Kin Kimi Yedi

"Ne kadar kolay dağılıyor uğraşa uğraşa topladığım parçalarım. Oturduğum koltukta kıyafetlerim sanki organlarımı bir arada tutmak istiyormuş gibi hissediyorum..."

0
Fotoğraf: Ezgi Doğan

Köprü trafiğinin ortasında çocukluk anılarını anlatmak kadar kargaşanın ortasında kaldı bazı hikayeler ve bazı hikayeler de keşke hiç bitmeseler. Bitmesin diye yaşadıklarımız mı daha kıymetli, bittikten sonra bulamayacaklarımız mı bilemiyorum. Önümüzdeki bazı arabaların farlarının gözlerimi ne kadar acıttığını tarif edemiyorum. Ve aynı zamanda gözlerimi acıtan keşke sadece bu ışık olsaydı diye de düşünmeden edemiyorum.

Kalabalıklar içinde yeterince sustuğum için sessiz çığlıklar yükseliyor bu gece derinlerde bir yerlerimde. Devam etmesini  istediğim bir şey var avcumun içinde ve ben yine korkuyorum. Kontrolümü kaybetmekten, aklımdan geçenleri yanlış dile getirmekten ya da belki de hiç gerçekleşmeyecek olmasından korkuyorum. Merak ettiğim şeyleri sormaya kalksam çok gelecek, sessiz kalsam beynimi kemirecek. Dürüst olayım diyorum, kendimi bile korkutuyorum. Bahsetmesem de olur diyorum, ağzımdan dökülen cümleleri duydukça kendime yabancılaşıyorum ama en son ne zaman birilerine tanıdık geldiğimi de zaten hatırlamıyorum. Hayatıma yeni giren her keyifli şeyin beni korkutmasına inanamıyorum ama her seferinde de haklı çıkıyorum. Belki de biraz sabırsızım ve her şey paldır küldür olsun istiyorum. Her an her şeyin olma ihtimali bu kadar yakınken neyimize güvenip de işleri ağırdan alıyoruz anlamıyorum. Ve aynı zamanda insanlar ne zaman belirsizlikleri bu kadar sever oldu, takip edemiyorum.

Bir kolumdan bildiğim tüm gerçeklikler asılıyor kırmızı ışıkta duruyorken, en dibe çekecek düşüncelerim ise bırakmıyor diğer kolumu. Bense sadece sarılmak istiyorum. Bazen trafiğin ve soğuğun orta yerinde su satmaya çalışan hiç tanımadığım o yaşlı amcaya, bazen yakınını kaybettiğini öğrendiğim iş arkadaşıma, bazense yanımda oturana. Ama en çok kendi içimde ölmesin diye uğraştığım sıkışıp kalmış hikayelerime. Ne zaman yanağımdaki yara izimi anlatsam uyanıveriyor hala dikişten korkan küçüklüğüm, hissediyorum. Ve aynı zamanda şimdi canımı acıtan şeylerin ne kadar değiştiğini sorgulamadan önümde uzanıp giden trafiğe odaklanmaya devam edemiyorum.

Ne kadar kolay dağılıyor uğraşa uğraşa topladığım parçalarım. Oturduğum koltukta kıyafetlerim sanki organlarımı bir arada tutmak istiyormuş gibi hissediyorum ve kalbimin üzerinde baskı yapıyormuş gibi kesiliyor nefesim. Bir şeyler saçmalıyorum, geçmişten taşıdığım acılarımı susturamıyorum ve belki de şoktan neler söylediğimi ben bile bilmiyorum. Konuşmamam gereken konuları konuşuyorum ve bunları konuşmamam gerektiğine kim karar veriyor bilmiyorum. Bütün gün attığım şen kahkahalarım çınlıyor kulağımda sanıyorum ama öfke dolu korna sesleri duyuyorum. Torpidoyu açamadığım zamanı hatırlayıp acaba servis aracının da var mı diye görmek için başımı eğince saçlarım çok uzadı diye düşünüyorum. Ve aynı zamanda ne kadar üzgün olduğumu anlatmaya çalışırken ertesi gün fütursuzca hayatıma devam edeceğimi kabul edemiyorum.

Küstüğümüz ne çok şey var kendi öykülerimizde. Çocukluğumuzdaki inançlarımız kadar sağlam, yanımızda duran insanlar kadar güvenilir ve Christmas kadar büyülü olsa keşke tüm anılarımız şimdilerde de. Sene boyu zamanı gelse diye beklediğim erik ağacının artık olmaması kadar üzücü küstüğümüz anılarımızın varlığını sürdürememesi biz büyüdükçe. Ya da ben çoktan küsmüştüm büyüdüğüm için yaşadığım tüm üzüntülere. Şimdi bana şans verseler ben yine geleceği görmek yerine geçmişimde yaşadıklarımı görmeye gitmek isterim, biliyorum. Ve aynı zamanda geçmişe takılmamak adına yaptırdığım balık dövmemi ne kadar seversem seveyim, bana yine geçmişi hatırlattığı gerçeğini inkar edemiyorum.

Araya birkaç gün giriyor ve ben o duygudan bu duyguya koşar adım geçişler yapıyorum. Okuduğum kitabı bitirip, bitirmekten korktuğum dizilere başlıyorum. İçmediğim kadar çok votka içip, odamın çıplaklığını örtmeye çalışıyorum ve kendimi ay ile ilgili ne varsa almaya çalışırken buluyorum. Gözlerimi kapattığımda gördüğüm rüyaların arkasında yatan özlemlerimi her sabah kahvaltılarımda anıyorum. Siz tanımazsınız ama, her gece bana sarılan Frankfurt’un gözlerinden öpüyorum. Ne kadar şanslı olduğumu düşünüp mutluluğumu ne de güzel yaşıyorum diye gururlanırken bir anda yakın zamanda atmadığım bir şişeyi görüyorum. Atmayacağımı söylediğim anı hatırlayıp, ‘anlatılandan ziyade o anı kaydediyorsun gibi bir şey’ cümlesinin güzelliğini düşünüyorum. Ve aynı zamanda her bir parçamın boğazına kadar dolu olduğunu bile bile hala yer varmışçasına kendimi kandırmadan edemiyorum.

Durdukları yerden gözüme güzel görünen insanlarla dolu aslında hayatım. Ben gülümsedikçe gülümseyen mutlu yüzler görmeye hayranım fakat bazı zamanlarda üzgün olduğumu da belli edememekten ağırlaştı göz kapaklarım. Kollarımı parçalıyor, kulaklarımı çınlatıyor yazıp yazıp yayımlamadığım yazılarım. Bu cümleleri yazıyorum diye mutsuz olduğumu sanan insanlara kendimi açıklamaktan bıktım. Güldüğünüz kadar da ağlayamıyorsanız ben sizin için ne yapayım? Neşemi borçlu olduğum gözyaşlarımı kalkıp da size neden anlatayım? Zaten sınırlarımı çizdiğim, duvarlarımı ördüğüm zaman 16 yaşındaydım. Bunu daha önce yüksek sesle dile getirip getirmediğimi de asla hatırlamıyorum. Ve aynı zamanda kurduğum cümleleri sindirmekte kendime bile yardım edemiyorum.

Kimlerin sınırlarını kimler hangi hatalarla çizdi ya da hiç yapmaması gerekirken bir adım ötesine gitti acaba? Sınırların ötesi kimler için ulaşılması mümkün olmayan masallarken, kimler için tek bir cümleye bağlıydı mesela? Senin dünyanda sınırlarını ihlal edenler, nasıl da birileri kendi duvarlarının ötesine geçtiğinde öfke saçtı etrafına? Ben artık içtiğim bira sayısının herhangi bir masada konu olması özgürlüğünü kimseye tanımak istemiyorum. Benim için kırmızı çizgi olan konulara da kimse ağzını açamasın istiyorum. Ansızın aldığım ölüm haberlerini kabullenemiyorum. Kendi huysuzluğumu peşpeşe kurduğum alakasız cümlelerle savuruyorum. Ve aynı zamanda bir telefon açıp da üzgünüm diyemediğim için kendimi affedemiyorum.

Bazı öfkelerim sustukça kine mi dönüşüyor acaba? Kin tutmadığımdan adım gibi de emindim yıllarca ama keşke tek derdim bu ve öfke ile kin arasındaki bazı sınırlar da keşke yeteri kadar belirgin olsa. Hissetmem dediğim duyguları hissettikçe daha da yenilerini arzuluyor sanırım içim. Belki de ummadığım zamanda karşıma çıkacağından emin olduğum için bunca zaman beklemişim. Yeni tanıştığım herkese en büyük kinin neydi diye sorsam acaba ne kadar bencilleşirim? Yine durduk yere insanların yeteri kadar kinle dolmuş hayatlarına yeni bir sayfa mı ekledim, bilmiyorum. Ve aynı zamanda hangi gerçeklikte herkesin birbirine kendi kini kadar imtiyaz tanıdığı bir dünyada yaşayabileceğimizi pek de hayal edemiyorum.

Ben artık yazdığım 876 kelimeden sonra kin kimi yedi, kimler kimlerin sınırlarını ihlal etti, tahmin dahi edemiyorum. Birileri öldü, birileri köprü trafiğini son kez gördü ve ben tüm bunları konuşurken birileri de benden birkaç adım uzaklaştı, biliyorum. Düşüncelerim uyuşmuş bir şekilde kar kürelerimin raflarındaki yerlerinde ne kadar sağlam olduğunu kontrol etmeye gidiyorum.

Gizay Tabanlıoğlu
Önceki İçerikMelisa Karakurt’un yeni teklisi “Nefes”
Sonraki İçerikNilipek.’in üçüncü stüdyo albümünden ilk klip: Günebakan
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments