Ayılar Cehennemi

"Enerji kaybını en aza indirgemek mi? Sanırım insan vücudundan bahsedildiğine göre, yanılmıyorsam uyku hâli bunun için biçilmiş kaftan." Bu sözler birilerine cevap veren küçük bir çocuğun sözleri olabilir rahatlıkla.

0
@mana5280 / unsplash.com

Nedir uyku denen şey? Birkaç saate sıkıştırılan bir eylemsizlik hâli mi, yoksa birkaç saat gibi belirli bir süreci kapsayan, ama tanımlama gereği duyulmayan bir zaman dilimi mi? Belki de zaman kıskacının dışında, algılarımızın bir başka boyuta geçtiği bir acayiplikler kumkuması, kim bilir?

Ne yazık ki bunların hiçbiri de son zamanlarda uzay araştırmaları yapan birkaç bilim insanını ilgilendiren konular değil. Onların tek hedefi, uzay araştırmalarını her geçen saniye bir adım ileriye götürebilmek, bu sayede de insanlığı biraz daha göğe çıkarırken, teknoloji safsatasını da ayyuka çıkarmak. Kendileri böyle düşünmeseler bile, en azından başlarındaki büyükbaşlar öyle istiyor. Hadi canım, teknolojinin sağladığı kutsal yararları kim inkâr edebilir! Teknoloji, ilerlemek, ilerlemekse, huzur ve refah dolu bir yaşamın garantisi demek değil mi sonuçta?

Yaklaşık seksen yıllık bir süreci kapsayan uzay çalışmaları sırasında, bilim insanlarının karşılaştıkları en büyük sorun, insan olsun, hayvan olsun uzaya gönderilecek canlıların yerçekimsiz ortamda karşılaşacakları fiziksel ve ruhsal yıpranmanın kontrol edilemezliğidir. Vücut mekanizmasının ufak tefek sistemlerinden tutun da, kemik erimesine kadar pek çok sorun paket hâlinde durur karşınızda. Bunu engellemek ya da en aza indirmek için, araştırma sürecinde belirli bir limitin üzerine çıkmamak, belki de bilim insanlarının şu anda buldukları tek çözüm. Oysa hedefler çok büyük ve ihtiyaç duyulan en önemli şey zaman. Çünkü daha çok zaman, sır olmaktan çıkan daha çok bilgi anlamına geliyor.

Atmosferin içinde ve dışında zamanı doğru değerlendirmenin en iyi yolunun enerji kaybını en aza indirgemekle doğrudan orantılı olduğunu bilmek için sihirbaz olmaya gerek yok.

“Enerji kaybını en aza indirgemek mi? Sanırım insan vücudundan bahsedildiğine göre, yanılmıyorsam uyku hâli bunun için biçilmiş kaftan.” Bu sözler birilerine cevap veren küçük bir çocuğun sözleri olabilir rahatlıkla.

AYILAR!!!

Size demedim. Sadece, hazır uyku demişken, dünyanın en kusursuz uyuyan güzellerinin adını haykırmak istedim. Ayılar dışında dünya üzerindeki başka hiçbir canlı ara vermeksizin tam altı ayını uyuyarak geçiremez. Bunun adına kış uykusu dense bile. Gerçi, doğada tıpkı ayılar gibi kış uykusuna yatan birçok hayvan türü var. Ama hiçbirinin de metabolizmaları bu kadar uzun süre uyumaya elverişli değil. Hepsi de başta beslenmek olmak üzere, idrarın kana karışıp zehirlenme tehlikesi gibi birçok nedenden dolayı, ara sıra da olsa uyanmak zorundalar.

Yukarıdaki birkaç bilim insanını deli gibi harekete geçirmek için oldukça iyi bir neden doğrusu. Bakın bakın, nasıl da harekete geçtiler hemen. Amerika’nın karlarla kaplı kuzeyindeki dev ormanlarda ayı avına çıktılar bile. Bunun tamamıyla bilim amaçlı olduğunu ve ayılara hiçbir zarar gelmeyeceğini belirtmekte yarar var.

Aha! Uyuyan güzelimiz ininde mışıl mışıl uyuyor işte. Gerçi epeyce koşturdu peşinden, ama değdi doğrusu. Hemen uyuşturucu bir iğne. Ardından da sürüklenerek ininden dışarı çıkarılıyor.

Kan örnekleri alınmaya başlandı bile. Alınan örnekler vakit geçirilmeden laboratuara götürülecek; ama son derece dikkatli davranmak gerekiyor tabii. Operasyon sırasında yapılacak yanlış bir hareket ayıda kalıcı hasarlar bırakabilir çünkü. Neyse ki, her şey yolunda gitti ve ayı narkozun etkisinden çıkmadan sağ salim inine yerleştirildi.

Ve işte teknolojinin bütün imkânları kullanılarak donatılmış kocaman laboratuarın içindeyiz sonunda. Teknik işlemlerin hepsini de bilim insanlarının asistanları yapıyorlar; kararlarıysa her zamanki gibi bilim insanları verecekler.

Aradan iki gün geçti, alınan kan örnekleri kılı kırk yaran bir titizlikle incelendi ve ayının kanında başka hiçbir canlıda rastlanmayan bir maddeye rastlandı. Bilim adamları bu maddeyi bir çeşit protein olarak değerlendiriyorlar. Üstelik vücuda inanılmaz etkileri olan, son derece yararlı bir protein bu. En büyük işlevi ise metabolizmanın çok yavaşladığı durumlarda vücudun tüm sistemlerini tamamen kontrol altında tutabilmesi. Bu durum birkaç günlük bir süreç için belki şaşırtıcı olmayabilir, ama tam altı ay süren bir uyku evresi göz önüne alındığında, gerçekten de inanılması neredeyse imkânsız bir durum ortaya çıkıyor. Ayı bu protein sayesinde, zehirlenmemek adına hiçbir şekilde idrarını boşaltmak için uyanmak zorunda kalmıyor. Aynı şekilde, beslenme ihtiyacını gidermek zorunda da değil; vücuda depoladığı yağlar bu protein sayesinde altı ay boyunca son derece tasarruflu bir şekilde besin ihtiyacını karşılamaya yetiyor da artıyor bile.

Ya işte böyle… İnsana “Vay bu neymiş!” dedirtecek türden bir maddeyle karşı karşıyayız. Şimdi sorulması gereken asıl soru şu: İnsan vücudunun bu maddeye uyum sağlaması mümkün mü? Ve eğer mümkünse bunun dozu ne olmalı? Maddenin normal bir İnsan vücuduna oranla çok daha dayanıklı bir bünyeye sahip astronotların üzerinde denenecek olması, böyle bir olasılığı güçlendiren belki de en büyük etken…

Geliyoruz günümüzden 10 yıl sonrasına, 2052 yılına. Bu süreçte araştırma ve incelemeler aralıksız bir şekilde devam etti. Bu süre aynı zamanda kullanılan deneklerin maddeye uyum sağlama süresi. Geçen süreçte, deneklerde görülen fiziksel ve ruhsal değişimler en ince ayrıntısına kadar kaydedildi. İlk etapta 3 günle sınırlanan uyku süresi, 10 yılın sonunda 6 aya ulaştı. Elde edilen bulgular oldukça şaşırtıcı. Deneklerin hemen hepsi hormonal bazı değişiklikler ( vücudun aşırı derecede terlemesi ve tüylenmesi, vücuttaki yağ tabakasının normal insanlara oranla giderek artması, vs.) dışında maddeye uyum sağlamayı başardı. Çok ilginç bir şekilde deneklerden sadece biri, altı aylık kış uykusunu tamamlayamadan beşinci ayın sonunda vücut fonksiyonlarında görülen düzensizlikler yüzünden uyandırılmak zorunda kalındı. Bunun, deneylere başlamadan önce her açıdan en sağlam ve en sağlıklı olduğu görüşünde birleşilen astronot olması gerçeği, bilim insanlarını bir hayli şaşırttı. Neyse ki bilim insanları bu tür şeylere son derece alışıklar ve her ne olursa olsun, şaşırmamayı fazlasıyla öğrenmişler. Kaybedilecek ne zamanları ne de sabırları var.

Geçen on yıllık süreçte, bir yandan denekler üzerinde yapılan deneyler devam ederken, diğer yandan uzay yolculuğuyla ilgili her türlü çalışma başarıyla tamamlandı. Yolculuk, mekiğin fırlatılış anından dünyaya geri dönüşüne kadar yaklaşık 12 ay sürecek. Bu, o ana kadar yapılan uzay yolculukları göz önüne alındığında, diğerleriyle karşılaştırılamayacak kadar uzun bir süre. 12 aylık sürenin 6 ayının astronotların uyku hâlinde geçirecek olması da imzası atılacak ilklerin hem sayısını hem de önemini bir kat daha arttırıyor. Yolculuğun maliyeti ise dudak ısırtacak cinsten. Birebir kıyaslamayla az gelişmiş ülkelerin bütçelerini aşan bir maliyetten söz ediyoruz. Ama bunun endişelenecek ya da hayıflanacak bir yanı yok. Ne de olsa her şey insanlık için. Yaşasın AMERİKA ve de Viva İspanya!

Fırlatma işleminden bir hafta önce astronotlar, eşleri, sevgilileri ya da sevip değer verdikleri kim varsa onlarla son kez görüştürüldüler. Her biri de onlara sonsuz sevgilerini sunup, Samanyolu dolusu şans dilediler. Yolları açık olsundu. Ara sıra önlerine çıkan gezegenlerde durup mola vermeyi, işeyip yemek yemeyi unutmasınlar; açıp bir alo demeyi ihmal etmesinlerdi. Uzay eşkıyalarına karşı son derece dikkatli olsunlar, kötülere pabuç bırakmasınlardı. Akşamları yatmadan önce ılık bir süt iç…

Görevliler daha fazla tahammül edemediler ve tam zamanında bu iyi dilek ve istek zırvalarına bir son verdiler. İnsanın sevdiklerinin böylesine salakça zırvalaması, çekilir gibi değil gerçekten de.
“Nasıl da süzülüyor gökyüzünde…”
“Birazdan atmosferin dışına çıkıp, gözden tamamen kaybolacak. Umarım bu işten alnımızın akıyla çıkarız.”
“Çıkmak zorundayız dostum.“
“Hepimiz de bu işe yıllarınızı vermedik mi sonuçta?”
“Benim hiçbir endişem yok. Çünkü en ufak bir hataya mahal vermeden canla başla çalıştığımıza inanıyorum. Uçarı ya da kaçan yok! Emeğimizin karşılığını fazlasıyla alacağız.”

Yukarıdaki sözler, projenin can damarı olan bilim insanlarına ait. Yeni doğmuş çocuklar misali, hepsinin de içleri kıpır kıpır. Emekleme dönemlerini çoktan atlattılar ve paha biçilmez oyuncakları Guguk Kuşu çoktan havalandı bile. Gemiye neden Guguk Kuşu adı verildiği tam olarak bilinmiyor. Ama tahmin edilen o ki, doğada guguk kuşlarının asla kendilerine ait yuvaları olmadığı, sadece yumurtlama dönemlerinde boyut olarak kendilerinden çok daha küçük kuşların yuvalarına yumurtalarını bıraktıkları gerçeğinden hareketle, bu uzay gemisinin de hedeflenen ve hiçbir şekilde kendisine ait olmayan noktalara yumurtalarını bırakacak olması. Merak edilen konu ise yumurtanın ya da yumurtaların neler olduğu? Çünkü bu proje ta en başından beri pek çok noktasıyla gerçek bir sır niteliği taşıyor. Tabii neden böyle olduğu da diğer bir merak konusu. Amerikan devleti tarafından şimdiye kadar yapılan basın açıklamalarının hiçbiri de tatmin edici türden değil ve amaca yönelik ne bir haber ne de bir bilgi niteliği taşıyorlar. Umarım sırlarıyla birlikte uzayın dibine gömülür, yere batasıcalar!

Evet evet, sinirlere hâkim olmak ve 12 ay boyunca oturup olacakları görmek en doğrusu.

Fırlatılıştan 1 ay sonrası. Yer; Ayı İni Uzay Üssü:

Uzay mekiğiyle sağlanan bağlantıyla ilgili o ana kadar hiçbir sorun yaşanmadı. Yolunda gitmeyen tek şey, son birkaç gündür 6 astronottan ikisinin vücut fonksiyonlarında görülen ufak tefek düzensizlikler. Ne yazık ki bunların ikisi de kadın. 6 kişilik ekipten ikisinin kadın olduğu düşünülürse, küçük gibi görünen bu sorun fazlasıyla önem kazanıyor. Ama bunda büyütülecek ya da panik yapılacak herhangi bir şey yok. Çünkü her iki kadın astronot da 10 yıl süren birbirinden zor deneylere büyük bir başarıyla karşılık verdiler. Şimdi ufak tefek düzensizlikler yüzünden paniğe kapılmaya ya da karamsarlığa düşmeye gerek yok. Elbette bu tür sorunlarla her zaman karşılaşılacak. Bunlar önceden bekleniyordu zaten. Şimdi kalkıp da…

YETER!!! Zırvalamayın çok sevgili bilim insanları. Son derece mantıklı şeyler söylüyorsunuz, ama hiç hesaba katmadığınız bir durumla karşı karşıya olduğunuzun farkında bile değilsiniz. Neden salak salak bakıyorsunuz öyle? Bu söylenenler, kendi iç sesiniz de olabilir pekâlâ. Yoksa kurgu denen şeyden de mi haberiniz yok? Bakın sorun şu ki, yaptığınız bütün deneyler her ne kadar yerçekimsiz ortamda, bütünüyle uzay koşulları göz önüne alınarak gerçekleştiyse de, uzay mekiği atmosferin dışına çıktığı an, yarattığınız yapay gerçeklik yerini dört dörtlük bir gerçekliğe bırakıyor. Anlayın artık, burası buraya ait olan, orasıysa oraya. Ve şimdi onların orada yüzleştikleri gibi, siz de burada yüzlesin gerçeklerle.

Pardon, pardon! Özür dilerim, haddimi aşıp ukalalık etim. Lütfen siz devam edin.

Ne yazık ki bilim insanlarıyla ancak böyle konuşulduğu zaman bir iletişim kurulabiliyor. Aksi takdirde, sürekli burunlarının dikine gittiklerinden söyledikleriniz ne kadar mantıklı da olsa sizi dinlemiyorlar bile. Sonuçta onlar için bilimin çözemeyeceği hiçbir şey yok.

Fırlatılıştan 2 ay sonrası. Yer; malum, Ayı İni Uzay Üssü:

Uzay mekiği son sürat yoluna devam ettiğinden, mesafeden dolayı haberleşmede bazı sorunlar yaşanmaya başlandı. Bir dakika, hangi haberleşme? Sonuçta astronotların hepsi uyumuyor mu? Kimi kandırıyorsunuz!

Şu ana kadar kiminle haberleşiliyorsa, onunla haberleşiliyor. Yani gemiye tamamıyla hâkim olan ve her şeyi kontrol altında tutan ana bilgisayardan söz ediyoruz. Şimdi lütfen arkanıza yaslanın ve güzel güzel meraklanmaya devam edin.

Sorunlar sadece haberleşmeyle ilgili olsa iyi. Hiç hesapta olmayan gelişmeler baş göstermeye başladı çünkü. Her şeyden önce belirlenen rotadan sapmalar meydana geldi. Bunlar milimetrik de olsa telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabilir ve onca uğraş, onca çaba bir anda uzay boşluğuna gömülebilir. Tepetaklak olmuş bir projeye yatırılan yüz milyarlarca dolar da cabası elbette.

Tamam tamam, panik yok; panik yok! Her şey kontrol altında. Bu sapmaların nedeni son derece açık: Uzay mekiği büyük bir ihtimalle yoğun bir meteor yağmurunun etkisi altında kalmış olmalı; ikinci en büyük olasılıksa, uzayda “ölü” olarak nitelendirilen sönmüş yıldızların oluşturduğu bir çöplük demeti ve onlardan etrafa yayılan çok büyük çaplı radyasyonun uzay mekiği üzerinde oluşturduğu geçici hasarlar. Araç bunların olumsuz etkilerinden kurtulabilmek için de belirlenen rotanın dışına çıkmış olabilir. Tekrar eski rotasına dönmeyi beklemekten başka çaremiz yok. Bekleyeceğiz ve göreceğiz…

Fırlatılıştan 3 ay sonrası. Yer; demeye bile gerek yok:

Bilim insanlarından sadece biri sükûnetini koruyor ve sakin görünmeye çalışıyor. O da zaten en yaşlı olanı. Diğerleri inanılmaz bir panik içerisinde. Hatta içlerinden biri aşırı gerginlik ve stresten kalp krizi geçirmek zorunda kaldı. Kendisine acil şifalar diliyor, son sürat yolumuza devam ediyoruz. Bakalım mekiğe dair ne tür gelişmeler var:

Son bir aylık süreç içerisinde mekik hedeflenen rotaya döndü dönmesine de, çok daha önemli sayılabilecek sorunlar peş peşe birbirini izledi. İlki yakıt problemiydi. Beklenmedik rota sapması sırasında yakıt tanklarından biri – üstelik de en büyüğü – ciddi derecede hasar gördü. Üç hafta süreyle işlevini yerine getirmeyi başardıysa da üçüncü haftanın sonunda anlaşılmaz bir şekilde devre dışı kaldı. Bu, hedeflenen sürenin yaklaşık 2 ay azalması anlamına gelmekteydi ki, şu ana kadar yapılan uzay araştırmalarında sırların çözülebilmesi adına zamana duyulan ihtiyacın ne denli önemli olduğu göz önünde bulundurulursa, projenin tam anlamıyla başarıya ulaşabilmesi açısından gerçekten de büyük bir talihsizlikti. İkincisi, yine mekiğe dair bir problemdi ve birincisine oranla daha büyük bir sorun teşkil ediyordu. Mekiğin hızıyla ilgili olan bu sorun için, tıpkı biricisinde olduğu gibi yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Çünkü mekiğin hızı, şayet bilgisayar verilerinde bir hata yoksa, olması gereken hızın neredeyse üç katına ulaşmıştı. Nereden kaynaklandığı çözülemeyen bu durum, mekiğin her an kontrolden çıkıp parçalanmasına bile neden olabilirdi. Bu beklenmeyen hız artışı, zaten azalmış olan yakıtın beklenenden çok daha kısa sürede tükenmesi tehlikesini de beraberinde getiriyordu. “Lanet olsundu! Hemen birileri bir şeyler yapsındı! Bunları her ne kadar gelişmiş olsa da bir bilgisayara söylemek hiçbir sonuç vermedi elbette. Çünkü o, eninde sonunda insan yapımı bir makineydi ve kendisine verilen komutların dışına çıkması pek mümkün görünmüyordu. Astronotlarımıza gelince, malum, olup bitenden habersiz mışıl mışıl uyuyorlardı ve üstelik uyanmalarına üç aydan fazla bir zaman vardı. Sorunlardan üçüncüsü ve diğerlerine göre çok daha büyüğü, nevi şahsına münhasır astronotlarımıza aitti. Çünkü eğer yine bilgisayar verilerinde bir hata yoksa, altısı da nalları dikmiş görünüyordu. Bunu, metabolizmalarının yavaşlaması bir yana, bir ölüyü bile kıskandıracak kadar durgunlaşmasından anlamak fazlasıyla mümkündü.

FİYASKO! Bu tür durumlarda belki de olup biten her şeyi açıklamaya yeterli tek söz. Zavallı bilim insanları! Neden bütün aksilikler gelip onları buluyordu? Belki de bilim denen şeyin ne kadar nankör bir ilgi alanı olduğunu artık anlamaları gerekiyordu. Evrenin boşluğunda deli gibi süzülen zıvanadan çıkmış bir roket parçası, içindeki 6 cesetle birlikte girdiği kara deliğin farkında olmayan dev bir kapsülü andırıyordu.

Asıl sorun, belki de bütün bunları sorgulamak yerine, şu andan itibaren yapılması gerekenlerin neler olduğunu hiç kimsenin bilmemesiydi. Mekikle olan irtibat devam edene kadar beklemeli mi, yoksa bütün bu saçmalıklara bir an önce son mu verilmeliydi? Eğer buna bir son verilecekse, üzerinde fazlasıyla düşünmeye değerdi. Çünkü mekik uzay boşluğunda fotoğraf çekmeye ve üzerine yerleştirilen dev teleskoptan görüntüler yollamaya devam ediyordu. Gerçi fotoğraf ve görüntülerin birbiriyle olan farklarını algılamak ve bunları yepyeni bulgular olarak kabul etmek için en gelişmiş cihazlarla bile çok uzun süre çalışmak gerekiyordu. Beklenen karar, beklendiğinden de kısa bir sürede verildi. Her ne olursa olsun sonuna kadar gidilecek, mekiğin son kırıntıları uzay boşluğundan silinene dek projeye devam edilecekti.

Fırlatılıştan 4 ay sonrası. Yer; belki uğur getirir diye başka bir uzay üssü:

Bilim insanlarının da batıl inançları olduğunu öğrenmek, ne kadar üzücü! İnancı olmayan birinin bile korkudan Tanrı’ya sığınası geliyor. Aradan 4 ay geçmesine rağmen, bugüne kadar olan gelişmeler hakkında olumlu şeyler söyleyebilmek çok zor. Üstelik başlangıçta işler yolunda giderken, sanki lanetli bir el dokunmuş gibi her şey bir anda tepe taklak oldu ve koca bir hayal kırıklığı yaratmaktan öteye gidemedi. Bunun önüne geçebilmek için bilim insanları ellerinden geleni fazlasıyla yaptılarsa da hiçbir sonuç alamadılar. Hatta İçlerinden, birbirleriyle karşılaşmayı bile göze alıp pazar günleri kiliseye gidenler, inanması güç ama, günah çıkartanlar bile oldu. Oysa o güne kadar değil kilisenin yerini bilmek, sorsanız kilisenin ne anlama geldiğim dahi söyleyemezlerdi. Yani anlayacağınız, uzayın, hele ki sonsuzluğun şakaya gelir bir yanı yoktu. Zaten İsa da tıpkı diğerleri gibi orada bir yerlerde huzur içinde uyumuyor muydu?

Uyumak mı? Durun bakayım, şu altı astronotun şu anda ölmek yerine yapmaları gereken şeyden söz ediyoruz sanırım. Peki, onlar gerçekten öldüler mi? Bilgisayar yanılıyor olamaz mı? Hem zıvanadan çıkmış bir kapsülün içindeki bir makine parçasına ne kadar güven duyulabilir ki? Üstelik bütün her şey onun kontrolü altındayken gerçekleşmedi mi?

Her ne olursa olsun, bir şeylere güvenmek gerekiyordu ve ana bilgisayar sanal da olsa, bu güveni sağlayabilecek elle tutulur tek şeydi. Şu an için bekleyip olacakları görmek dışında yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Bir yanda uzayın bir köşesindeki küçük bir gezegende tepelerindeki büyükbaşlarla birlikte büyük bir hayal kırıklığı içerisinde sabırlarının son kertesine gelmiş birkaç bilim insanı, diğer yanda sonsuz bir boşlukta süzülen, kontrolden çıkmış bir uzay aracı, topyekûn koca bir belirsizliğin gittikçe uzayan, iki farklı ucu gibi duruyordu…

Fırlatılıştan 6 ay sonrası. Yer: Sonuncusunun aynısı; uğur safsatası kakmalı uzay üssü:

Bekleyip görmek herkese iyi geldi sanırım. Bugün uzay aracıyla sağlanan son haberleşmeden bu yana geçen 9. gün. Tekrar haberleşme sağlanması imkânsız gibi görünüyor; en azından gelişmeler onu gösteriyor.

Aradan geçen yaklaşık iki ay gerçekten de oldukça şaşırtıcı olaylara sahne oldu. Daha beşinci aya girilmeden astronotların yaşadığı anlaşıldı ki, bu, çuvallamayı bir alışkanlık hâline getirmiş bilim insanları için aslında son derece sevindirici bir haberdi. Yalnız bilim insanları değil, hemen herkes deli gibi sevinmişti bu duruma. Artık ana bilgisayarın gönderdiği verilere güven olunmayacağına dair hemfikir olunmuş, durumun düzelmesi için astronotların bir an önce uyanmasından başka bir çıkar yol olmadığı anlaşılmıştı.

Öyle de oldu zaten. Hepsi de teker teker, birer gün arayla uyandılar. Birer gün arayla diyorum, çünkü ilk uyanana, arkadaşlarını uyandırması konusunda mesaj gönderildiyse de, kendileri anlaşılmaz bir şekilde yerçekimsiz ortamda aval aval etrafına bakınmak ve oraya buraya çarpmak dışında hiçbir şey yapmadı, ya da yapamadı. Nedense, devam eden beş gün boyunca arkadaşları da ona katılmak dışında hiçbir şey yapmadılar. Geçen sürede değişen tek şey, anlamsız surat ifadeleriyle oraya buraya ve ara sıra da birbirlerine çarpan astronot sayısındaki artıştı. Hepsi de boşluğa bırakılmış bir dışkı gibi davranıyordu. Neler olmuştu bu insanlara? Eğer bunlar, ayılardan araklanıp vücutlarına şırıngalanan maddenin yol açtığı bir yan etkiyse, neden bu durum daha önce dünya üzerinde 10 yıl boyunca uygulanan deneyler sırasında ortaya çıkmamıştı da, şimdi, hem de her şeyin yoluna girdiğinin sanıldığı bir sırada kendini göstermişti! Ya uzaklarda bir yerde güç ve kudret sahibi birileri çok kötü bir şaka yapıyordu, ya da gerçekten şaka yapan astronotlardan başkası değildi. Eğer böyleyse maddenin asıl yan etkisi, alan kişiyi gereğinden fazla gevşetmesi ve onda etrafını ciddiye almayı gerektirecek herhangi bir kırıntı bile bırakmamasıydı. Ama ne bilim insanları ne de etrafındakiler buna inanacak kadar aptallardı.

Her şey kâbus gibiydi. Bir yanda tam anlamıyla kafayı yemiş teknoloji harikası bir bilgisayar, diğer yanda hepsi de bir idiyottan farksız davranan güzeller güzeli 6 astronot. Hani zekâ parıltısı adına ortalıklarda en ufak bir şey olsa, bunun sadece bir kâbus olduğuna inanılabilirdi pekâlâ.

Uzay mekiğinden gelen son görüntüler, bilim insanları ve çevresindekilerin sinirleri boşalmış ve kontrollerini kaybetmiş bir şekilde gülme krizlerine tutulmalarına neden oldu. Ekrandaki görüntüye yansıyan, dışkılarıyla birlikte kol kola yüzen 6 astronottan başkası değildi. Koca mekik dev bir lağım çukuruna dönüşmüştü adeta. Kendisini dünyadaki benzerlerinden ayıran tek fark, ortamın yerçekimsiz olması ve vücuttan ayrılan parçaların aslında vücuttan ayrılamamış olmasıydı. Onlar hep birlikteydi ve oldukça mutlu görünüyorlardı.

5 ay uykuda kalan bir beden için bir an önce tuvaletini yapma isteği normal karşılanabilir pekâlâ. Ama bunu altı kişilik toplu bir ayine dönüştürmek biraz düşündürücü olsa gerek. Çünkü ilk uyanan astronottan son uyanana kadar hepsinin de altına yapmamak için arkadaşlarını beklemesi, bizi böyle düşündürmeye iten en büyük neden. Hele ki, görüntü kararmadan birkaç saniye önce hepsinin de dışkılarını arka plana alıp bir ip gibi dizilmeleri ve anlamsız surat ifadelerine oldukça anlamlı bir sırıtış eklemeleri çok daha düşündürücü, hatta ürkütücü. Kim bilir, bildikleri bir şey var ve uykuda geçen son beş ayda rol yapma yetenekleri inanılmaz gelişti.

Son manzara karşısında gülme krizine tutulmuş bilim insanlarının ve etrafındakilerin bir anda gülmelerini kesip küçük dillerini yutacak hâle gelmeleri koca fiyaskonun son perdesini oluşturdu oluşturmasına da, akıllarda kalan asıl soru, mekiğin nereye doğru yol aldığı ve akıbetinin ne olacağıydı.

Kim bilebilir ki?

Kenan Yaşar
Önceki İçerikEmre Akbay ve Aleyhtar’dan: “Kader”
Sonraki İçerikMetin Önderoğlu’ndan akustik tekli: “Ama Sen”
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments