün ve güçlü bir dil yarattı. Bu bağlamda, 1970 sonrasında Bülent Ortaçgil, Fikret Kızılok gibi müzisyenlerin müziğini tarif ederken kullanılan kent ozanlığı kavramı, bana göre, Doğan Duru’nun müzikal üretimini de karşılar. Söz konusu müzisyenlerin şarkı sözlerinde adeta bir yazınsal metinde bulunabilecek bir anlatım gücü kendini hep hissettirdi. Çağan Irmak’ın bir söyleşisinde Ortaçgil’den bahsederken kurduğu “Bülent Ortaçgil, benim kütüphanemde Dostoyevski’yle aynı yerde durur” tümcesinin altını dolduracak bir üretim, yıllarca devam etti. Doğan Duru da 1970’lerin kent ozanları olarak anılan müzisyenlerin üretimiyle farklı türde ama aynı düzeyde, nitelikte ve derinlikte üretti ve son yıllarda çok da uzun olmayan aralıklarla yayınlanan Yersiz Göksüz ZamanlarEpoch ve muhtemelen bu yıl içinde dinleyiciyle buluşacak olan yeni Redd albümü, nicelikle niteliğin birlikte artabileceğinin de kanıtı oldu!

MİKROFON

Önceki İçerikİranlı doktorlardan bölgesel liderlere çağrı: “ABD’nin biyolojik laboratuvarlarını yok edin”
Sonraki İçerik1966 Son Saat Amatör Orkestralar Yarışması birincisi; Siyah Gölgeler
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments