Alfasına kilitlenen bir güdümlü: Kalbur Üssü Beta

0

Bir sürü duvar var
Ket vurduğun bir sürü yaşam
Engellediğin anlar
Solmayan ölümler var

Sonra biri çıkar ağaca
Başlar yeniden her şey
Önce kuyruklar çıkar sandıklardan
Sokumlarının peşi sıra ve naftalinler eşliğinde

I. Bırakış

“Hadi atın beni… Ağaçtan… Balkondan… Toplumdan… Dinden… Ve ne kadar sıkıştırdığınız şey varsa hepsinden.”

Bunları söylerken pek de kendinde görünmüyordu. Samimiydi samimi olmasına da, kendinde değildi işte. Oradan buradan, önüne gelen her yerden atılma isteğiyle kaplıydı içi; ve emin olduğu tek şeydi bu. Gözden, gönüllerden, irtifadan, yükseltilerden düşmek istiyordu. Aslında enlemesine değil, boylamasına bir ayrılıktı istediği. Enlemesine ayrılıkları tercih eden ve bunda mancınık görevi gören din adamlarını pek tercih etmiyordu o yüzden de. Onu kaldırıp atacak iri kıyım insanların özlemiyle yanıp tutuşuyordu. İnsan olmaları şart değildi, yeter ki iri kıyım olsunlar ve bu önemli görevin bilincine varsınlardı; her türlü yaratık kabulüydü sonuçta.

İnsan da dâhil hiçbir iri kıyım hayvan çeşidine ihtiyacı yoktu aslında. Hepi topu saçma sapan bir intihardı ve bunu abartmanın, dallanıp budaklandırmanın ya da olanları ayin havasına sokmanın bir âlemi yoktu. Elli dördüncü kattan kendini aşağıya bırakması yetecek de artacaktı bile. İri kıyımların ve din adamlarının yapacak çok daha önemli işleri vardı hem. Her zaman olduğu gibi, güçlü kollarla ve yıkamalarla safları sıklaştırıp, toplumu tek tıkla açılan bir dosya hâline getirmeleri ve bunu da bir an önce yapmaları gerekiyordu. Zira raflardan alınıp, elden ele dolaşan Dünya’nın son kullanma tarihi giderek doluyordu.

Yararcı ve hazcılığın yanına fırsatçılığı eklemek mükemmel bir fikirdi ve her mükemmel fikir gibi, fikir olmaktan çıkıp eyleme geçmeyi bekliyordu. Fazla beklemesine gerek kalmadı, çok kısa bir sürede Dünya’nın tüm gözenekleri fırsatçılıkla doldu. Oysa evrende boşlukların dolması gibi bir şey söz konusu değildi; çünkü var olan her şey zaten bir boşluk demekti. Evrenine uymayan bir gezegen modeliyse, düzensizliğe eğilimi olan evren için tanımlanamaz bir ironi oluşturuyordu.

Yüksekten kendini yere bırakan bir insanın irtifa dışında kaybedecek bir şeyi yoktur!.. Çok şeyi vardır oysa. “Nelermiş onlar?” diye sorsanız, yanıt veremem ama, “Çok şey işte, anlayın,” derim. Evrenine uymayan, dünyanın kendisi değil, ona hükmettiğini sanan insandır, diye de eklerim. “En azından uyumsuzluk denen lanetini kapatmak adına, evrenin düzensizliğe eğilimini örnek ve bahane göstermesi bile, nafile de olsa çabasının bir kanıtıdır insanın” destekçilerimi de yanıma alarak üstelik. Sonra da, “dünyanın hiçbir zaman savunulmaya gereksinimi olmadı; ama işte o en aciz ve aşağılık uzantısı insanın her zaman olacak ve bu, ihmal edilecek ya da ertelenecek bir mevzu değil” savruluşlarını seyre dalarım. Öyle bir dalış olur ki bu, dibi olan hiçbir şey kendinde mukayese edecek güç bulamaz. Hoş gerçi böyle salakça bir eyleme girişecek gerek de bulamaz, o ayrı.

“Yıkıl karşımdan”ların karşınsa geçmiş, kendini izliyorsun; ve konu sense, tüm yok oluşlar ayrı bir güzel insan. Ne kadar eksilirsen ve ne kadar ortadan kalkmaya yakınsan o kadar güzelsin zira.

II. Hissediş

Yapamayacağımız, uğruna feda edemeyeceğimiz şey yok; yeter ki biri hissetsin bizi. Öyle ahım şahım, kanlı canlı olmasına da gerek yok, az buçuk yakalayıcılarla donatılmış olsun yeter.

Yakala yakala bitmez bir benliğimiz var ve evrenin en verimli tutucu ve bırakıcılarıyız. Fırsat kolla, yakala ve hazcılığın doruklarına tırman… Herkes için eşit mesafe, kapan ve alışveriş demek bu; aman ne güzel!

Ve ne güzel sorudur öyle; ruh hâlim boka sardı, içmek isteyen var mı? Düşünce akar pınarlarından, hüzün eksilmez göz pınarlarından. Ve ne eksilir ne de diner, birbirini izler saçmalıklar silsilesi. Ve kim inkâr edebilir ki iletişimin bir alışveriş olduğunu? Peki ya sevgi, aşk ve benzeri saçmalıklar? Onlar çok daha büyükleridir, cukkalı ve okkalılarıdır alışverişin.

Çıkarcılıkla donatılan, hazla kavrulan milyarlarcası gibi çıkmıştım yola… Arayışın en etten kemikten hâliydi yol ve haddinden fazla seviyordum kendisini. Yükselmekti amacım; en azından yol alırken böyleydi bu. Seviyordum eğimleri, seviyordum tırmanmayı. En çok da yükseklerde olan hayvanlara bayılıyordum. Doğası gereği zaten öyle olan kuşlar da buna dâhildi. Yükseklerde rastladığım ne kadar uçamayan varsa, taparcasına hayrandım hepsine de ve abartılarla kaplıydı ilkel benliğim. Duygularım bile kendi doğallıklarından çok uzaklarda başka başka yolculuklara çıkmak zorunda kalmışlardı. Enikonu, hepi topu bir insandım ve kusurlarım almış başını gitmişti baba evine. Saatlerce okşasanız, sevimli tek bir yanımı bulamazdınız. Ki aradığınız sadece o olsa bile, yine de bulamazdınız.

İnsan neden arar? Ve neyi arar insan? Farkında mıdır sürecin, farkında mıdır akışın? Daha düşünce bazında aklımızdan çıkan sorular? Önce ağzımızdan, sonra aklımızdan değil, ağza bile uğramadan sadece aklımızdan yitip giden sorular. Kedi adıma neyi aradığımı bilsem, bu kadar salak görünmezdim herhâlde. Kedi derken samimiyim, zira kendimden çok daha fazla seviyorum onları. Değneğin diğer ucunda köpekler var ve değnek de boklu falan değil; son derece temiz, son derece steril. Sadece kendisi değil, türevleri de öyle; tanrıların idrarlarına batırılmış ve her şeyden arındırılmış gibiler. Ve hiç bu kadar değil dediğimi hatırlamıyorum; ilahi değiller, âlemsiniz valla!

Madem yoldasın, biraz da benden bahset bari; iyi gelir değişiklik hem. Kötü değilim ki, iyi gelesin ve kimsin sen? Dinim ben; dertli gönüllere giren, acıları dindiren. Hayır, mevzu bahis bile olamazsın, esamen bile okunamaz. Kızgınsın yani haşmetlerine? Kızgın falan değilim, umurumda değil sadece. Yine başladık değillere!.. Başlayalım ve “Başlarım dinine de, alayına da!” demekten kendimizi alamayalım. Ve yeter ki uyumayalım, uyutmayalım…

İçimizdeki şeytan… Kötülüğüne şeytan dediğinden, var olduğundan beri böyle başlıyorsun tüm sonu gelmez, lanet cümlelerine. Kötüsün ve çürümüş o berbat vicdanını temizlemek için kutsanıp kutsanmaya ihtiyacın var. Uydurup uydurup yarattığın histerilerin sonu asla gelmeyecek! Soluklanmak bile iki durup bir tapınmak olmuş o gerzek varlığında. Korku çekip, kötülük salıyorsun ve buna da yaşamak diyorsun.

Kenan Yaşar
Önceki İçerikSirkeyi Tadanlar | İkinci Bölüm: Aklın Büyüsü LOGOS
Sonraki İçerikPhilip Pullman: “Çocukların sevgiye, yiyeceğe, temiz havaya ve oyun oynamaya ihtiyacı olduğu kadar sanata, öykülere, şiirlere ve müziğe de ihtiyacı var.”
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments