Eleştiri Sokağı: Sokak No:2

0

Benim için son yazının yayınlanan tarihi henüz dünden önceki günmüş gibi gelse de uzun zaman oldu herhalde yazmayalı. En azından hedeflediğim sıklık düzenine göre böyle. Ayrıca bugün bahsedeceğim isimleri 8 Mart için Kadınlar gününe özel seçmiştim. 8 Mart geçeli 8 gün olmuş. Ve bu da bana dünmüş gibi geliyor. Eğer bu yazıyı bekleyen biriysen, tüm bu gecikmenin suçunun sorumluluğunu üzerime almıyor, hayat koşullarına atıp geçiyorum.

Ve selamlar.

İki isimden bahsedeceğim Sokak No.2’de. Bu iki isim de anlayacağınız üzere kadın sanatçılar. Vurgulamam gerekir ki, -geçmiş- kadınlar gününde, kadın sanatçılardan bahsetmek çok yavan kalabilir. Belki defalarca kez kadınlara yönelik -8 Mart’ta- bu tarz jest amaçlı şeyler yapıldı. Fakat bu durumu şöyle düzeltmeye çaba göstereceğim; bahsedeceğim isimler “kadın” kimliklerinden daha çok “kadınsı” kimlikleriyle ön plana çıkıyor bana göre. Bunun, çok tartışılabilir ve tepki alabilecek geniş bir konu olduğunu biliyorum. “Bence şu isim daha kadınsı”, “Ne şimdi, bu isimlerden bahsettin de X ismini nasıl unutursun?” falan… Ya bir dur. Ben kendi fikrimi anlatmak istiyorum. Bilimsel bir çalışma değil bu!

Kendi kendimle sizin yerinize kavga ettiğime göre isimlere gelmeden, konuyu biraz daha açıp noktalayacağım.

Evet Türkiye’de çok kadın sanatçı var. Ölçeği küçültüp Türkçe Alternatif müziği ele alacak olursak sayı biraz daha azalıyor. Ama ne kadar Türkiye hippilerine hitap edersen et bu topraklarda “erk”i simgeleyen, genlerimize kazılmış gibi görünen davranış ve zevk örüntüleri var. Bkz. Özlem Tekin. Kadın başına, dağları delişini bile erkil bir ifadeyle anlattı bizlere. Kızgındı, öfkeliydi, başına buyruktu ve bağırıyordu. Şebnem Ferah, Aslı Gökyokuş, Ayşe Saran ve aklıma az önce gelmiş olup şimdi unuttuğum birkaç isim. Bu isimler çok güzel şarkılar yaptılar ve yaptığım bu analiz, iyi müzik-kötü müzik analizi değil. Hepsi bir yerden sonra –belki de haklı sebeplerle kendilerini böyle yapmaya mecbur görerek- bağırmaya ve agresifleşmeye başladılar. Belki Nil Karaibrahimgil’i anmamak haksızlık olur diye düşünecekken onun hem alternatif sayılamayacağı hem de kadınsılıktan çok çocuksuluğa yakın olduğunu düşünerek eliyorum.

Şimdi anlatacağım iki isim ise henüz yeni –hatta biri çok çok yeni- olmasına karşın, ilerde umarım bağırmaya başlamazlar diyerek dinlediğim iki isim. Çünkü ikisi de bana saf bir şekilde kadınsı gelen, varoluşun kadınsılığının renkli, hareketli tarafını ifade ettiğini düşündüğüm “Nova Norda” ve yine varoluşun kadınsılığının karanlık ve kasvetli tarafını ifade ettiğini düşündüğüm “Raven”. Hadi şimdi ölçeği biraz daha küçültelim. (Buraları yazarken kendimi Neil deGrasse Tyson gibi hissediyorum. Kozmik takvimde 31 Aralık’a geldik evet.)

Öncelikle Nova Norda’yı yeni keşfettiğimi itiraf etmeliyim. İlk yazıda da vurguya değer bulduğum şeyi tekrar söylemem gerek ki bir besteci olmakla beraber uzman bir dinleyici değilim, olamadım. Yenileri takip etmek, kim ne yapıp etmiş bilmek zorunluluğunda hissetmiyorum. Nova Norda’yı keşfetme hikayem ise yine diğer yeni yeni dinlediğim Can Ozan sayesinde oldu. Eleştiri Sokağı serisinde bahsetmek istediğim Can Ozan’ı kurcalarken yaptığı işlerden birinde Nova Norda ile olan çalışmalarına denk geldim. Ve dedim ki; “Ne Can Ozan’ı oğlum, yaz, Nova’yı yaz” (Buradan Can’dan özür dileyerek ona hiçbir zaman yazımın konusu olmayacağını iletiyorum. Çok yetenekli ve başarılı, orası ayrı. Ama özetle benim için “hımm iyiymiş”)

Nova Norda’nın şimdilik yayınlanmış az şarkısı var. Zamanla artacaktır. Şarkılarını hangi sevdiğime göndersem “biliyor” çıktıklarına göre, arka planda çalışan ciddi bir proje ekibi olsa gerek. Yani ekibi ciddi olmasa da proje ciddi gibi. Bu kadar dinlenmenin kulaktan kulağa olması ihtimalini veremiyorum. Şarkılarda kullandığı Türkçe çok yalın ve bu yüzden çekici. Çok iddialı görünse de Türkçe Alternatif müziğinde dönüştürücü bir etkisi olacağına inanıyorum bu kadının. Üreten biri olarak onun müziğinden etkilenmek benim için keyif vericiydi.

Daha da uzatmadan ona sesleniyorum;

“Zenci gırtlağı sence de biraz şey değil mi?”

Sıradaki güzelimiz Raven. Çok yeni oluşu ve benim yeni sanatçılara ve olup bitenlere olan istemsiz mesafemi göz önünde bulundurursak keşfettiğim için şanslı hissettiğim bir isim. Henüz “No Name”. Fakat birazdan bahsedeceğim sebepler ve özgünlüğü sebebiyle gelecekte onu daha sık duyacağınızı öngörerek içim rahatlıyor. Bahsedeceğim sebeplerin en önemlisi yaptığı şarkılarının altyapısının kendisine ait olması. Kendi kendinin yönetmeni olma durumu bana her zaman çekici gelmiştir. Başkalarının şarkıları, başkalarının altyapısı üzerine bir “gösteri” ya da “eser” çıkarmak görece daha kolaydır. (Bkz. Ceylan Ertem) Raven’in bu çizgide olması çok güzel. Ayrıca böyle devam etmesi henüz geleceği için konuşmak adına erken olsa da bahse değer bir temenni.

Onun için karanlık ifadesini kullanmıştım. Evet, sakin, derinden ve acıtan bir biçimi var şarkılarının. Şarkılara yansıyan atmosfer, sanki öyle çalakalem bir denk geliş değil de tam da kendisini yansıtan bilinçli bir renk seçimi gibi. Elbette bu yorumlar kendisini müziği ile yeni yeni tanıyorken, bilmeden yapılan yorumlar. Ama en azından bana yansıyan şekli bu. Özgün ve nefes aldıran bir karanlık. Şarkıların aranjelerinde ve vokallerinde deneyimi arttıkça gideceğine inandığım küçük pürüzler görüyor olsam da bu bir gelişim süreci ve bizzat bu gelişim sürecindeki bir şarkı yazarı olduğum gerçeğinin bilincindeyken, bu eleştiriyi üstten bir bakış açısıyla söylemem mümkün değil. Eleştirilen şey katı bir öz değil, değişen, şekillenebilir, plastik-vari gelişime açık bir durum.

Neyse, en çok emin olduğum şey bu kadının güzel şeyler yapma ihtimalinin yüksek olduğu.

Şimdi ona sesleniyorum “İyisin, hoşsun da… Daha çok şarkı be kadın!”

Evet, sevgili okur. Umarım seni yeterince sinir edebilmişimdir. Gelecek Sokak No.3’te görüşmek üzere…

Hayat kısa, kızlar uçuyor.

Sarp T.
Önceki İçerikHalil İnalcık’ı Anma ve Eser Tanıtım Toplantısı (28 Ocak 2019)
Sonraki İçerikYarın “Zamansız” // OnAir Sahne
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments