Gençliğe Devredilen Hürriyet Ateşi: “19 Mayıs”

"Türk yurdu Anadolu emperyalizmin pençesinde paramparça edilirken, padişah ve avanesi, tahtını ve dokunulmazlığını korumanın peşindedir."

0
“Ben Türk ufuklarından bir gün behemehâl bir güneş doğacağına, bunun hareket ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu âdeta gözlerimle görüyordum.”
Mustafa Kemal ATATÜRK

Bu yıl, Millî Mücadelenin başladığı 19 Mayıs 1919 tarihinin yüzüncü yılını kutluyoruz. İstedim ki bugünden o günlere tekrar dönüp neler yaşandığını hatırlayalım ve güzel vatanımızı kurtaran, kendi nefeslerinden vazgeçerek bize bir gelecek sağlayan şehitlerimizi, gazilerimizi, Ulu Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşlarını, vatanperver Anadolu insanını bir kez daha minnetle, sevgiyle ve saygıyla analım. Çünkü Türk Milletinin verdiği İstiklal Savaşı eşsizdir. Güzel yurdumuz Anadolu, binlerce yıldır çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapan tarihiyle, doğasıyla, iklimiyle, güzelliğiyle eşsizdir. Bizim bu ülkeyi kurtararak bize teslim edenlere borcumuz var ve üzerinde yaşadığımız bu memleket, bizden öncekilerden alıp sonrakilere devredeceğimiz kutsal bir emanet.

1918 yılının Eylül’ünde artık Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna yaklaşılmış ve Mustafa Kemal Paşa’nın çok daha önce öngördüğü gibi Almanya’nın yenilgisi belli olmuştu. 29 Eylül 1918’de Bulgaristan’ın savaştan çekilmesiyle müttefiki Osmanlı İmparatorluğu ile kara bağlantısı kesilmişti. 4 Ekim’de Almanya, 5 Ekim’de de Avusturya-Macaristan ateşkes istedi. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde ise Talat Paşa kabinesi istifa etmiş, 14 Ekim 1918’de Ahmet İzzet Paşa yeni hükümeti kurmuştu.

Osmanlı Devleti’nin ateşkes talebi ile İtilaf Devletleri bir araya geldiler ve anlaşmak yetkisi İngiltere’ye bırakıldı. 26 Ekim 1918’de, Limni Adası’nın Moudros limanında Rauf Bey (Orbay) başkanlığındaki Türk heyeti ile, İtilaf Devletlerinin Ege Donanma Komutanı Amiral Calthorpe arasında başlayan görüşme, 30 Ekim 1918’de Moudros (Mondros) Mütarekesi imzalanmasıyla sonuçlandı. Hamidiye Kahramanı Rauf Bey, Amirali oldukça nazik, açık sözlü, dürüst bulmuştu. Umutlu ve iyimserdi. İstanbul’a döndüğünde övünç ve sevinç duyduğunu, imzalanan mütarekeyle devletin bağımsızlığı ve saltanatın hukukunun kurtarıldığını söylerken, İstanbul’a tek bir düşman askerinin dahi çıkmayacağına dair teminat veriyordu. Mütareke Türk kamuoyuna başarı olarak tanıtıldı, Parlamento anlaşmayı oy birliğiyle kabul etti. PTT ise anma pulları bastırdı.

Ne var ki bu demeçten on gün sonra, 13 Kasım 1918 tarihinde 22 İngiliz, 17 İtalyan, 12 Fransız ve 4 Yunan gemisi, Çanakkale Boğazı’ndan girip Dolmabahçe önüne demirledi. Aynı Amiral, toplarını Dolmabahçe Sarayı’na çevirmiş Superb zırhlısında, İngiliz Yüksek Komiseri olarak ikamet etmeye başladı. Rauf Bey, mütarekenin mürekkebi kurumadan İstanbul’da sömürge havası yaratıldığından şikâyet ediyordu.

(Bundan sonra Atatürk’ün yanında yer alan Millî Mücadelenin kudretli komutanlarından Rauf Bey, son Osmanlı Meclisi’ne Sivas mebusu seçilir ve İngilizlerin bastığı ‘Milliyetçi’ damgası sırtında İstanbul’a döner ve ‘Misak-ı Milli’nin Osmanlı Meclisi’nce kabulüne öncülük eder. 16 Mart 1920’de İstanbul işgal edilir ve Osmanlı Meclisi’ne baskın yapılarak bir grup mebusla birlikte Rauf Bey de Malta’ya sürülür. Polverista Kampı’nda tel örgülerin ardındadır ve İngiliz belgelerinde o artık sadece “2776”dır.)

Antlaşmanın imzalandığı gün Liman von Sanders’in yerine Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na atanan Mustafa Kemal Paşa, Ahmet İzzet Paşa’ya uyarı telgrafı çekerek “Gereken önlemler alınmadıkça orduyu terhis etmeyiniz! Şayet orduları terhis edecek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak düşman tutkularının önüne geçmeye imkân kalmayacaktır” demektedir. O, genç bir harbiye öğrencisiyken öngördüğü çok şeyin gerçekleştiğine şahit oluyor, engin bilgisi, yüksek askerî dehası ile milletine, vatanına olan sevgisini birleştirip kurtuluşun yolunu bulmak planlarını yapıyordu. 7 Kasım 1918’de bu grup komutanlığının Padişah iradesiyle kaldırılması ve kendisinin Harbiye Nezareti emrine verilmesi üzerine, Adana’dan hareket ederek müttefik donanmasının surlara demir attığı 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldi.

Mustafa Kemal Paşa, görev aldığı hiçbir cepheden yenilgi ile ayrılmamıştır; 26 Ekim 1918’de, Arap asilerce desteklenmiş İngiliz ordusunu bozguna uğratarak, Hatay’ı da içine alan bir cephe kurmuş ve Birinci Dünya Savaşı’nın son muharebesini kazanmıştır. Kendi deyimiyle bu “Türk süngülerinin çizdiği sınır” olacaktır.

Mustafa Kemal Paşa’nın savunduğu o hat, ileride Misak-ı Millî’nin güney sınırı olarak belirlenecektir: “Zavallı Wilson; anlamadı ki süngü, kuvvet, şeref ve haysiyetin müdafaa edemediği hatlar başka hiçbir prensiple müdafaa edilemez.” Mustafa Kemal ATATÜRK

Henüz Adana’da bulunurken Halep civarında olan Ali Fuat Paşa’yı (Cebesoy) çağırır. 4 Kasım 1918’de birlikte genel durumu görüşürler, bir direniş örgütü kurma kararı alırlar, ilk merkez de Adana’da kurulacaktır. Mustafa Kemal Paşa, kendi ordusunun dağıtılacağını ve Ali Fuat Paşa’nın kendi ordusu başında kalacağını ve bu sayede de ilk savunma önlemlerini alabileceğini söyler: “Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve savunması, bizlerin de mümkün olduğu kadar yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz lazımdır.”

Türk yurdu Anadolu emperyalizmin pençesinde paramparça edilirken, padişah ve avanesi, tahtını ve dokunulmazlığını korumanın peşindedir. Birtakım aydınlar ise memleketin kurtuluş ümidini İngiltere, Fransa, ABD gibi güçlü devletlerin mandası altına girmekte bulmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ise her zamanki gerçekçi görüşüyle Osmanlı’nın artık tarihin sahnesinden silindiğini, öz yurt Anadolu’nun işgalden kurtarılması gerektiğini ve milletin öz iradesiyle yeni bir yönetim kurulacağını çoktan planlamış, hürriyete giden yolu açmak için mücadeleye başlamıştır.

Haydarpaşa Tren Garı’nda indiği o anda işgal kuvvetlerinin gemileri denizin üzerinden adeta “Türk’e ait haliyle İstanbul’u” küçümsemekte ve ezmektedir. Sonradan adı ‘Kartal’ olacak istimbotla Galata Rıhtımına doğru ilerlerken o meşhur isyanı dökülür dudaklarından: Geldikleri gibi giderler!

Bu muzaffer bir kumandanın kalbinden ziyade aklından dökülen bir cümledir. O, kararlıdır; İstanbul’un teslimiyetine karşı “İngilizler İskenderun’a çıkarsa ateş açarım.” derken Millî Mücadele’yi başlatmıştır aslında, Anadolu’nun göğsünü kendi göğüslerini siper ederek koruyup kurtarabileceklerini biliyordur.

Halk bir yandan kıpırdanmakta ve bu teslimiyete bölgesel çabalarla karşı çıkmaya çalışmaktadır. Müdafaa-i Hukuk, Muhafaza-i Hukuk, Redd-i İlhak gibi cemiyetler kurulmuştur. Sözde kurtuluş çareleri sunmakta olan ama özde kayıtsız bir teslimiyeti halka dayatan, İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti, Türk-Fransız Muhipleri Cemiyeti, Cemiyet-i Akvam Müzaheret Cemiyeti, Kürt Teali Cemiyeti gibi işgal kuvvetlerinin öncülüğünde veya desteğiyle kurulmuş birçok cemiyet de mevcuttur.

Mustafa Kemal Paşa öncelikle siyasi girişimlerde bulunur, meclise gider, milletvekilleriyle görüşmelerde yapar. Amacı millî bir kalkışmayı destekleyecek hükümeti başa getirmek ve o hükümet içinde görev almaktır. Fakat siyasi meydanda çözüme gidecek bir yol bulmasına olanak yoktur. 21 Aralık’ta da işgal güçlerinin arzusu ve Padişahın emri ile meclis kapatılır. (Daha sonra tekrar açılsa da pek bir varlık gösteremez.)

22 Kasım 1918’de Padişah Vahdettin ile yaptığı görüşmeyle Mustafa Kemal Paşa anlar ki, onun da planları -orduyu kızdıracak kadar- teslimiyetçi ve şahsîdir. Padişah, Paşa’yı dinlemezden önce kendi tedirginliklerini ortaya döküp ondan teminat istemiştir. Cuma Selamlığında tekrar görüşmek umuduyla hazır bulunur ama istediği neticeyi alamaz ve bundan sonra Samsun vazifesini alana kadar Cuma Selamlığına da gitmez.

İstanbul, artık kurtuluş mücadelesi arayan, işgale karşı çıkan herkes için gün geçtikçe daralan bir çember halini almıştır. Bekirağa Bölüğü her geçen gün biraz daha dolmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları için kalan tek çare, Anadolu’ya geçerek işgal kuvvetleri ve İstanbul Hükümetinin ulaşmasına olanak vermeyecek bir bölgede milli direnişi başlatmaktır. Bu birden yapılması mümkün olmayan bir durumdur; “Memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş” haldedir.

İngilizler; Çanakkale, Musul, Batum, Antep, Konya, Maraş, Bilecik, Samsun, Merzifon, Urfa ve Kars’ın işgalinin yanında, arzu ettikleri ve gerekli gördükleri her yere birlik çıkarma hakkına sahipler. Anadolu’nun kutsal toprağı İngiliz askeriyle çiğnenmekte.

Fransızlar; Trakya’daki demiryollarının önemli noktaları, Dörtyol, Mersin, Adana ve Afyon’dalar.

İtalyanlar; Antalya, Kuşadası, Bodrum, Fethiye ve Marmaris. Konya ve Akşehir’de de birer birlikleri var.

Yunan’ın İzmir’i işgal söylentileri var. İstanbul’a demirleyen düşman donanmasının içinde Yunan komutanların varlığı bilinmekte. Batum’dan Sinop’a kadar Pontus Devleti kurmak amacında olan Rumlar, yer yer çeteler kurmuşlar. Mütarekeye dayanan Ermeniler, Ermenistan’ın kuruluşu için destek aramakta, Fransız işgal güçleriyle birlikte getirilen Ermeni alayları, yerli Ermenilerle birlikte Çukurova ve Doğu Anadolu’ya yayılmaktalar.

18 Ocak 1919’da Paris Barış Konferansı toplanmıştır. Sevr’e giden yol çizilmektedir. Toprakları bölüşülen Osmanlı hükümeti Paris’e çağırılmamıştır.

4 Mart 1919’da Damat Ferit Paşa hükümeti kurulur. 21 Mart’ta Damat Ferit İngiliz Yüksek Komiserliğini ziyaret ederek Paris Konferansında kendilerini temsil etmesini ister, 30 Mart’taki ziyaretinde ise padişahın İngiltere’den başka hiçbir devlete başvurmak istemediğini söyleyerek ‘manda idaresi’ istenildiğini bildirir.

Şişli’deki evde ise bağımsızlık savaşının kadrosu olacak grup çareler aramaktadır. Ali Fuat Cebesoy, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, Rauf Orbay, Refet Bele, Fethi Okyar yedi kişilik çekirdek kadroyu oluşturmakla birlikte, bu evin ziyaretçileri çoktur.

21 Nisan 1919’da İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe Osmanlı Hükümetine Karadeniz’deki çetelerle ilgili bir nota verir. Rum çetelerine karşı savunmaya geçen Türklerin oluşturduğu yerel milis güçlerin dağıtılmasını istemektedir. Damat Ferit ve Padişah Vahdettin ise Paris’te sürmekte olan görüşmeler üzerinde olumsuz bir etki yaratmak tedirginliği içindedir ve Anadolu’da asayişin sağlanmasını arzu eder. İngilizler İstanbul’un sözünden çıkmayacak, uysal ve işbirlikçi birinin görevlendirilmesini istemektedir. Mustafa Kemal Paşa’ya 29 Nisan 1919 Salı günü, Harbiye Bakanı Şakir Paşa tarafından “9. Ordu Birlikleri Müfettişliği” atama yazısı verilir. İngilizler ve Damat Ferit ile Padişah’ın Mustafa Kemal Paşa’yı seçmekteki asıl amacı, İttihatçılarla olan mesafeli tavrı ve İstanbul’dan gönderilirse bir direniş örgütü içinde bulunmaktan uzak tutacakları düşüncesidir. Fakat bu görev emri, Türk ufuklarından doğacak güneşi müjdelemektedir!

Mustafa Kemal Paşa kafasında planladığı temel hedefi kararnameye koydurmuş, geniş yetkilerle donatılmıştır. Amacı Anadolu’ya geçince orduları dağıtılmış ancak unvanları olan komutanlar ve sivil yöneticiler, vali ve mutasarrıflarla yasal olarak ilişki kurabilecek durumda olmaktır. Anadolu’yu örgütleyerek milli bir heyecan yaratmak için öncelikle yasal bir yetkiye ihtiyacı vardır. 4 Mayıs Pazar günü bakanlar kurulunda getirilen görev onaylanır ve 5 Mayıs günü resmî gazetede yayımlanır. 8 Mayıs’ta görev yazısı bütün Anadolu’ya gönderilir.
Bu arada Mustafa Kemal Paşa evinde arkadaşlarıyla buluşmaya devam etmektedir. Bekirağa Bölüğünü ziyaret etmiş ve orada bulunan arkadaşlarına moral vermeyi ihmal etmez. Albay Kazım Dirik aracılığıyla Anadolu’ya yazılar yazdırır ve birtakım hazırlıklar yapılmasını ister. 14 Mayıs Çarşamba günü, İngiliz denetimi altında olan deniz yoluyla Karadeniz’den gideceği için gerekli vize yazısı hazırlanır. Samsun’da bulunan 3. Kolordu Komutanlığı’na şifreli bir telgraf çekerek ‘16 Mayıs günü Samsun’a hareket edeceğini ve beraberinde 23 subay bulunduğunu, karargâhı için geçici yer sağlanmasını’ ister. Savaş Bakanlığı’ndan ‘Seferî Karargâh’ izni almıştır.

14 Mayıs günü Damat Ferit’in Nişantaşı’ndaki Sadrazam konağına yemeğe davetliydi. Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa da (Çobanlı) aynı yemeğe davet edilenler arasındaydı. Damat Ferit’in tedirginliği ve kesin yanıt almak istediği sorular karşısında verilen cevaplar Cevat Paşa’nın dikkatinden kaçmamış, yer yer Mustafa Kemal Paşa’yı destekleyici konuşmalar yapmıştı.

Bir şey mi yapacaksın Kemal?
Evet Paşam, bir şey yapacağım!
Allah muvaffak etsin!
Mutlaka muvaffak olacağız!

Cevat Paşa ile de Filistin ve Suriye Cephelerinden tanışıyorlardı. 16 Mart 1920 İstanbul işgalinde Malta’ya sürüldü. Ocak 1922’de sürgünden kurtulur kurtulmaz Anadolu’ya geçerek İstiklal Harbi’ne katıldı.

14 Mayıs’ta İzmir limanındaki stratejik noktalar işgal edilmiş, 15 Mayıs sabahı da Yunanlılar Ege Bölgesini işgal etmek için karaya asker çıkarmıştır. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, İzmir’de olası bir Yunan işgaline karşı silahlı direnme emri verildiği için görevden alınıp 1. Ordu Birlikleri Müfettişliğine atanmış, yerine ise Cevat Çobanlı Paşa getirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa devir işlemleri devam ederken Genelkurmay’a gelir. Fevzi Paşa’ya durum mütalaası sorduğunda aldığı yanıt şu olur:

Anlamıyorum ki efendim! Buradaki (İstanbul) rahatımızı feda etmemek için koskoca memleketi veriyoruz, bu ne akıldır?

15 Mayıs günü Padişah Vahdettin’den önce bakanlar kurulunu ziyaret eder. Bakanlar toplantı halinde İzmir işgalini görüşmekte ve buna karşı yapacakları hamle olarak ‘Protesto’ edeceklerini bildirmektedir! Kesin tedbirler gerektiğini üstü kapalı ima ettiğindeyse aldığı yanıt ‘Bizi ne yaparlar, biliyor musunuz?’ olmuştur! Buradan çıkarak saraya gider. Vahdettin’in “Paşa, Paşa, Devleti kurtarabilirsin!” sözüne muhatap olur. Bugün hala Mustafa Kemal Paşa’nın, Vahdettin tarafından Millî Mücadele için gönderildiği düşüncesinin temelinde olan cümle budur. Ancak bu amacı güden birinin İngilizlere mektup yazarak sığınma istediğini, Samsun’a çıktıktan sonraki süreçte hain ilan edilen Mustafa Kemal Paşa’yı idama mahkûm ettirdiğini söylemez, düşünmezler!

15 Mayıs 1919 günü İzmir’in işgali sırasında gazeteci Hasan Tahsin (Osman Nevres) ilk kurşunu sıkarak ulusal direnişin işaretini de vermiştir. Vatanperver aydınlar ve halk elinde kalan bir avuç toprağı ve onurunu, namusunu çiğnetmeyeceğini göstermektedir.

16 Mayıs 1919 günü Bandırma vapuru İstanbul’dan ayrılırken, Samsun’dan parlayarak tüm vatanı aydınlatacak güneşi taşımaktadır. Bir avuç yurtsever, o vapurda yeni bir ulusun, yeni bir devletin, kurtuluşun, milli şuurun temsilcisidir.

19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Samsun limanına yanaşan Bandırma Vapuru, halkın gösterileriyle karşılanır. O gün limanda karaya ayak basan, Mustafa Kemal Paşa’nın şahsında vücut bulmuş Millî Egemenliktir.

Bundan sonra “Milletin istikbalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
Bundan sonra “Ya istiklâl ya ölüm!” vardır. Bundan sonra İnönü, Sakarya, Afyon, bundan sonra İzmir vardır. Doğan güneşe doğru yürümek, ufuktaki kör karanlığı alın teriyle, kanla silmek vardır.

Millî Mücadele tepeden tırnağa kadar ‘Millî’dir. Emperyalizmin ezdiği bütün ülkelere ışık olan Mustafa Kemal ATATÜRK, sadece bu toprakların değil bütün dünyanın tarihini değiştirmiştir. Tarihe atılmış bir imzadır. Bugün, tarihimizi yeniden yazma gafletinde bulunanlar bilsinler ki ne bu ülkenin ne de dünyanın tarihi yeniden yazılabilir. Bugün bakılınca puslu görünen ufuk, ancak her birimiz çalışırsak aydınlanacak. Gelecek var ve yolumuz uzun; Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacak! Ve biz, yorulsak da yürüyeceğiz; daima doğruya, daima iyiye, daima güzele!

Mustafa Kemaller ölmez!

Deniz Kılıç
Önceki İçerikDüşman mıyız? Ruh Eşi mi?
Sonraki İçerikVariety: “Yeni Batman’i Robert Pattinson canlandıracak”
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments