Kuğunun Şarkısı: Romantik Bir Müzisyenin Tuşlarla Dansı

"Zaman dışı bir müzisyenin, hiç şüphe yok ki, piyano tuşlarında maharetli ellerini ustalıkla kullanışından söz etmenin tam zamanıdır."

0

Eğer musiki, aşkın gıdası ise, durmamalı!”
Shakespeare

         Susan Sontag, “Sanatçı: Örnek Bir Çilekeş” adlı eserinde ilgi çekici bir tespitte bulunur: “İlk tutkulu melankolimizi Chopin’le yaşayabiliriz;” 1 diyor. 19. yüzyıl romantik duyarlılığını içinde yaşatan, melankolik, münzevi, vatan hasreti içinde bir yaşam süren Chopin (1810-1849),  Fransızların un triste dedikleri şeyin ta kendisiydi (üzgün biri, hüzünlü biri). Chopin insanlığı, sevgiyi, aşkı ve özlemi, sesle konuşturmak ister. Chopin sağlık yönünden hassas, narin bir yapıya sahipti. Yine bu bağlamda Sontag’ın tespitinden yararlanarak; büyük kompozitör ve mustarip Chopin’in yaşam perspektifinden esinlenerek: “Ölüm düşüncesi melankolik mizacın peşini bırakmadığı içindir ki, dünyayı okumayı en iyi bilenler melankoliklerdir.” der. Duygu yoğunluğu bu kadar gelişmiş, kırılgan, kibar, zarif bir ruhun gelgitleri içinde Chopin; sıkıntılı durumdan kurtulmak için odasına kapanır. “Günlerce Bach’ın yapıtlarını çalar.” Dönüp dolaşıp yine bu kadar çok sevilen, aranan, insani değerlerin ve müziğin (piyanonun) sınırlarında olan; duygu yoğunluğunu yaptığı prelude, noktürnlerinde, melodi zenginliğini her dem ortaya çıkarır. Chopin’in “Si minör Scherzo ile yaşadığı değişim müzik tarihinin önemli kavşaklarından birini duyurmaktadır.” 2

         Faruk Yener, bu aşamada şunları dile getirir: “Chopin, piyano müziğinde yepyeni bir üslubun yaratıcısı olmuştur. Verimlilikteki melodi zenginliği, ritmik zarafet, gerçek bir dehanın belirtisidir… Derin bir ihtirası özlü bir şiiriyetle birleştiren sanatçı romantik müziğin en büyük temsilcilerindendir. “ 3 “Sanatların en gizemlisi müziğin şairi Chopin… ses sanatı, daha doğrusu seslerin gücü, bütün estetik duyguların ulaşmak istediği ülkü haline geldi. Genç Chopin seslerin büyülü gücüne erişmeye çalışacaktır.“ 4 Söz ve sesin ayırdını (nüansını), duyarlılığını, keşfetmek için sürekli çalışır. “…çünkü hiçbir yüzyıl Beethoven sonatlarının ya da Chopin, Schumann ve Liszt’in piyano parçalarının benzerlerini yaratamamıştır.” 5 “…bugün hayranlık duyduğumuz piyanist, besteciler gelir; hepsi de 1810’larda doğmuş olan Liszt, Chopin, Schumann…” Delphine de Girardin, Paris Mektupları’nda şöyle yazar: “Thalberg piyanonun kralıdır; Liszt  peygamberidir, Chopin şairidir.”der. 6

         Chopin, Liszt, Schumann ve Wagner’le birlikte romantik müzikçilerin en çok tanınan ikinci kuşağındandır. Liszt’in müthiş bir müzikçi dediği Chopin’in yaşamını ve yapıtlarını piyanodaki olgunluğuna çabuk erişti ve öğrenimini bu yüzden yarım kaldı. J.S.Bach’n hayranı, Zywny adında bir Çek müzikçinin öğrenciliğini yaptı; bestecilik alanında da ulusuna çok bağlı olan Polonyalı Joseph Elsner’in öğrencisi oldu. 7 Chopin on iki yaşında ders almayı bıraktı, kendi kendini yetiştirdi. 8

         Chopin’in yapıtlarının tümüne yakın bölümü piyano içindir (iki konçerto, bazı gençlik yapıtları, bazı Polonya halk türküleri ve oda müziği için iki yapıt bunun dışında kalır.) Nocturne, Notturno “Gece müziği” anlamına kullanılır. Terim ilk olarak, durgun, düşünceli ve duygulu piyano parçalarını anlatmak için… Bu türde en olumlu, en ünlü parçaları Chopin yazmıştır. Francis Claudon’un da belirttiği gibi, “Bütün bunlar Chopin’in romantizmini çok özel ama çok güçlü bir esin kaynağı haline getirir. İşte hiçbir zaman dinmeyen olağanüstü başarı, Romantizm’in kendinin de yararlandığı özellik, her halde buradadır.” 9 diyor.

Piyanosu dışında dünya onun için olağan bir yaşam biçimiydi.

        Paris’te kendine uygun ve hoşlandığı bir daireyi kiralar. Arkadaşı Norbert Kumelski’ye şunları yazıyordu: “Nasıl güzel bir ev olduğuna inanamazsınbalkondan Montmarte’dan Pantheon’a dek tüm manzara ayaklarımın altında.” 10 Tavan arasında, eski bir piyano ile bir masa koyarak kendisine bir oda hazırladılar. İşte orada ilk eserini yazdı. 11 Liszt’den başka hiç kimse Chopin kadar içe doğduğu gibi piyano çalamamıştır. 12

        Kumelski’ye yazdığı mektubunda Paris izlenimlerini şöyle devam ediyordu: “Burada en lüksü ve en bayağı şeyi aynı anda görmek mümkün. Her adımda zührevi hastalıklarla ilgili afişler var, caddelerde gürültü, pislik ve karmaşa had safhada.” 13 Paris’in görünen iki yüzünü ne güzel anlatır: Balzac’ın romanına ad verdiği “İhtişam ve Sefalet” içinde Paris; 19. yüzyılın başkenti Paris, Heinrich Heine’nin benzetmesiyle “güzel ve büyülü şehir” veya Baudelaire’in benzetmesiyle “ışık şehir”dir.

        1830’ların Paris’i yalnızca lüks ve gösterişin başkenti değildi; Avrupa’nın her yanından gelen sanatçılar sayesinde, sanatın her dalında gerçek bir patlama yaşanıyordu. Öncelik edebiyatçılardaydı. Victor Hugo, Balzac, Chateaubriand, Heinrich Heine, Lamartine vd. en önemli isimler arasındaydı. 14

Şairin Doğuşu” ve Alaca Karanlık”

        Zaman dışı bir müzisyenin, hiç şüphe yok ki, piyano tuşlarında maharetli ellerini ustalıkla kullanışından söz etmenin tam zamanıdır. Chopin parmaklarını kullanmak özelinde kendine özgü bir usul keşfetmişti. Bu dikkatli çalışma sayesinde piyanoya dokunuşu herkesinkinden daha tatlı, her bir gösterişe karşı gelen ve daha birinci mözürlerden itibaren dinleyicileri teşhir edecek kadar güzeldi. Ele en elverişle bir vaziyet verebilmek için parmakları; mi, fa, dieze, sol dieze, la dieze ve si notaları üzerine basacak surette ellerini hafifçe klavyenin üzerine atardı. 15

        Chopin Paris’in tanınmış ailelerinin yalnızca müzik öğretmeni olarak kalmadı; kısa zamanda, bu varlıklı kişilerin evlerinde düzenlenen toplantıların vazgeçilmez simalarından biri konumuna gelmişti. 16 Kendisinin de benimsediği, yalnız bir noktada eleştiriliyor: Çok yavaş çalıyor, parlaklığı az, sesi zayıf, deniliyor…” Bu konuda ailesine yazdığı mektubunda şunları yazar: buranın dinleyicileri; çalışımı çok yavaş, veya fazla tatlı buluyorlar. Lâkin ben tercih ederim, bana fazla yavaş desinler de fazla hoyrat demesinler.” 17 Chopin böylece müziksever kitlenin beğenisine mazhar olmaya başlıyor. Daha doğrusu meydana çıkıyor.

        “Hayatını piyanist öğretmen olarak kazanırken 1836’da Fransız kadın yazar George Sand’la tanışmış, aralarındaki aşk sekiz yıl sürmüştür. Bu tutkulu ilişkiye girmeden önce, “umutsuz, hüzünlü aşkını” yaşamadan önce, onun dünyasında yer eden iki genç kızdan söz açalım: “Chopin yıllar önce Konstancja Gladkowska’da olduğu gibi bir kez daha sevdiği kadına kavuşamamıştı. Bu kez neden farklıydı, bozuk olan sağlığı, düzensiz yaşamı, sıklıkla görüştüğü dostları, onun genç bir kıza uygun koca olamayacağının kanıtı sayılmıştı.” 18 Tabiî ki aşk denen tutkunun en karmaşık ve kötümser boyutlar içinde, içine kapanık bir müzisyenle; sanatı sevme yollarında resim yapmayı seven, Chopin’in suluboya portre resmini yapan Maria Wodzinska’yla  âdeta  umutsuz aşk yaşar. Çığlık gibi yüreklere işleyen kararsızlık, tedirginlik, hüzün, giderek trajik ilişkinin, bir bozuşmanın öyküsünü duyumsar… Her ikisi de “karar vadisinde” odaklanabilme özelliğini bir türlü gösteremezler. Ailenin onayı beklenir. Aşkın ve temiz duygulanımların gelgitleri arasında Maria Wodzinska ile âdeta “Alaca Karanlıkyaşar. Ne kadar umutlu hayaller kursa yine ölüme benzeyen ayrılığı düşünür. Bunun adına Maria, “Veda valsi” koydu. (CEuvres posthumes, Op.69, No. 69, No.1 Valse la bemol majör). Bu valsi, Guy de Pourtales ne güzel betimler: “İki aşk sesinin fısıltısı, saatin tekrar tekrar çalışı, kaldırımın üzerinde araba tekerleklerinin patırtısı, sanki bunların hepsi hıçkırık seslerini örtüyor.” 19 der. Bu trajik öyküyü canlandıran bir gül yıllarca sanatçının mahremiyetinde gizlediği bir anı olacaktır: “…Chopin, Maria’nın verdiği bu çiçeği sakladı. Çok sonra onu bir zarfın içine konmuş, üstüne bir nişane (iz) çizilmiş olarak bulunur.” 20 Bu kısa süreli sevi nihayet Maria’nın bir “vedamektubu ile sonlanır.

İhtiraslı,  gönül çelen bir kadın…

Kendimi asla, bir esere konu olacak
ya da ilgi çekecek kadar güzel, çekici,
akıllı bulmadım. Ben kendimle karşı
karşıya kaldığım her zaman buz kestim.”
George Sand, “Hayatımın Hikâyesi”

        İki değişik karaktere sahip bir kadın ve erkeğin hayata bakış açılarında ironi, hüzün ve öfke vardır. Bir yanda ruh fırtınalarını içinde dindirmiş George Sand (asıl adı, Armandine Lucie Aurore Dupin’dir.) Öte yanda, “kalbi ve kafasına acı çektiren” Frederic Chopin… “Pourtales’nin söyleyişiyle; mustarip (sıkıntı içinde bulunan), münzevi (köşesine çekilmiş), fena halde rikkatli (incelikli)…Bütün kederler onda tomurcuk halinde. Arada biraz da meserret (sevinç).”

        “Hayatım hep soru sormakla geçer.” diyen George Sand; tutku, cinsellik ve edebî duyguların kadınıdır. Başka bir deyişle, “dimağı bir erkek gibi işleyen” olgun bir yazardır. Sand’a göre; “Sanat yapıtı, yaşanan gerçekliği dile getirmekten çok olması gerekenin peşine düşülmelidir.” Onun bu gerçekçilik anlayışı, romantizmden gerçekliğe geçişin yol açıcılığını yapmış ve Gustave Flaubert üzerinde etkili olmuştur.

        Yaşamı tümüyle anlamak insanı mutlu etmiyor mu? sorusunu kendine sorabilen, paradoksal ayrıntıları içinde çözümleyen, yaşamla iç içe, diğer bir deyişle, stoik bir hazla insanlarla iletişim kurmak ister. O, yazarlığını birinci sınıf bir yazarlık olarak görmez. Yazmak onun için sadece bir tutkudur. Mektupları ve günceleri bunun belirgin örnekleridir. Yazı hayatına yirmi iki yaşında Paris’de başladı. Yazdığı romanlar kişisel hayatının geçirdiği evreleri anlatır.

        Hayatını kalemiyle kazanıp yaşamaya karar verir. Paris’in renkli hayatında birçok arkadaş çevresi edinir. Fırtınalı, serüven dolu bir hayatın ve bu hayatın içinde kendini bulduğu olaylar; hayat karşısındaki müthiş tutkularını aşk ve cinsellikle gidermeye çalışır. İhtirasla sevdiği insanlar ona büyük tecrübeler kazandırır. Sandeau, Musset, Chopin’le geçirdiği günler ve yıllar onda derin izler bırakmıştır.

        Madam Sand, kimi zaman Venedik’te Musset’in hasta bakıcısı, kimi zaman vereme tutulan Chopin’in şefkatli bir kız kardeşi ve sevgilisi olarak görüyoruz. Bu duygulu ve hasta ruhların bin bir heves(iy)le karşılaşan kadın, kimi zaman âciz ve her şeye boyun eğen bir sevgili, kimi zaman hükmeden, emreden bir anne gibi hareket etmiştir. Tutku romanları bu fırtınalı ve serüvenli hayatın bir yankısıdır: Indiana, Valentine, Lêlia, Jacquues.

        Chopin’nin yaşam öyküsünü yazan Guy de Pourtales, Sand’ı şehvetperest bir kadın olarak niteler. Ve onun aklına geleni yapmakla kendi egosunu tatmin ettiğini söyler. Sand, geceleri uyumaz, sürekli düşünür ve yazardı. Günce’sine şöyle bir not düşer: “Chopin’in dostluğu…” yahut: “İkimizin hikâyesinde hiçbir roman hali yoktu ve hatta piyanosu ona zevkten ziyade elem verirdi.”diye yazıyordu. Bu durum gösteriyor ki, hayatlarını birbirine bağlayan insanlar, ruhlarını ayrı tutabilirler, işte iki insan ki pek temiz ve pek haris oldukları halde birleşemediler. 21

        “Chopin, Sand’la tanışmanın ilk izlenimini, ailesine yazdığı mektupta şunları dile getirir: “Ünlü biriyle tanıştım: Madame Dudevant ya da herkesin bildiği adıyla George Sand. Yüzü bana çok antipatik geldi. Hiç hoşlanmadım. Sanki onda beni iten bir şey var. 22 

        Pourtales, Sand’ın gelip geçici gönül çelen durumunu da şöyle belirtir: “…Chopin’i hâlâ aşkla seviyor, bayılıyor lâkin evlâtları Maurice ve Solange’ı sevdiği gibi seviyor. ”İşte çağına damgasını vuran Nohant’ın iyi yürekli hanımefendisinin Chopin’le birlikteliklerinden kısa kesitler sunduk. 23

Sanatın sonsuzluğunda iz bırakarak yaşadılar ve öldüler…

George Sand, kimilerini ürkütse bile, kadınlığını, entelektüelliğini kullanarak özellikle genç hayranı Chopin’in yüreğine seslenen femme fatale’ydi. Başka bir deyişle, Sand, aşk denen olguyu en karmaşık ve iyimser boyutlar içinde ele alan ve karşısındakini âdeta yoran; bir umutsuzluk çığlığı gibi hoşlandığı kişinin yüreğine işleyen delişmen, gönül çelen  kadındı.

George Sand, Hayatımın Hikâyesi adlı otobiyografik kitabında Chopin’le son karşılaşmalarını buruk bir edayla şöyle dile getirir: “…Onu 1848 Martında çok kısa bir süre gördüm. Titreyen, buz kesmiş elini sıktım. Konuşmak istedim ama kaçamak sözler etti. Artık beni sevmediğini söyleme sırası bana gelmişti. (…) Onu bir daha göremeyecektim. Aramıza kötü kalpli insanlar girmişti. (…) Son nefesine kadar adımı andığını, pişmanlık duyduğunu, beni bir evlat gibi sevdiğini söylediler. Ben meselelerin bu dünyada çözülmesi gerektiğine inananlardan değilim. (…) Bu dünyadaki hayat, acılar ve hastalıkların daha da kalınlaştırdığı bir örtüye benziyor. Bazı güçlü ruhların kaldırabildiği bu örtü, çoğumuz için yalnızca ölümle yırtılıyor.” 24

Chopin ve Sand’ın yaşantıları ne kadar hareketli olsa da birbirine zıt iki ayrı mizacın içine sindirdikleri bir yaşam biçimidir. Her ne olursa olsun, soylu sanat yollarında birbiriyle ortak paylaşımları olmuştur. Sanatın sonsuzluğunda kendilerini müziğe ve edebiyata adayan, müthiş bir çalışma gücü ve verimliliğini üzerlerinde taşıdılar. Ve öyle yaşadılar ve iz bırakarak öldüler.

  1. Sontag, Susan, Sanatçı: Örnek Bir Çilekeş, Çev.: Yurdanur Salman, Müge Gürsoy Sökmen, Metis Yay., İst., 2008 (Üçüncü Basım), s.33.
  2. Büke, Aydın, Chopin, Tuşlara Adanmış Bir Yaşam, Can Yay., İst., 2010, s.87.
  3. Yener, Faruk, Müzik Kılavuzu, Milliyet Yay., İst., 1970 (Birinci Baskı), s.32.
  4. Claudon, Francis, Romantizm Sanat Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, Çev.: İlhan Usmanbaş, İst., 2006 (4. Basım), s.267.
  5. a.g.e., s.267
  6. a.g.e., s.245.
  7. a.g.e., s.274.
  8. a.g.e., s.275.
  9. a.g.e., s.275.
  10. Büke, a.g.e., s.97.
  11. Pourtales, Guy de ,  Chopin, Çev.: Cemal Reşit Rey, Güven Yay., İst., 1947, s.11.
  12. ………., a.g.e., s. 14.
  13. Büke, a.g.e., s.97.
  14. ………., a.g.e., s.98.
  15. Pourtales, s. 102.
  16. Büke, a.g.e., s. 109.
  17. Pourtales, a.g.e., s. 15.
  18. Büke, a.g.e.,s. 146.
  19. Pourtales , a.g.e., s. 48.
  20. ….………. , a.g.e. , s.48
  21. Öztop, Şener, “ Mektuplar  Gustave  Flaubert  George Sand”, Türk Dili, Şubat 1999, S: 566, ss.135-36.
  22. Büke, a.g.e.,s.141.
  23. Pourtales, a.g.e., s. 116.
  24. Sand, George, Hayatımın Hikâyesi, Çev.: Birsel Uzma, Oğlak Yay., İst., 2006, s.359.

Chopin Tuşlara Adanmış Bir Yaşam, Aydın Büke, Can Yayınları, İstanbul, 2010, 271s.

Değerli sanatçı, piyanist Gülsin Onay’a saygı ve sevgiyle…

Şener Öztop

Tarihle kültürün ve sanatın buluştuğu sıcak bir mekan: Uşak Sanat Konağı

Yüzyılın üzerinde yaşanmış mekanın canlandırmasıyla taşra hayatını yansıtan,ahşabın sıcaklığı ve kokusuyla; Uşak Sanat Konağı kent merkezine yakın, sit alanında tarihi evlerin bulunduğu bir konaklamadır.

Cumhuriyet döneminde Uşak’tan – Amerika’ya halı ihraç eden merhum Ali Aral’ın evidir. Restorasyon / rekonstrüksiyon yapılarak hizmete açılmıştır.

Uşak’ta bu tarihi mekânda konaklamak, keyifli zaman geçirmek için yerinizi ayırtın.

Adres: Köme, Çatak Sk. No:9, 64400 Uşak Merkez/Uşak
Telefon: +90 (276) 224 36 37 / +90 (506) 116 66 51 / +90 (505) 560 99 83
Mail: [email protected]

Önceki İçerikJustin Timberlake İstanbul’a geliyor
Sonraki İçerikÜretim, Sohbet ve Dayanışma Atölyeleri
Abone Olun
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments