Ruhun gizemli dünyasında: RESMİ KEŞFETME SERÜVENİ

"Nihat Behram, şiirsel bir dille kaleme aldığı “Yalın Yürek Bayram Gümüş”ü kendi iç denizine çekiyor. Resimde kurduğu ilişkinin bütün evrelerini anlatıyor."

0

       Nihat Behram, naif bir ressamın bilinmeyen yanlarını, onun iç denizinin labirentlerinde yolculuk yapıyor. Bir yeteneğin ırmağını aşan su örneği gibi sanatın sonsuzluğunda var olma mücadelesini anlatıyor. Yazar, kitabın sonsözünde şunları dile getiriyor: “… Mevsimler süresince doğduğu köyden büyüdüğü kente izlediğim, acısında, sevincinde, tasasında, merakında gözlediğim bu genç adamdan; rüzgârın, suyun, toprağın filizlenmiş renk ambarı bu yalın yürekten; (…) Bayram Gümüş’le ilgili bu çalışma sürecinden, açıkçası bana da, kanatları olan umutlar kaldı, rengârenk bir ufuktan düşler kaldı, (…) “ diyor.

       Nihat Behram’ın, sezgiler(in)de Bayram Gümüş’le bir ruh ikizliği vardır. Bunu şöyle dillendirir: “Sanatta ruh ikizleri olduğuna inancım Bayram’a ilişkin mevsimler süren gözlemlerimle saptandı” demekten kendini alamaz. Dışa vurmayan, içe; içten içsel duygulanımları harekete geçiren bir sıcaklık, bir içtenlik söz konusudur. Gümüş’ün oto portresini çizmek için onunla uzun yolculuklara, ressamın doğduğu topraklara, baba ocağına, İlmen’in ruha huzur veren pastoral manzarasında, anıların hisli ve sisli gölgeliğinde geçmişi yaşamak… “Acıyı bal eylemek” iç serüveninin giz dolu dünyasına bir pencere açmak! … O pencereden bakış da, Gümüş’ün saf ve temiz ruhunun izleri tuvallerinde yansır. Değil midir ki, sanatçı ruh ufkunu insanla, doğayla; doğanın nesnelerinde gördüğü, elleriyle okşadığı, tuttuğu, renk ve biçim cümbüşünü (armonisini) teneffüs eder. Çünkü, Bayram Gümüş’ün Anadolu saflığını, sıcaklığını, samimiyetini bedeninde sakladığını, her olay ve insanın onda derin izler bıraktığını; her duygulanımın, heyecanın, tablolarına naif (saf yürek) bir duyarlılıkla yansıdığını görür. Günler, aylar, yıllar Bayram’ın ruhunu, yaşantısını değişkenliğe uğratır. Canından çok sevdiği karısı Nuran, oğlu Yılmaz Mustafa’yı gaz zehirlenmesi sonucunda yitir(il)diğini yad ellerde – sanatını duyurabilmek için gittiği- Amerika’da öğrenecektir. Bir anda acı gerçeğe inanamaz, kabullenemez… Bedeninde ve ruhunda ıspazmozlar (gerginlik, titreme) onu hep yaşanmışlıkların içine çeker. Anıların sisli gölgeliğinde: Ruh burkuntuları, ruh üşümeleri Bayram’ı tedirgin eder. Yalnızlığın, hüznün ve acının girdabına kapılır; kimi zaman da efkâr tepesinin doruklarında o bilinmeyen nefs muhasebelerinde bulunur.

2855.8

        Sanatın sonsuzluğunda onun yüceliği karşısında tutunarak, yaşanmışlıkları, yaşananları bir bir gözlemleyerek; içinde duyumsayarak ruh gelgitlerini tuvale aktarmanın hazzını yaşar. İlkin çekingen tavırlarla başlayan renkli serüvenin içinde (Ressam Kasım Koçak’la tanışmanın heyecanı, teşviki ve yardım elini uzatmasıyla başlayan resim macerası…) kendini bulur. Terebentin/tinerin genzi yakan kokusu; yağlıboya, beziryağı/haşhaşyağının ruh ürpermesi yaratan kokusu; fırçanın biçim yaratma sihriyle, hazzın doruklarına ulaşır. Dingin bir atmosferden heyecanlı yolculuğun serüveninde içindeki çocuk Bayram’ın iç zenginliğini çıkartır. “…minyatür yazı üslubuyla renk girmişti dünyasına…” Konusunu biçimlendirirken çalışma evresini şöyle dillendirir: “Benim ilacım resim! Boyarken yaşadığım heyecanı hiçbir şeye değişmem. O heyecan benim doktorum! Zaten yapacağım resmi kâğıda çizmiyorum. Heyecanımı öldürüyor. Direkt tuvale, kalın fırçayla çizip başlıyorum. Fırçayı incelte incelte sürüyorum. Resim yaparak aslında en önce kendime müdahale ediyorum. Dindiriyorum. (…) Hayallerimi tuvalde topluyorum. (…) Resim yaparken, var olanın ötesini yapmak istiyorum.” Demekten kendini alamaz.

“HAYALLERİMİ TUVALDE TOPLUYORUM.”

        Kimi zaman ona çocuk yaşlarda İlmen’den göçerek geldiği büyük şehir İstanbul’un muhteşem panoramik manzarası, tarihsel dokusu, mekânı, peyzaj noktaları, tarihsel belge niteliğini taşıyan: Haydarpaşa Garı’nın anıtsal mimarî özelliği, siluet değeri, yüceliği, bağrında muhafaza ettiği Haydarpaşa’dan- Anadolu’ya giden trenleri, lokomotiflerin arkasına sıra sıra dizilmiş vagonları köprüden seyrederek kendinden geçercesine seyretmesi ve izlenimlerini tuvale aktarması… Bir film karesinde belleğinde canlandırdığı ürkek, korkak, çekingen tavırlarla “taşı toprağı altın” İstanbul’a adım atması… İstanbul “gurbet kuşları”nın acımasız toprağıdır. Ekmek kavgası uğruna İstanbul’a göçmüş Anadolular…”  O da bir Anadolu çocuğu, “Gurbet Kuşu”dur. Henüz dokuz yaşını sürerken; Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerinden tahta bavulu ile inerken alçaktan uçan beyaz martıların çığlıklarıyla, vapur düdükleri birbirine karışır. Gri/kurşini/kül rengi dumanlar helozoni kıvrımlar halinde gökyüzüne tırmanır. Turkuaz maviliğin enginliğinde denizin iyot havasını burnuna çeker. İlk kez denize “merhaba!” demenin heyecanını, şaşkınlığını hisseder. Sisli, buğulu (sfumato) bir atmosferde Topkapı Sarayı’nın görkemli siluetini fark eder. Bütün bu pitoresk görünüm, Bayram’ın düşlerini süsleyecek. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ölümsüz sözüyle: “Sanat rüya üzerine kurulur.”  Dediği gibi, uykuyla düş arasında geçen anlık tatlı, hisli duygulanımlar onu hep düşündürecektir. Zaman kavramından şimdiki zamandan, geçmiş zamana yer yer dönüşler, bireysel yaşamından çıkışlar yaparak “resmi keşfetme” yollarında –arayan- bir yolcudur. Yol arkadaşı önemlidir. İçindeki sanat aşkı sağanak olup fırtınaları renge, biçime dönüşecek ve bir tablo yaratılacaktır.

        Yazar, araya girerek şöyle der: “Bayram’a, boyadığı resimleri sorduğumda, neyi neden yaptığını, kendine özgü tanımlarla açıklıyordu. Akademik sıfatlar içermese de, adını kendi koyduğu oğlunu çağırır gibi, sakin tavırlarla açıklıyordu. Sözgelimi, camileri sorunca, “Yeni Cami” bir ibadet yeri olarak değil, günlük karmaşa içindeki konumuyla ilgimi çekiyor! Süleymaniye’nin konumu farklı; kent yaşantısı dışında kalan görkemli bir duruşu var!“

        Toplu yaşam yerleri/mekânları onun ilgi duyduğu alanlardır. Söz gelimi: Pazaryeri, Haydarpaşa Garı, Galata Köprüsü, Tren İstasyonu, Kamyon Pazarı, Nevizade Sokağı gibi toplumsal hayatta insanın var olma özelliği olan alanların hareketliliği, canlılığı, hayhuy içinde koşuşturmalar(ıy)la birlikte, yalnızlığını, kentine yabancılaşmasını da biteviye düşünür. “İzler ve düşler” belleğine resmedilir. Behram’ın da söylediği gibi, “Resimlerinde ki gibi, günlük davranışlarında da belli bir kuralı yoktu. Daha doğrusu, kuralsız değildi de, kuralları kendine hastı. O ânın duygusuyla şekilleniyordu.” Eski deyişle “muhayyilesi” varsıldı. Bayram’ın saf yürekliliği, inceliği, coşkunluğu; bir nakkaşın, halk ressamının duyarlılığı neyse o idi. İmgesel tasarım gücü, düşsel bir dünyanın dışa vurmasıydı.

        Nihat Behram’ın sözlerine kulak verelim: Lirik ve epik söyleyişle anlatıya dönük bir üslupla ressamın hayatından kesitleri, günlük yaşamdaki olguları şöyle değerlendirir: “Hayatta yalın, yapmacıksız, içtenlikli, sahici, gerçekçi tepki, bütün değerli sanat ürünü sanatçıların ortak özelliklerindendir. Yalın, yapmacıksız, içtenlikli, sahici, gerçekçi tepki, bütün değerli sanat ürünü sanatçıların ortak özelliklerindendir. Yalın yürek sanat/sanatçı yapısı, yalınlığa odaklı ayrı bir kimliktir. Bu kimlik batıda, naif sanat diye nitelene geldi.” der. Bununla da yetinmez sözlerine şunları ekler: “… benim ‘yalın yürek’ diye tanımladığım bu sanatı, gerçekçilik akımının doğal parçası saymanın bağları kökleri fazladır. Bu tür sanat yaratıcılarından, kimi kaynaklarda ‘gerçeğin halkçı ustaları’ diye söz edilmesinin kökünde bir düşünce yatar. Bir bakıma haksız da değil…”

SEZGİSEL VE DÜŞSEL İMGELER

        Nihat Behram, şiirsel bir dille kaleme aldığı “Yalın Yürek Bayram Gümüş”ü kendi iç denizine çekiyor. Resimde kurduğu ilişkinin bütün evrelerini anlatıyor. Apayrı tat da naif bir ressamın öz yaşam öyküsünü okura sunuyor. Bayram Gümüş, düşlediklerini renkli bir dünyaya penceresini açıyor. Renklerin diliyle tablolarını yapıyor, resim üstüne düşünüyor. Kendi kendisini yetiştiren naif bir ressamın resim tutkusunun, ipuçlarını okudukça anlıyorsunuz. “Hayatın renkleriyle ruhumuzu emziren yalın yürek Bayram Gümüş“, ruh ufkunu sanatla taçlandıran, sanatsal arayışın, heyecanının dur durak bilmeyen çalışmasını yapar. Akıp giden zamanın karşısında tedirginliğin; yoksulluğun ve acılarla yoğrulmuş naif bir ressamın yaşam kesitlerinin içinde kendinizi buluyorsunuz. Ressam kişisel trajedileriyle yüz yüze gelir. Ama bunları resim yaparak unutmaya çalışır. Bu durum onun ne denli sanat aşkı sevgisiyle dopdolu olduğunun bir kanıtıdır.

        “Soylu resim yollarında” bu uğraşın gerçekleşmesi için ona yardım elini uzatan, cesaret veren, en önemlisi “kendi kendisi” olması; özgünlüğünü bozmaması için gerekli açıklamaları yapan ressam Kasım Koçak’tır. Kendi hayat hikâyesinin yaşanmışlıkları, gözlemleri imgesel yaratım gücünü ortaya çıkar(t)ır. Sanat insanın dünyasının görünümlerinin algılanmasına yol açar. Günlük hayatın akışında nesneler onun ilgi alanına girer. Hayatta değişen rollerin ne denli insanda başkalaşımlar yaptığını yaşayarak görür. İkinci kez Amerika’da resim serüvenini sürdürürken, acı gerçekle baş başa kalır. Resim yapmak onun en büyük tesellisi ve sığınağı olur.

SONDEYİŞ

        İnsanın duygularının ne olduğunu öğreten, hayattan ziyade edebiyattır.”  diyen  Irwin Edman, “Sanatın ikinci görevinin de, duyular seviyesinden hayal ve düşünce seviyesine kadar her türlü tecrübeyi aydınlatır ” demesi ressamın ne olması gerektiğini vurgulaması açısından bir hayli ilgi çekici. Bayram Gümüş’ de çevresinde edindiği yazarlar, şairler, sanatçılar vardır.

        Nihat Behram, güzel Türkçemizin sınırlarını zorlayarak “pastoral bir senfoni”  sunuyor sözcükler denizinde… Bize, naif bir ressamın hayatına ilişkin gözlemlerini, Beyşehir’in İlmen Kasabası’nın kır manzaralarının güzelliğini; çocukluk, gençlik, olgunluk yıllarında İstanbul’da geçen resmi keşfetme, yapma uğraşlarında ressamın geçirdiği evreleri, resim tutkusunu, sevgisini anlatıyor. “Ben kimim ki benim için yazacak!” diyen içten, alçakgönüllü ressamın ilgi çekici yaşam öyküsü hep bunlar. Rahmetli Selim İleri’nin söyleyişiyle nefis bir “düşlemleme”.

Aslıhan Karay’a sevgiyle…

Nihat Behram, “Hayatın Renkleriyle Ruhumuzu Emziren Yalın Yürek Bayram Gümüş”, Everest Yayınları, İstanbul 2007, 177 s. + Renkli 16 s. Anı fotoğrafları + 14 s. Renkli tablo röprodüksiyonları.

Tarihle kültürün ve sanatın buluştuğu sıcak bir mekan: Uşak Sanat Konağı

Yüzyılın üzerinde yaşanmış mekanın canlandırmasıyla taşra hayatını yansıtan,ahşabın sıcaklığı ve kokusuyla; Uşak Sanat Konağı kent merkezine yakın, sit alanında tarihi evlerin bulunduğu bir konaklamadır.

Cumhuriyet döneminde Uşak’tan – Amerika’ya halı ihraç eden merhum Ali Aral’ın evidir. Restorasyon / rekonstrüksiyon yapılarak hizmete açılmıştır.

Uşak’ta bu tarihi mekânda konaklamak, keyifli zaman geçirmek için yerinizi ayırtın.

Adres: Köme, Çatak Sk. No:9, 64400 Uşak Merkez/Uşak
Telefon: +90 (276) 224 36 37 / +90 (506) 116 66 51 / +90 (505) 560 99 83
Mail: [email protected]

Önceki içerikMüziKoridor #22: Ruhumuzu Besleyen Şarkılar — ve Hatta Karanlıkla Yüzleşme
Sonraki içerikMüzik sektöründen Spotify’a çağrı
Abone Olun
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments