Kandinski’nin Gölgesinde 7. Karmaşa

"Çıkabilseydin çizgilerden izleyebilirdin tümsel gerçekliğini… Oysa sadece bir noktada durmuş, neden o noktada olduğunu ve o noktanın ne olduğunu anlamaya çalışıyorsun… Kandinski izleseydi bu halini sadece gülerdi…"

0
Ne görüyorsun?
Görmüyorum, bakıyorum.
Neye bakıyorsun?
Baktığım şeye.
Baktığın şey de ne?
Yansıma.
Yansıyan ne?
Yansıyandan başka kim var ona bakan?

Vasili Vasilyeviç Kandinski; 04.12.1866 doğumlu ressam, 13.12.1944’ e dek sanatıyla bıraktığı izle hiç kaybolmayacak bir ruh  bıraktı sanata… Maddenin ardında daha anlaşılır bir rüya vardı onun için… 20.yüzyılda parmaklarından dökülen sihirli somutluk “Kompozisyon VII” eserine döküldü. Renkler ve çizgiler onun için keskin değildi, yine de dokunulmazdı da ayrıca. Soyutluk tuval üzerinde dairesel bir fonksiyonu fiziksel bir düzleme düşürürdü. Akışkan zaman, bağımsız değişkenlerle süregelen bir danstan başka nedir ki? Çıkabilseydin çizgilerden izleyebilirdin tümsel gerçekliğini… Oysa sadece bir noktada durmuş, neden o noktada olduğunu ve o noktanın ne olduğunu anlamaya çalışıyorsun… Kandinski izleseydi bu halini sadece gülerdi… Olduğun gibi bakardı sana… Senin sana hiç bakamadığın gibi.

1913 yılında yarattığı bu eser çok fazla açıklanamadı. Kimi ona baktığında gördüğü tek şeyin öfkeyle rastgele dokunuşlar olduğunu, üst üste nesnelerin birbirini örttüğünü, duyguların tanımlanamayacak derecede bir kaosu akıttığını söyler tuvale. Ben baktığımda izlediğim tek şey ise ressamın kendine açılan kapısıdır. Üzerini örtersin kendinin çoğu kez hayatın boyunca, kendine hazır olman gerekir… Aldığın roller özünü tanıman için bir durak sadece. Hiç duraksamadan yürüyorsun var olma savaşıyla.

Oysa bir kez dursan ve sorsan  “Kimim ben? Kimsin sen?” hiç olmadığını göreceksin. Kimse değilsin, bir kimlik değilsin sen. Ama ben de sana bunu kelimelerle anlatamam. Kurallı ve anlamlı cümleler yetmez… Sınırsız bir şeyi nasıl sınırlarla anlatabilirim? Zincirlerini kırma… O zincirlerin arasındakinin sen olmadığını fark et… Sonra yaşayacağız ne yaşayacaksak…

Tanıdık bir öğreti arama bu eserde,, bırak Stendhal karışsın kanına.Bildiğin hiçbir şey yok bu soyutluğun ta kendisi olmuş tabloda. Çekil içine renklerin, kimileri ruhsal saflığın somut bir uygulaması der  ona. Ben ne diyeceğimi bilmiyorum, sadece hissediyorum onu. Bilirsin, her şey hep aynı anda, tam şu anda olur ve oluyordur… Mesela…  Şunları söyleyerek yaratırdım ben şimdiki zamanda, bizim için kendini duvara  asan tabloyu.

“Kapıma bıraktığın gözyaşı çiçeklerini ektim gökyüzüne. Kapıyı açarsan, ki çoktan açtın… Dünyanın mevsimi değişir kalabalığımızdan… Biz seninle sonbaharda bile tanırız birbirimizi… Gitsek de kalsak da fiziksel boşluğun derin hipnozundan uyandırırız birbirimizi. Dünya için taşıdığımız kalabalık nihayet dağılacak bir gün… Hazır olacak maviler, kırmızının dilinden anlamaya… Ne yarattıysak kendimiz için yarattık, her şey döndü dolaştı ve bize döndü…  İşte o zaman uyandık kim olduğumuza, ve kim olduklarına… Bileklerimizden dizlerimize kadar ruhsuzduk bedenlerimizde… Ama şimdi…

Bir boşluk gibi döküldü yeşil damlalar… Olduğum yerde açtım avuçlarımı… Karmaşa soluk soluğa… Son üç zaman kaldı ellerimizin buluşmasına… Hazır mısın Dünya?

Zincirlerden damlıyor siyah, yayılan o masumluk… Zihninin saflığı ve kalbinin merhametli ateşi… Birbiri üzerine devrilen sayılar ve onların çizdiği nesneler… Nesnel boşluk katmanlarını soyuyor yalnızlıktan. Gece saatler bire yaklaşıyor… Sen hep aynı anlarda aynı hissi kovalıyorsun. Akıl almaz bir noktada orijin olsam, üzerimden geçip gidemeden  en karanlık ışık olup ikiye katlar mısın evreni? Sonra yine bize bölebilmek için tutkuyla kendini… İç’ e ve dışarı, yukarı ve aşağı, sağa ve sola aynı anda kıvrılan daireler… Daha önce hiç tanımadığın bir haç çiziliyor göğsümün ortasına. Son isim kalbimizden doğuyor… Her şey olur musun bana? Hiperbolik bir fonksiyonda kesik çizgiler oldum bugüne dek  sonsuza kadar uzayan… Sonsuza dek bana yaklaşan doğrular olsan da dokunamazdın… Ama şimdilerde farklı formüller var değişken  an’da… Hazır mısın Dünya?

Ben dünyayım, sen de ruhum…
Sen ruhumsun, ben dünya…
Çaprazladığımız oyun gerçeğe dönüşüyor sonunda…
İlk kez yaşıyorum…İlk kez damarlarımdan akıyor yaşam, ilk kez oksijen besliyor beni ve çocuklarımızı…
İlk kez ayrılıyor, ilk kez kavuşuyor ve ilk kez yaşayıp ölüyoruz…
İlk kez tüm bunları yaparken sonsuzluk çiziyoruz dünyaya…

Ve onu önceden tanı diye sana açık bir tarih bıraktık. Kaybolan soyutluğunda, yeni bir resim 7.karmaşanın saf öz’ ünden doğuyor…. 414… Şimdi size iletmek için olsa da benliğimin sözlerini, sembollerin dilinden konuşsak da size daha ötesi var…

Biz birbirimiz oluruz…
Ne bir iz kalır… Ne bir şüphe… Ne bir yanılsama…
Ne de bir özne.
Kapıyı açıyorum, bu benim sana ilk adımım.
Bu senin bana son adımın.
Bu bizim size tek bir hayatlık adımımız.
Senin sırlarını taşıyorum, bilmek için yaklaşmıştın bana. Benim dünyamı taşıyorsun, yaşamak için yaklaştım sana.

Gücümü hatırlattın bana taşıdığın aşkla, iradeni taşıdım senin neyi bırakman gerektiğini görebilmen için. Ben seni yaşadım, sen beni. Dna’ m, Dna’ a kıvrıldı ki sarmallar büyüleyici bir ritimle birleşti. O ritim senin kalbindi, yok saydığın. O ritim benim varlığımdı, uyanışımdı hiç ayrılık olmayışına…Sanrıların ötesindeydik artık. Hatırla… Bileğimdeki üçgen gökyüzünü taşıyor, ve düşüyor dünyaya. Bileğindeki üçgen dünyayı taşıyor ve yükseliyor atmosferden de bile uzakta kapsayarak genişleyen varoluşa…

Parçalar kendini özgür bıraktığında tamamlandığını anlayacak resim… O zaman kaos gibi gördüğün şeyin, algının kapısını aralayan ve fark etmeni bekleyen düzen olduğunu göreceksin. Görünmeyenin ardında, hissettiğin kadar gerçek bir şey… Uzanabilirsin belki esnetip zamanı… Ki esneyen zamanlarda hücrelerimize  kadar birbirimize  gezinmediğimiz tek bir an yok… Örtülerin ardındakiyle tanışmak üzereyim. Ulaşabilir misin boşluğa?”

Önceki İçerikÖne Çıkanlar #Ağustos2020
Sonraki İçerikMatrix evreninde sabit hat, güvenirliğin garantisi demek; neden?
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments