Türk Sinemasının Doğuşu

0

Türk sinemasının doğuşunu ve ilk yıllarını ele alacağımız bu yazımızda; Türk sinemasının başlangıç döneminde yaşanan gelişmeleri, olayları ve bu dönemdeki mevcut hal ve durumu yansıtarak bunların sinemaya etkilerini ele aldık. Türk sinemasının bir yüzyılı devirdiği şu günlerde sinemamızın nasıl ortaya çıktığını bilmek hepimizin ilgisini uyandıracaktır.

22 Mart 1895’ te Rannes Sokağı’ndaki 44 numaralı binada ilk sinematografik gösteriyi düzenleyen Fransız Auguste-Louis Lumiere kardeşlerin operatörleri, çekim yapmak için çeşitli ülkelere yayılmışlardı. İşte bu operatörlerden Alexandre Promio her türlü yenilikçi harekete kuşkuyla bakılan Abdülhamit döneminde 1896 yılında çok zor koşullar altında Türkiye’ ye girebilmiştir. Fransız Büyükelçisinin de yardım ve destekleriyle Promio İstanbul ve İzmir’de kısa filmler çekmiş, daha sonra da Romanya uyruklu Polonya Yahudi’si olan Sigmund Weinberg Osmanlı Devleti’nde halka açık ilk film gösterimini gerçekleştirmiştir. O günlerde ülkemizde elektrik olmadığı için projeksiyon makinesi petrol lambalarıyla çalıştırılmıştı. Yoğun gaz kokusuna rağmen bu gösterime ilgi halk kanadında çok büyük olmuştu. Kimileri bunu bir sihirli icat olarak değerlendirirken, kimileri ise bunun büyük bir günah olduğunu savunmaktaydı. Sigmund Weinberg aynı zamanda 1908 yılında ülkemizdeki ilk sinema salonunu açmıştır.

Osmanlı Devleti’nde Türkler’ in sinemayla ilgilenmesi ise I. Dünya Savaşı’nın başlangıcına denk gelmektedir. 1877-1878 yıllarında meydana gelen 93 Harbi sonrasında Ayestafanos(Yeşilköy)’ta dikilen anıt 14 Kasım 1914’ te I. Dünya Savaşı’na girdikten üç gün sonra yıkılmıştır. 14 Kasım 1914 aynı zamanda Türk Sineması’nın doğum günü sayılmaktadır. Bunun sebebi, yıkım esnasında o dönem yedek subaylık yapan aslen de İstanbul Sultanisinde dâhiliye memurluğu yapan Fuat Uzkınay alıcısıyla bu anı çekmiş olmasıdır. Böylelikle Ayastefanos’taki Rus abidesinin yıkılışı adında 150 metrelik ilk Türk filmi meydana getirilmiştir. Fakat henüz günümüze ulaşmış bir kopyası bulunamamıştır.

Osmanlı Devleti’nin Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa, 1915’te Almanya’ya yaptığı gezi sonrası Berlin’deyken Alman ordu sinemasının çeşitli savaş cephelerinde çevirdiği filmleri seyretmiş, sinemanın halk üzerindeki etkisini görünce İstanbul’a döndüğünde Osmanlı ordusunda da bir sinema kolu kurulmasını emretmiştir. Başında Weinberg’in bulunduğu, Uzkınay’ın da yardımcısı olarak atandığı “Merkez Ordu Sinema Dairesi” kuruldu. Burada savaşla ilgili belge ve haber filmleri çekilmeye başlandı.

Daha sonraki yıllarda Türkiye’nin tanınmış gazete sahiplerinden biri olacak olan Sedat Simavi’nin yönetmenliğinde ilk öykülü filmlerimiz Pençe(1917) ve Casus(1917) meydana gelmiştir. Pençe, tiyatro oyunundan uyarlanmış bir eserdi ve daha çok okunmaya elverişli bir metin durumundaydı. Bu sebeple sahneye uyarlanması oldukça güç bir eserdi. Teması bakımından, evliliği, insanlığa en büyük acıları duyuran bir “pençe” olarak tanımlayan ve özgürce sevişmenin övgüsünü yapan oyun, günümüzde bile gözü pek sayılabilecek bir düşünceyi öneriyordu. Hareketsiz ve diyaloglarla gelişen oyun seyircilerde büyük bir etki yaratmıştı. Casus ise savaş ve casusluk filmiydi. Casus ile ilgili elimizde pek fazla somut bilginin bulunmamasıyla birlikte bu filmin ilki ile aynı etkileri gösteremediğini tahmin ediyoruz.

1918’ de Osmanlı Devleti savaştan yenik çıkınca sinema araç-gereçleri işgal kuvvetlerince el koyulmaması için bugünkü Malul Gaziler Cemiyeti’ne aktarıldı. Bu şekilde sinemayla ilgili araç ve gereçlerin düşman eline geçmesi engellenmiş oldu. Cemiyette bu şekilde film yapımına geçti. Dernek öykülü üç film çevirtti. Bunlar; Mürebbiye(1919), Binnaz(1919) ve Bican Efendi Vekilharç(1921) isimli eserlerdir.

Mürebbiye, Hüseyin Rahmi’nin romanından sinemaya uyarlanmıştır. Alıcı yönetmenliğini mütarekenin ilanıyla ordudan tamamen ayrılan Fuat Uzkınay yapmıştır. Filmin yönetmenliğini ise ünlü aktör Ahmet Fehim Efendi yapmıştır. Kendisinin de önemli roller üstlendiği filmdeki diğer oyuncular arasında Madam Kalitea, Bayzar Fasulyeciyan gibi azınlık oyuncularından başka Behzat Butak, Raşit Rıza gibi Türk oyuncular da yer almaktaydı. Filmde zengin bir konağa mürebbiye olarak giren Matmazel Anjel’in evdeki tüm erkekleri baştan çıkarmaya kalkması ve sonunda bu işi ağzına yüzüne bulaştırmasıyla bütün foyasının ortaya çıkması anlatılmıştır. Film bu durumuyla adeta işgal kuvvetlerine karşı gizli bir protesto niteliği taşıdığından Anadolu’da gösterimi işgal kuvvetlerinin sansürü ile yasaklanmıştır. Böylece “Mürebbiye” Türkiye’de sansüre uğrayan ilk film olmuştur.

Cemiyetin çevirdiği ikinci film ise Yusuf Ziya Ortaç’ın bir oyunundan sinemaya uyarlanan “Binnaz” oldu. Çevirim tarihi 1919 olan bu filmin konusu oyuna adını veren Lale Devri’nin ünlü güzeli Binnaz’ la onu elde etmek için birbiriyle çatışan iki erkek arasındaki ilişki üzerine kurulmuştu. Aşk ve arkadaşlık temalarına dayanan filmin yönetmenliğini Ahmet Fehim Efendi ve Fazlı Necip paylaşmıştır.

Binnaz’ın en önemli özelliği ise kar elde eden ilk Türk filmi oluşuydu. 5.000 liraya ortaya çıkan bu filmin sadece İstanbul’ da 55.000 lira gelir getirdiği belirtilmiştir. Bu kazançlı işe rağmen cemiyet bir süre film yapımına ara verdi. Ara verdiği sürede sinema makinelerini çeşitli şirketlere kiralayarak işletti.

Cemiyetin çevirdiği üçüncü film ise o zamanki tiyatro seyircilerinin pek tuttuğu “Hisse-i Şayla” adlı bir oyunun uyarlamasıydı. Fransız tiyatro yazarı Daniel Riche’nin, İbnürrefik Ahmet Nuri tarafından Türk hayatına uyarlanan “Bahane” adlı oyununda Bican Efendi karakterini oynayan Şadi Karagözoğlu oynadığı karakterden etkilenerek bunu sinemaya uyarlamaya karar verdi ve halkın göstereceği rağbete güvenerek üç film çekti. Bunlardan günümüze sadece “Bican Efendi Vekilharç” ulaşmıştır. Şarlo’yu andıran bu tipleme de o dönem halk tarafından oldukça tutulmuştur.

Cemiyetin son filminin çekilmesi süreci ile Anadolu’da gerçekleşen bağımsızlık mücadelesiyle birlikte işgal kuvvetlerinin ülkemizi terk ettiği, Anadolu’ da gerçekleşen bu mücadelenin de kesin sonuca ulaşmak üzere olduğu süreç denk düşmüştür. Bu dönemde TBMM’de bir “Ordu Film Alma Dairesi” kurulduğundan Malul Gaziler Cemiyeti’ne verilmiş olan sinema aygıtları geri alındı. Dernekten geri alınan aygıtlarla Ordu Film Alma Dairesi, kaçan düşmanın dönüş yolu üzerindeki köy ve kasabalarda işlediği vahşeti tespit etti. Sonradan çekilen bu filmler kurgulanarak “İstilal (İzmir Zaferi)” adlı belgesel 1922 yılında meydana gelmiştir.

Türk sinemasının başlangıcını ele aldığımız bu yazımızda 1916’dan başlayıp 1922’ye kadar uzanan süreci incelemiş olduk. Bu süreç her ne kadar aksaklıklar, yetersizlikler ve yanlış adımlarla dolu olsa da Türkiye’ de film çevrilebileceğini ve halkın da pekâlâ ilgisinin çekilebileceğini bizlere göstermiştir. Süreç aynı zamanda devamında oluşacak gelişmelere de ortam hazırlamıştır. Bu sebeple de başlangıç temelleri sinema tarihimizde büyük önem arz etmiş bulunmaktadır.

Uğur Hakan Hacıoğlu
Önceki İçerikBu dünyadan “Raj Kapoor” geçti
Sonraki İçerikAlternatifte rocksal cover rüzgarları
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments