Parçalarımız

"...Herbir parça yanarak saçılıyor her yere. Hayal ettikleri gibi bir bütün olarak genişleyerek değil, parçalarıyla aydınlatıyorlar zifiri karanlığı ilk kez."

0

İki yalnız birbirini arıyor zifiri karanlıkta.
İkisi de biliyor orada olduğunu diğerinin, çağrısı içinde titreşiyor,
hiçliğin ortasında yalnız ona çekiliyor -Yoksa ne var yerinden kıpırdayacak.

Karşılaştıklarında her şeyin, hiçliğin ve varlığın anlam kazanacağına inanıyorlar.
Karşılaştıklarında artık iki yalnız olmayacaklarına, belki öylece kavuşup birbirine,
öylesine sıkı sarılıp, öylesine iç içe geçeceklerine, bütünleşeceklerine inanıyorlar.
Ve tüm boşluğu kaplayacak kadar genişleyeceklerine,
tek bir karanlık nokta dahi kalmayacak kadar ışıldayacaklarına…

Hesaplamadıkları bir şey var, aydınlık umudu karanlığı çekilmez kılıyor zamanla.
Bu ikisi birbirine çekilmeye devam ettikçe, minik titreşimlerle başlayan hareketleri hızlanıyor
ve kıpırtısızlıklarından uzaklaşıyorlar.
Eski, belki biraz da sıkıcı -oradayken öyle gelmese bile- boşluklarından uzaklaşıyorlar.
Karanlık ümitlerini kırıyor, yumuşaklıklarını hızla kaybediyorlar.
Ve yakınlaştıkça aralarındaki çekim öyle kuvvetleniyor, zaman öyle hızlı akıyor ki,
nihayet karşılaştıklarında -yavaşlatıcı ya da itici başka bir güç olmadığından-
birbirlerini paramparça edecek kadar büyük bir şiddetle çarpışıyorlar.

Herbir parça yanarak saçılıyor her yere.
Hayal ettikleri gibi bir bütün olarak genişleyerek değil,
parçalarıyla aydınlatıyorlar zifiri karanlığı ilk kez.
İki yalnız olmaktan çıkıp, birbirine sarılamadan dağılmış, iç içe geçemeden savrulmuş,
hangisinin hangisinden koptuğu çoktan karışmış parçalara dönüşüyorlar.
Fırlayıp gitmiş ve karanlık boyunca gitmeye devam eden iri parçalar.
Yanmaya devam eden ufak parçalardan kopan sönmüş, soğumuş ufak parçalar.
Daha ufak parçaların parçaları ve parıldayan, sönen minik kıvılcımlar.
Herbiri hareket halinde, sarılmak umuduyla, çarpışmak, parçalanmak ve yeniden
dağılmak için her yere -karanlık tek bir nokta dahi kalmasın diye- çekiliyor her an diğerine.

Ve bu parçacıklardan birinde zaman sonra, bir damla kıpırdandığında hayat oluyor adı.
Derken bir damla daha, can. Bir damla daha, insan.
Minicik bir damlayken kıpırdanıp çekiliyor ana rahmine ve büyüyor zifiri karanlığın içinde.
Biliyor orada olduğunu yaşamın, çağrısı içinde titreşiyor,
hiçliğin ortasında yalnız ona çekiliyor -Yoksa ne var yerinden kıpırdayacak.
Ve sığamayacak kadar yayıldığında her yere, yırtıyor karanlığı.
Onun yolculuğu, tıpkı iki yalnızın birbirine çekilmeye başladığı ilk zamanlara benziyor.
Başlarda yitirmediğinden yumuşaklığını, çarpışıp parçalanmadan dokunabiliyor çekildiğine.
Karanlık bir umutsuzlukla katılaşmadan, sarılıp, iç içe geçebiliyor, çoğalabiliyor istediğinde.
Ve aynı yumuşaklıkla birleştiğinde zaman önce koptuğu parçasıyla,
yok olmanın aksine, tıpkı o zaman önce dağılmış minik kıvılcımlar gibi yayılıyor her yere.

Fakat hesaplayamadığı bir şey var, unutuyor her şeyi.
Durumun ciddiyetini, ne kadar uzun bir yoldan buraya geldiğini
ve ne kadar büyük bir şeyin -hatırı sayılmayacak kadar küçük olduğunu sandığı-
büyük bir parçası olduğunu.
Her gece gökyüzüne bakıyor ama unutuyor 4,5 milyar yıl evvel kendinden kopan o parçanın
halen nasıl da ışıldayarak yanından ayrılmadığını, onu hiçbir zaman zifiri karanlığa terk etmediğini.
Çok daha uzun zaman önce kopup fırladığı o ateş parçasının etrafında bir tur daha döndüğü için
kutlama yapıyor ama unutuyor her an o alev alev yanan şeye çekilmeye devam ettiğini.
Ve tam kalbinden doğduğu, üzerine evini kurduğu o parçanın tüm bu başından geçenlere
ve her an çektiği ıstıraba rağmen halen nasıl da çabalamaya devam ettiğini…
Unutuyor. Uyuşmuş, hissedemiyor artık.
Her şey geri alınabilir, başkaları tarafından önlenebilir, önleyemeyen suçlanabilir sanıyor.
Geçmişin onsuz geçtiğine, geleceğin ona zaten denk gelmeyeceğine inanıyor.
Dinlediği masalları beğeniyor, anlatıcıyı alkışlıyor ve iyi dilekler dileyip uykuya dalıyor.
Göğsünün ortasındaki zifiri karanlıkta çırpınan o minicik, sıcacık ve yumuşacık şeyin,
tam da şu ana gelebilmek için ne mücadeleler verdiğine kayıtsız kalıyor.
Karanlıkta katılaşanların hırslarına feda ediyor onu ve parçası olduğu her şeyi.

Bakmasa zifiri karanlığa…
Her şeyin bir olduğunu, birbirinden doğduğunu ve herbir parçanın birbiriyle -en büyüğünden
en küçüğüne kadar- her an etkileşimde olduğunu hatırlasa…
Her şeyin minik bir kıpırtıyla başladığını hatırlasa, her şeyden evvel, her kıpırtısız kaldığında…
Minik kalbini ne aydınlatıyor, ne çoğaltıyor, nereye ve kime doğru çekiliyor, hatırlasa…
Teslim olduğu çekimin git-gellerini fark ettiğinde,
etrafında türeyen gel-gelcilerin çekimine kapıldığını anladığında,
her şey bitti sanıp durduğunda ve yeniden başladığında,
önce her şeyi başlatan o ilk kıpırtıyı hatırlayıp,
ardından asıl içini titreteni bulmaya koyulsa…

Hiçbir şey bitmedi henüz
ve hiçbir şey başlamadı da,
iki yalnız halen birbirini arıyor zifiri karanlıkta.

Ezgi Ayvalı
Önceki İçerikBir çile çekme yöntemi olarak “Müzisyenlik”
Sonraki İçerikKurukahveci Mehmet Efendi Mahdumları’nın 150 yıllık hikâyesi okurla buluştu
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments