Ben İç Dünyama Dönüyorum

"İçimizde bir şeyleri yapmanın umudu olur sevinci olur belki de tembelliği belki de geriye kalmayan kırık bir hayatın hikayesi."

0

“Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok.” diyordu Tutunamayanların hikayesini anlatan kırık hayatları bize tekrar gösteren Oğuz Atay. Çağımızda Nurullah Ataç kesilenler gibi bir roman incelemesi yapacak değilim belki biraz başkaldırı, belki biraz iç dökme diyelim. Sabahları edebiyatla uyanıp çayını kahvesini şiirle içenlerden yanayım bir örgütlenme ise bu evet sevgili okuyucular hepimiz suçluyuz.

Sabahın karanlık bir saatinde telefondan çalan bir zil sesiyle güne uyanırız, apar topar eller ve yüz yıkanır sonra giyim kuşam işleri başlar ve serbest piyasa deseler de hepimiz “Elleri Var Özgürlüğün” şiirini hatırladık mı tamamdır. Günün en güzel saatleri hayatı idame ettirmek amacıyla çalışılan işlerle geçirilir ve sonra çocuklar gibi eve sapsarı geliriz yorgun ve argın. İçimizde bir şeyleri yapmanın umudu olur sevinci olur belki de tembelliği belki de geriye kalmayan kırık bir hayatın hikayesi. Uzaklarda arıyoruz hep düşlediğimiz o hayalleri çünkü doğrudur uzaklarda. Pişmanlıklar durağında bekliyoruz çoğu zaman, “keşke”lerle geçiyor ömür ve ne doğayı ne tarihi ne sanatı ne insan olmayı başarabiliyoruz çoğu zaman. Cesur olmayı istiyoruz lakin cesur olmaktansa tutunamayanların hikayesinde kalıyoruz biraz zamanın esiri biraz da Anadolu insanının dediği gibi coğrafyanın mahkumu oluyoruz kimi zaman. Bazı zamanlarsa uykusuz oluyoruz geceleri gün ışığı aydınlanıncaya kadar birçok duygu atıyor kalpte ve ertesi gün aynı monotonluk aynı hengame. Dur diyesim var nereye böyle diye zamansız ve mekansız gitmek istiyorum desem katılmak isteyeni çok olur mu bilmiyorum. İşin aslını Oktay Rıfat okuyunca anladım sanmıştım oysa:

1
Köpürerek koşuyordu atlarımız
Durgun denize doğru.

2
Bu uçuş, güvercindeki,
Özgürlük sevinci mi ne!

3
Öpüşmek yasaktı, bilir misiniz,
Düşünmek yasak,
İşgücünü savunmak yasak!

4
Ürünü ayırmışlar ağacından,
Tutturabildiğine,
Satıyorlar pazarda;
Emeğin dalları kırılmış, yerde.

5
Işık kör edicidir, diyorlar,
Özgürlük patlayıcı.
Lambamızı bozan da,
Özgürlüğe kundak sokan da onlar.

Uzandık mı patlasın istiyorlar,
Yaktık mı tutuşalım.
Mayın tarlaları var,
Karanlıkta duruyor ekmekle su.

6
Elleri var özgürlüğün,
Gözleri, ayakları;
Silmek için kanlı teri,
Bakmak için yarınlara,
Eşitliğe doğru giden.

7
Ben kafes, sen sarmaşık;
Dolan dolanabildiğin kadar!

8
Özgürlük sevgisi bu,
İnsan kapılmaya görsün bir kez;
Bir urba ki eskimez,
Bir düş ki gerçekten daha doğru.

9
Yiğit sürücüleri tarihsel akışın,
İşçiler, evren kovanının arıları;
Bir kara somunun çevresinde döndükçe
Dünyamıza özgürlük getiren kardeşler.
O somunla doğrulur uykusundan akıl,
Ağarır o somunla bitmeyen gecemiz;
O güneşle bağımsızlığa erer kişi.

10
Bu umut özgür olmanın kapısı;
Mutlu günlere insanca aralık.
Bu sevinç mutlu günlerin ışığı;
Vurur üstümüze usulca ürkek.

Gel yurdumun insanı görün artık,
Özgürlüğün kapısında dal gibi;
Ardında gökyüzü kardeşçe mavi!

Böyle söylemişti büyük usta, zaten o güzel adamlar o güzel atlara binip mavi gökyüzüne vardılar, vardılar da biz nasibimizi alamadık onlardan. Sonra akşamlar geliyor insan hayatına düşünceli, suskun bazen dostlarla muhabbetle geçiştirilen bazen bir sevgili yanında bazen ise düşünceden sorgudan ve yaşamın güzelliğinden uzakta karanlık bir boşlukla. Çağa ayak uydurmak denir günün insanı öyledir lakin bu çağda değil de yoğurt kovalarında çiçeklerin yetiştirildiği bir çağda doğmalıydık desek de fark etmez zamanın esiriyiz sonuçta.

Anılar durağı, keşkelerden sonra otobüs orada duruyor. Yaşananlar, yaşanamayanlar ve bunların ötesinde yaşanabilecekler ve yaşanması düşlenenler. Günde 24 saat var doğru ama tam bu sırada insan 25. saate geçiş yapıyor diyebiliriz. Tüm gerçeklerden uzakta yaşananları seyretmek ve yad etmek geriye ise nereden geldik nereye gidiyoruz sorusu. Birçok belirsizlik fazla geldi ama hayatın kendisi bir kavga ve biliyorum o kavgaya hepimiz geç kaldık. Anıların büyüsüne de kapılalım, hayal de kuralım:

Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma
Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma
Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma
Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken bu dalgınlık bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma
Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Çağımıza yakışan vakur, sade
Davranışınız geliyor aklıma
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma.

İşin güzel tarafı burada geç kalınmışlıklarla, yaşanamayanlarla ama tutunamıyoruz işte. Hep beraber tutunamamızın hikayesi bu çağ. Şairlerinden geçtim de biz o saf duyguların dahi farkına varmadan geçen aşk ilişkileri, saygı ile ahlaksızlığın karıştığı bir düzen ve terbiyeden yoksun popüler kültürün hem izleyeni hem de en büyük destekçisi oluyoruz. Oysa devrimciler iyiyi değilde kötüleri devirmiyecek miydi? Yoksa edebiyatçıların yetişemediği bir zamanda mıyız? Duyguları, ilişkileri, anlam arayışını hızlıca tüketip ve sonra mendil gibi silip attığımız bir zamanda mıyız? Ya ben delirdim ya da hepimiz deliyiz!

Bazen içimizde tarif edemediğimiz o duygu ve bilmediğimiz sokaklarda yürürken buluyoruz kendimizi suni bir hapishanede volta atıyoruz desek daha doğru olur. Ansızın bir hüzün çöker ansızın bir gülümseme yansır yüzümüze delirdi derler mi acaba demeyin hepimiz aynıyız emin olun. Prangaya vurulan duygularla, fikirlerle ve olmayacak hayallerle…

Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!…
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi…

Tutunamayanlar dedik bi kere garip de münasip diyebiliriz. Efendim işin aslı hepimiz bir yerlerde bir mücadele vermek ile meşgulüz ve evet hepsi kendince haklı ve hepsi kendince kazanmalı… Lakin biliyorum kazananı hiç olmadı…

Esenlikler.

Talha Tarık Taşören
Önceki İçerikKamusal Tiyatro Deneyimleri Projesi
Sonraki İçerikPirelli Antik Yollarda
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments