Karantina Günlerinde Sinemaya Dair

Pandemi nedeniyle, devasa bir karantinada yaşamımızı sürdürüyoruz uzun bir süredir… Salgın hastalıkların tarihi, insanlığın varlığından da eskiye dayanıyor. 1347 yılında tüm dünyayı kasıp kavuran Kara Ölüm diye bilinen Veba, ardından Tifüs, Dizanteri, Çiçek, Sarı Humma gibi hastalıklar geçtiğimiz yüzyıla kadar gücünü hissettirdi. 1918  yılında Dünya Savaşı’nın sonlarında ortaya çıkan İspanyol Gribi cihan harbinden  daha çok insan kaybına neden oldu. Birinci Cihan Harbi’nden yaralı olarak kurtulan şair Guillaume Apollinaire, sosyolog Max Weber, dışavurumculuğun  önemli temsilcisi ressam Egon Schiele İspanyol Gribine yenik düşen sanatçılardı.

20. yüzyıl boyunca iki büyük dünya harbi, Trablusgarp ve Balkan Savaşları, iki savaş arası 29 Ekonomik Buhranı, uzun süren soğuk savaş dönemi, yüzyıl biterken Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve Küreselleşme – Glasnost yaşanırken salgın hastalıklar da eşlik ediyordu.

İnsanoğlu teknolojinin gelişmesi ile birlikte unuttuğu bir salgınla mücadele hâlinde. Yüzyıl öncesine göre, bilişim devrimi sayesinde büyük bir dezenformasyona sahibiz. Artık insan hayatı rakama dönüşüyor. Koronavirüs bir anlamda geleceği yakınlaştırdı.

Pandemi nedeniyle yaşadığımız karantina döneminde, insanlık yepyeni bir hayatı deneyimliyor. Dünyaca ünlü sanatçılar evlerinin salonundan verdikleri konseri sanatseverlerle paylaşıyorlar. Latince, İtalyanca, İspanyolca dersler Youtube kanalında meraklılarını bekliyor. Kültür kurumları kapalı olan arşivlerini erişime açarak karantinada evden çalışanlar  için büyük bir hizmet vermeye başladı. Dünyanın sayılı müzelerini sanat ortamda ziyaret edebiliyoruz artık. Okuma listelerinin ardı arkası kesilmiyor. Boccaccio’nun Decameron’u, Albert Camus’nün Veba’ sı, Marquez’nin Kolera Günlerinde Aşk, Kemal Tahir’in Esir Şehrin İnsanları listelerin üst sıralarında yer alıyor.

Hepimiz okuduğumuz bilimkurgu kitapları, seyrettiğimiz filmlerin apokaliptik atmosferinin içinde gibiyiz şu sıralar.

Benzer bir yoğunluğun sinema alanında da gerçekleştiğini söyleyebiliriz.

Önemli kültür kurumları da dijital platformlarla yaptığı anlatmalar sayesinde festival filmlerini sinemaseverlerle buluşturmaya başladı.

”Dünya mükemmel bir yer olmadığı için sanat vardır” diyen Andrej Tarkovsky ‘yi anarak, şu dönemde hem bilimsel, hem kültürel üretimlerin artacağını umarak ben de sevdiğim filmleri NouvArt okurlarıyla paylaşıyorum, herkese sağlıklı günler diliyorum. İyi seyirler!

::: Sinema Sinema :::

1) Cennet Sineması (Cinema Paradiso) 1988

Cennet Sineması, İtalyan yönetmen Giuseppe Tornatore imzalı sinemaya saygı duruşu diyebileceğimiz naif, doğal, içten aktarılmış bir film.

İtalyan Sineması’nın en önemli yapımlarından biri olan Cennet Sineması’nda Salvatore ile yerel bir film göstericisi olan Alfredo’nun sinema tutkusunu anlatıyor. Cinema Paradiso, sinemaya adanmış bir yol hikâyesi.

2) Bütün O Caz (All That Jazz) 1979

Efsanevi sanatçı Bob Fosse’nin yarı otobiyografik filmi Bütün O Caz, gösteri dünyası ve kriz yönetimini işleyen sinema tarihinin belki de en iyi yapımlardan biri. Görsel ve işitsel bir şölen diyebileceğimiz filmde Joe Gideon karakteriyle Roy Schneider muazzam bir performans sergiliyor.

3)  Küçük Günışığım (Little Miss Sunshine) 2007

2000’lerde Amerikan Bağımsız Sineması’nın en nadide örneklerinden biri Little Miss Sunshine. Umut veren film seçkilerinin vazgeçilmezi, Jonathan Dayton ve Valerie Faris ikilisin yönetiminde gerçekleşen Küçük Günışığım, ironik, absürt ve naif bir yol hikâyesi. Çağdaş aile yapısına getirdiği eleştirinin yanı sıra, Steve Carrel ve Abigail Breslin’in olağanüstü oyunculukları ile de dikkat çeken filmi henüz seyretmeyen herkese öneririm.

4) Kırmızı Balon (Le  Ballon Rouge) 1956

Sinemaya bir başka sayı duruşu, yine bir çocuğun gözünden bu Albert Lamorisse tarafından 1956 yılında çekilen kısa film-  Kırmızı Balon

Film boyunca Pascal adlı çocuğun elinde kırmızı balonuyla Paris sokaklarında dolaştığını görüyoruz. Hiç diyaloğun olmadığı filmde Pascal balonuyla duygusal bir bağ kurar, filmin ana teması çocukken duyduğumuz arkadaşlık ihtiyacı.

34 dakika boyunca savaş sonrası Pascal ile birlikte Paris sokaklarında yaptığımız yolculuk, çocuğun arkadaşlarıyla, balon nedeniyle yaşadığı deneyimler paha biçilmez bir sinema anlatısına dönüşüyor.

5) Tavşan Jojo (Jojo Rabbit)  2019

Bu kez evlerinde bir genç kızın saklandığını öğrenen gencin gözünden İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına odaklanıyoruz.

Taika Waititi’nin, Christine Leunens’in aynı adlı romanından uyarladığı Tavşan Jojo, güçlü ironisi, mizahi diliyle, unutulmaz final sekansı ve nefis müzikleriyle geçen yılın en iyi işlerinden biriydi.

6) Buz Fırtınası (The Ice Storm) 1997 
7) Mekânlar ve Yüzler (Visages Villages) 2016
8) Amarcord – 1973
9) Paris’te Geceyarısı (Midnight in Paris) 2011
10) Yükselen Ay Krallığı (Moonrise Kingdom) 2012 
11) Küçük Kadınlar (Littile Women)  2019
12) Temmuz’da (In Jyly) 2000
13) Özgürlük Yolu (Into the Wild) 2013 
14) Onur ( Pride ) 2014
15) Tatlı Hayat (La Dölce Vita) 1960
16) Büyük Umutlar (The Great Expactations) 2012 
17) Şehir Işıkları (City Lights ) 1931
18) Havai Fişekleri (Hana-Bi) 2012
19) Serseri Aşıklar (A bou bde Souffle) 1960
20) Komşum Totoro (My Neighbou Totoro) 1988
Elif Hopyar

Etiketler

0 yorum “Karantina Günlerinde Sinemaya Dair”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Pin It on Pinterest