İkinci Yeni Gibi

"O kadar merak ediyorum ki insanların bir şeyleri fark ettikleri ilk anları. Yanıldığını fark etmek, fark ettiğin anda tepki verebilmek zorlaşıyor bazen."

0
Fotoğraf: Ezgi Doğan

Güne açan çiçekler gibi uyandım bugün çünkü neden olmasın? Bunun Hepsi grubunun bir şarkı sözü olması ve dün gece rüyamda imzalı fotoğraflarını bulamayıp ağlamamla hiçbir ilgisi yok. Eğer rüyalarımda gördüklerimle sabahki ruh hallerim bu kadar bağlantılı olsaydı, dün sabah Viyana’daki odamda dans ettiğim anın mutluluğu, ondan önceki sabah Billie Eilish ile bira markaları üzerine ettiğimiz sohbetten sonra rakı içmeye karar vermemizin saçmalığı ve ondan da önceki sabah da tanımadığım birkaç insanı öldürmüş olmamın şokuyla uyanmış olmam gerekirdi. Sanırım artık rüyalarımın ruh halimi yönetmediğine sevinmiş ve ilk cümlemi okuduğunda beni yargıladığın için de bir durup düşünmüşsündür. Düşünmediysen de bana ne zaten, kimsenin hayatında durup düşünmek için bana ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Yani umarım yoktur ve o kadar da sıkıcı değillerdir. Ama keşke ben eski sevgilime rüyamda seni gördüm iyi misin diye mesaj atacak kadar sıkıcı yaşasaydım da, bir hal hatır sorup vicdan rahatlatsaydım. Çünkü biraz hüzünlü biten, lisede arkadaşım gibi olup ama aslında olmayan ve sonra birden üniversitede kısa bir süreliğine sevgilim oluveren kişiyi gördüm rüyamda. Ay iyisin inşallah yaa, geçen yıllıkta fotoğrafına baktım, hiç değişmemişsin valla çok iyi, umarım mutlusundur. Kesin yine ‘söylenmemesi gereken’ bir şey söylediğimi düşünüyor arkadaşlarım ama ben zaten hep böyle yaparım.

Söylenmemesi gereken bir şeyi ilk kez söylediğimde bayağı küçüktüm. İlkokul bir ya da taş çatlasa ikiyimdir. Aynı mahallede büyüdüğüm, ana okuluna birlikte gittiğim, en sevdiğim bebeğimin arabasını çok da kaza sayılmayacak biçimde kırdığı için içten içe kızgın olduğum bir çocukluk arkadaşım vardı. İlkokula da birlikte başlayıp bir de üzerine sıra arkadaşı olmuştuk o zaman ve herkes bilir ki sıra arkadaşı olmanın bazı yazılmamış kuralları vardır, sadece sırayı ve eşyalarını değil sırlarını da paylaşırsın. Biz de bu şekilde okuyup giderken bir akşam evde annemlerden arkadaşımın annesinin hasta olduğunu, hatta hastalığın da ciddi bir hastalık olduğunu duymuştum. O yaştaki bilgilerimle kıyaslanınca Atatürk’ün hastalığından olduğu bağlantısını kurup, annesinin öleceği sonucuna varmıştım ve bu beni inanılmaz üzmüştü. Aklıma gelen ilk şeyin kadının ne kadar güzel kek yaptığı olmasına mı yanayım yoksa sıra arkadaşıma bunu söylememem gerektiğinin tembihlenmesine mi bilmiyorum çünkü ondan bu bilgiyi saklama fikrini hiç sevmemiştim. Gece boyu iç sesimle yaptığım tartışmalardan sonra, okula gidip arkadaşıma bildiğim her şeyi anlatacağıma karar vermiştim çünkü annesi hakkındaki gerçeği bilmeye benden daha çok hakkı olduğuna inanıyordum ve doğru bildiğimden şaşmaya da pek niyetim yoktu. Tek sıkıntım ona bu haberi verdiğimde çok üzülecek olmasıydı ama yine de söylememe seçeneğini beslenme saatine kadar kafamdan silmiştim. O beslenme saatinde yediğim üzümün tadı hala damağımdadır çünkü bana arkadaşımın onunla paylaştığım bu bilgi için teşekkür edip bunu bizim sırrımız olarak saklayacağına inandığım saflığımı hatırlatır. Malum, birisine kimseye söylememesini isteyerek söylediğin her şeyin herkese söyleneceğinin de yazılı olmayan bir kural olduğundan haberim yoktu henüz. Nasip çocukluk arkadaşımaymış, ondan öğrendiğim belki de ilk ve tek hayat dersiydi bu. İşte o zaman birilerine göre yine ‘söylenmemesi gereken’ bir şeyi kendi doğrularımdan süzdükten sonra söyleme kararı almıştım ilk defa. O gece ailemle bu yaptığımın yanlış olduğu üzerine birkaç konuşma ve arkadaşımdan öğrendiğim sıra arkadaşına bile güvenme hayat dersinden sonra konu kapanmıştı neyse ki. Çok şükür annesi benim o zamanlar inandığım gibi ölmedi ve ben de böylelikle çok da büyük bir skandala imza atmadım. Ama başkalarının doğrularına ve yönlendirmelerine göre bir hayat yaşamayacağımı ilk o zaman anladım. Ve ne yalan söyleyeyim, muhtemelen yine olsa yine yapardım.

Şimdi geri dönüp baktığımda acaba ilk kez o zaman mı aldığım karardan, inandığım şeyden emin olduğum halde yanılmıştım ya da yanıldığıma inandırılmaya çalışılmıştım diye düşünmeden edemiyorum. Gerçekten o kadar küçük yaşlarda farkında olarak ya da olmadan yaptığımız ve yaşadığımız şeyler yüzünden mi çiziliyor kurallarımız? Daha hatırlamadığım kaç tane o yaşlarda ilk kez deneyimlediğim duygulardan oluşan inançlarım var acaba? Yaş aralıklarına dair gelişimimizde rol oynayan faktörleri okumak, öğrenmek bu kadar kolayken, nelerin doğru nelerin yanlış olduğunu ısrarla anlatma çabalarımız had safhadayken, kim bilir neleri unutup kaçırıyoruz kendi çocukluğumuzdan. O zaman etrafımdaki bütün yetişkinler yanıldığımı ve yanlış bir şey yaptığımı anlatmaya çalışmıştı bana ama ben arkadaşıma neden söylediğimi kimseye açıklamamıştım. Yanlış diyorlarsa yanlıştır diyerek susmuştum. Hatta içten içe bunu ona söyleyen ben olmamalıydım da demiştim ama kendimi hatalı bulduğum için değil, günün sonunda arkadaşımın bunu bilmesi gerektiğini düşündüğüm ve bunu da yaptığım içindi sessiz kalışım. Çocuk oluşumuz bizim canımızı acıtacak bir gerçekliğin yokmuşçasına davranılmasını gerektirmemeliydi diye düşünmüştüm belki de. Ama sanırım en çok da ablamı ikna edememiş olmam yaralamıştı beni. Onu bile ikna edemediysem acaba yanıldım mı diye ben de bir durup düşünmüştüm yalan değil. Bakın ablamı bile diyorum çünkü beni savunmadığı anlar çok nadirdir. Bu yüzden belki de en çok onun desteğini alamayışıma üzülmüştüm, bir de overlok makinesi ayağınıza geldi diye bağıran kadınla tanışmayacağıma. Çünkü bilin bakalım kim her şeyin bu kadar basit ve mümkün olduğuna inanıyordu çocukken? İşte benim için o kadınla tanışma ihtimali, yanılmıyor olmamla aynı mümkünlükteydi, o kadar basit, anlaşılması kolay ama bazılarına göre yanlış. Durup düşününce fark ediyorum aslında beynimin İkinci Yeni şiirleri gibi gerçeküstü bir bilinçle çalıştığını. Alışılmışı kabul etmedikçe yanıldığıma inanılmış, gözümün önündekileri bile imgeleştirdikçe belki de uzaklaşmıştım ‘onların’ gerçeklerinden. Canım kendim ya, öpüyorum fütursuzluktaki namımı ta o zamanlar tutmaya çalışmış ellerinden.

Sen ilk kez ne zaman hissettin mesela yanıldığını ya da başkalarının yanıldığına inandığını? İnsanlar gözlerinin içine ‘bunu nasıl söylersin abii’ şaşkınlığıyla bakarken, bunda hiçbir sorun olmadığına inanmanın yanlış olup olmadığını sorguladın mı mesela? İliklerine kadar doğru olduğunu hissettiğin ama umutsuzca çırpındığın hangi an pes ettin? Ya da hiç pes ettin mi? O kadar merak ediyorum ki insanların bir şeyleri fark ettikleri ilk anları. Yanıldığını fark etmek, fark ettiğin anda tepki verebilmek zorlaşıyor bazen. Zamanla ya yanıldığımız konuların sonuçları ağırlaşıyor ya da sorguladıkça konular anlamını yitiriyor. İşte bu yüzden insanların o çabaladıkları ilk anlar çok kıymetli. Hala enerjilerinin olduğu, asla pes etmeyeceklerini düşündükleri o anlar. Fakat hemen ardından gelen uzun uğraşlar, kaybedilen savaşlar, sessiz bir kabulleniş, İstiklal Marşı ve kapanış. İşte her Cuma bu hafta da bitti sevinciyle yapılan kapanışların ardından gelen pazartesi açılışları gibi bir döngü bir sonraki yanılmalar, yanıldığına inandırılmalar ya da kandırılmalar. Eveeet, lise yıllarına da gerekli göndermeyi yaptıktan sonra konu rakı masası mezesine döndüğüne göre vakti gelmiş belli, bu konuyu da kapatıyorum. Kafam zaten dolu, covid19 test sonucumun negatif olmasını umuyorum.

Gizay Tabanlıoğlu
Önceki İçerikFatma Turgut: “Elimde Dünya’nın yeri ayrı”
Sonraki İçerikA Corner in the World’den pandemi döneminde üretilmiş dijital proje: “Altyazıları Yüksek Sesle Oku”
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments