İki Reklam Kampanyası, Bir Özgürlük Projesi

"... Kimse, tiyatronun bugünkünden daha fazla bir konumlanış içine gireceğine inanmıyor, hatta kimileri arkaik bir sanat ilan edip rafa kaldırmış bile."

0

Rafadan Kafadan şöyle der;

“Ben sözcüklere böyle ağır iş yüklediğim zaman daima ekstra ücret öderim”

Sonra, haftalık ücretlerini almaya uğramış kelimeler hayal ederim.

Bu yazı biraz kuşatılmışlığın öfkesini taşıyor.

Hadi…

Medya kavramı hiç kuşkusuz kendi unsurları içinde “televizyon”u baskın bir şekilde öne çıkardı. Bunda teknik üstünlüğünün ötesinde çok kolay ulaşabilmesinin ve tüketilmesinin çok büyük bir payı var. Kitlelerin neredeyse tamamı tarafından takip edilmesi, bütün zamanların en büyük ve en etkili propaganda aracı yapıyor onu…

Fakat artık hayatımızda kemale ermiş konuşan çok daha küçük kutularımız var..

Ülkemize ilk geldiği yıllarda uzunca bir süre “bu insanlar bu kutunun içinde nasıl olabiliyorlar” diye hayretle izlerken, bu sürecin sonunda, izleyenle arasında bir sahip-köle ilişkisine dönüştü. Ve ne yazıktır ki; bu durum sanatın, sanatsal olanın, infazına yol açtı. Bütün toplumsal kurumlar, dinamikler o kutunun yönelimi doğrultusunda hiza alır konuma geldi. Başlangıçta belki kimse, bu küçük kutunun bu kadar iş yapabileceğini düşünmemişti. İletişim aracı olarak varolmasına rağmen artık görevini “iletmemek” üzerine kurdu.

Dolayısıyla tiyatroda bundan nasibini aldı.

Tiyatronun, hem seyirci anlamında hem nitelik anlamında 60’lı ve 70’li yıllarda ulaştığı noktayı “doruk” diye kabullenip, artık geride kalmış güzel yıllar diye anıyoruz maalesef. Kimse, tiyatronun bugünkünden daha fazla bir konumlanış içine gireceğine inanmıyor, hatta kimileri arkaik bir sanat ilan edip rafa kaldırmış bile.

Tiyatro oyuncusu, sinema oyuncusu, reklam oyuncusu, Tik-Tok oyuncusu gibi ayrımlar bugün neredeyse ortadan kalkmış durumda ve kimse bunu tartışmak istemiyor. Ben oyuncuyum her işi yaparım cesareti fazlaca görünmüyor mu?

Çok değil bundan 25-30 yıl önce bazı tiyatrolarda seslendirmeye giden oyunculara izin verilmezmiş. Sonra bu sınır yavaş yavaş kalkmış. Arkasında özel kanallara giden oyuncular eleştirilmiş, ama bu da kısa sürmüş…

Kuşkusuz bazı oyuncular hepsini yapabilecek yetenekte olabilir. Ama sorun çoğunluğun bu iddiada olmasında değil mi? Belki daha vahimi, bugün sahnelerdeki bazı oyunların televizyon dizilerine benzemeye başlaması. Sanatçı yaratıcılığının bu kadar çok kanala rağmen “tek tipleşme” furyasına teslim oluşu, düşünsel kuraklığın simgesini veriyor.

İnsan zihninin en kuvvetli ihtiyacı, eşya ve olaylara bir düzen vermektir. Düzensizlik zihin için yokluğu ifade eder. Düzen ise insanın kendi varlığını anlamasının ana koşuludur…

Lev Tolstoy, “İnsanın bir zamanlar yaşamış olduğu duyguyu, kendinde canlandırdıktan sonra, aynı duyguyu başkalarının da hissedebilmesi için hareket, ses, çizgi, renk veya sözcüklerle belirlenen biçimlerle ifade etme ihtiyacından sanat ortaya çıkmıştır” der.

İnsan duymaya, düşünmeye başladığı andan itibaren nasıl ki kelimenin gerçek anlamıyla hayata girmiş oluyorsa; insanlık da duygularını ve düşüncelerini sesler, çizgiler ve renklerle canlı ve cansız simgeler halinde şekillendirmeye başladığı andan itibaren gerçekten tarih sahnesine girmiş olur. Sanat din ve felsefe, insanı günlük yaşamın dar sınırlarından kurtaran, sonsuzluğun erginliğine götüren kuvvetli bir eldir.

İnsan ruhunun kendi özünü özgürce gözlemlemesi ile sanat, kendi özünü simgelerle kavramasıyla din doğar. Her sanat yapıtı var olan bir şey ile bir nesne ile ilgilidir. Belli bir varlığı anlatır, ondan bir kesit ortaya koyar. Bir resim belli bir doğa parçasının resmidir veya bir insan görüntüsüdür. Bir tiyatro oyunu, belli olayların simgelenmesidir. Bir şiir ya da müzik parçası; doğadan ya da varlıktan bir parça olan insan ruhundan, insan duygularından anlatımlardır. Sanatçının gördüğü, kavradığı ve gerçeklik olarak belirlediği varlığın bilgisi, sanatın öz konusunu oluşturur. Her sanat yapıtı, varlık hakkında bir yorumdur.

Ortaya çıkan her yeni düşünce-akım, dünyayı yeniden ve kendine özgü bir biçimde dile getirir…

Son olarak; kendimi bulmaya çalışıyorum.

Yaşadıklarımın içerisindeyken bir söz duymuştum, beni biraz etkilemişti…

“Kimse kimseyi kaybetmez – giden başkasını bulur – kalansa kendini”

Tekin Kaya
Önceki İçerik“Tazmanya Kaplanı” geri geliyor
Sonraki İçerikMısır Sinemasının Komedi Simgesi: “Adel Imam”
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments