Piyanist, Orkestra Şefi, Besteci / Gencecik Bir Yetenek: Turan Manafzade

"Çevremizdeki arkadaşlarımız “Orası çok zor bir okul, giremezsiniz” dediler. Müzikle, piyano ile ilgilenen insanlar dediler bunu. Fakat biz inat ettik ve hedef koyduk."

0
Turan Manafzade / Fotoğraf: Arif Mustafazade

Turan Manafzade, klasik müziğin içine doğmuş bir kadın. Azerbaycan’da devlet sanatçısı olma ünvanına layık görülürken aynı zamanda dünyadaki sayılı kadın orkestra şefleri arasına girdi. Tüm bunlar tesadüf değil. Kendisi Azerbaycanlı, klasik müzikte uluslararası alanda tanınmış bir ailenin üyesi. Piyano virtüözü İslam Manafov’un kızı. Kardeşi Abuzar Manafzade klasik müziğin kalbinin attığı Viyana’da orkestra şefi, piyanist ve akademik alanda çalışmalarını devam ettirmekte.

Biz de kendisiyle bu çok güzel unvanlara istinaden söyleşmek istedik. Müziğin evrenselliğine istinaden Turan Manafzade’nin bir kadın olarak yakaladığı tüm başarılar göğsümüzü kabartıyor. Piyano virtüözü, dünyanın sayılı kadın orkestra şeflerinden, besteci ve yetiştirdiği öğrencileri de bulunan Turan Manafzade ile yapmış olduğumuz söyleşi çok güzel oldu. Okumak isteyeceğinizden eminiz.

– Turan Hanım siz çok tanınan müzisyen bir ailenin üyesisiniz. Azerbaycanlısınız. Babanız İslam Manafov.  Çocukluğunuz nasıl geçti? Müziğin hiç eksik olmadığı, sürekli olduğu bir evde yetiştiniz. Ben klasik müziğin içinde olacağım, kesinlikle piyano çalacağım mı dediniz?

Turan Manafzade: Azerbaycan’da devletin açtığı müzik okulları var. Bu biraz da Sovyet döneminden gelen bir eğitim sistemi, disiplin, müzik sistemi. Fakat insanlar çocukluğumuzdan itibaren aldığımız bu eğitimi Rusya ile bağdaştırıyorlar ama bu algı tam da öyle değil. Çok özel bir coğrafyamız var bizim, yetenekli bir coğrafyada, Kafkasya coğrafyasında yaşıyoruz. Bizim yanımızdaki diğer devletlerde yaşayan insanlar da hem müziğe hem sanata çok yatkın ve yetenekliler. Herkes dansa gider, piyano çalar, başka enstrümanlarla uğraşırlar. Yani müzik, solfej bilmek bir lüks değildir. Ben de böyle bir aileye doğmuşum. Annem bizim yeteneğimizi fark etti. Evde böyle bilinçli velilerin olması konservatuarların boş kalmamasını sağlıyor. Açıkçası 11, 12 yaşına kadar çok da farkında değildim müziğin ne kadar muhteşem bir dünya olduğunun. İstemiyordum müzikle uğraşmayı. Fakat annem beni kesinlikle dinlemedi. İyi ki de dinlememiş. Kendisi aynı zamanda piyano hocasıdır ve şimdiye kadar uluslararası alanlarda bir çok öğrenci yetiştirdi, yetiştirmeye de devam etmekte. O ve babam sayesinde ben de müziğin bu muhteşem dünyasındayım.

Turan Manafzade / Fotoğraf: Shukufa Manafova

– Mimar Sinan Üniversitesindeki eğitiminizden bahsetmek istiyorum. Piyano ve müziğe ikna olduktan sonra Mimar Sinan Üniversitesi süreci nasıl başladı?

T.M.: İstanbul’a geldiğimde dokuz yaşımdaydım. Beşinci sınıfa geldim. Sekizinci sınıfa geçmeden önce Mimar Sinan’ı araştırıp, girmek istedik bu okula. Çevremizdeki arkadaşlarımız “Orası çok zor bir okul, giremezsiniz” dediler. Müzikle, piyano ile ilgilenen insanlar dediler bunu. Fakat biz inat ettik ve hedef koyduk. Babam ya piyano ya piyano çalınacak dedi, çünkü yetkili kişilerce kemana yönlendirilmek istendik, başka enstrümanlara yönlendirilmek istendik. Biz gittik kendimizi piyano hocalarına dinlettik ve hiçbir sıkıntımız olmadı bu konuda. Sınav programıyla tanışıp eksiklerimizi toparladık. Ve konservatuara kabul edildik. Hem de 400 kişilik sınav katılımı içerisinden 3 kişiden 2si olarak seçilerek. Ağabeyim Abuzar Manafzade ile aynı okulu okuduk ve bitirdik. Doç.Nurferi Onur’un piyano sınıfından mezun oldum. Sonra ağabeyim Viyana’ya gitti. Viyana’da çok prestijli bir okulda, Viyana Konservatuarı’nda orkestra şefliği bölümünü kazandı. Aynı zamanda başka bir şehir olan Linz şehrinde piyanoda yüksek lisansına devam ediyor.

– Siz de burada Mimar Sinan’da orkestra şefliği bölümünde Antonio Pirolli’den dersler almaya başlıyorsunuz.

T.M.: Evet. Maestronun okula hocalık yapmaya geldiğini duyunca hemen sınıfına katıldık. Çünkü yetişen bir müzisyen için iyi hocayla çalışmak çok önemli bir durumdur.

– Azerbaycan’ın müzik sistemi bizde yok, eğitim sistemi bizde yok. İlkokuldan itibaren müzik zorunlu bir tercih değil ya da her belediyenin müzik ile ilgili girişimleri yok. Buraya gelince nasıl buldunuz buradaki sistemi? Bocalama oldu mu? Çünkü bizde ancak merak edersen, okumak ve öğrenmek istersen bu konuda belli başlı okullar var, oralara girip okuyorsun.

T.M.: Azerbaycan’daki eğitim sistemi gerçekten çok başarılı. Fakat Mimar Sinan Konservatuarı’nda bizim hocalardan aldığımız eğitim dünya standartlarıyla yarışır. Mimar Sinan’da temelden o kadar iyi solfej eğitimi aldık ki, bu anlamda Mimar Sinan’daki teorik eğitim Bakü’deki eğitimin üstünde bile sayılabilir. Bir de tabii müziksel anlamda Türkiye’nin zenginlikleri var; Anadolu’da ve diğer bölgelerdeki aksak ritimler, töresel ve yöresel müzikler ve bölgesel zengin müzik yapıları. Dans ettiğimiz o ritimler, ağzımıza tutturduğumuz o türkülerin bizlere inanılmaz katkıları var. Başka bir yerde doğmuş ve yetişmiş bir müzisyenin çözmeye çalıştığı bu ritimleri bizler zaten biliyor ve uyguluyoruz. Bu açıdan da çok zengin ve katmanlı bir coğrafyadan besleniyoruz. Çok şanslıyım bu anlamda.

– Bestecilik tarafınız var. Bu ne zaman başladı?

T.M.: Ben aslında besteciliğin biraz doğal bir olgu olduğuna inanıyorum. İnsanın içinde varsa bir yaratıcılık hissiyatı, o ortaya çıkıyor zaten. Hatırlıyorum mesela çocukken kafamın içinde neyden etkileniyorsam bir sayfalık, iki sayfalık besteler yapmaya başladım. “Kanguru”, “Bulut, “Ninni” isimli besteler. 14, 15 yaşında aynı zamanda sesimi keşfettim. Çevrem de sesin çok güzel deyince, konserlerimde kendi bestelerimi sunmaya başladım. Bestelerimin sözlerini de kendim yazıyorum ve hatta bir albüm yapmayı düşünüyorum. Ayrıca başka enstrümanlar, oda müziği grupları ve orkestra için yazdığım eserlerim de mevcut.

– Bir singleınız ve Youtube’da videolarınız var. Bestelerinizin hepsine yer vereceğiniz bir çalışma yapmak istiyorsunuz, biraz önce de dediğiniz gibi. Bununla ilgili kafanızda bir tarih var mı?

T.M.: Daha öncesinde okumaya, öğrenci olmaya çok zaman harcadım. Okul disiplin olarak bana çok büyük sorumluluklar getirdiği için bir türlü kendime odaklanamadım açıkçası. Fakat bu saatten sonra kendi stilimde, elektronik müziği de dahil edip farklı bir şeyler yapmayı düşünüyorum.

– Evet orkestra şefisiniz. Seslere ve enstrümanlara hakim ve donanımlı birisiniz. Türkiye’de sizin gibi altyapısı olmamasına rağmen sizin hayal ettiğiniz şekilde albümler çıkaran, singlelar yapan birçok kişi var.

T.M.: Doğru söylüyorsunuz fakat bu işler maliyetli işler, hemen gerçekleşebilen şeyler değil maalesef. Okul vardı dediğim gibi, odaklanmam gereken başka şeyler vardı. Kendinizi psikolojik olarak ne zaman hazır hissettiğinizle de alakalı aynı zamanda böyle işlere girişmek. Şimdi kendimi hazır hissettiğim bir dönemdeyim.

– Orkestra şefliğinize gelmek istiyorum. Örnek aldığınız ve yerinde olmak istediğiniz biri mi vardı da ona öykünerek mi böyle bir yola girdiniz yoksa eğitimleriniz devam ederken adım adım gelen bir süreç mi oldu orkestra şefliği sizin için?

T.M.: Orkestra şefliğine ben karar vermedim açıkçası. Piyanist olmama ailem karar verip yönlendirirken, orkestra şefliğine de ağabeyim teşvik etti. Antonio Pirolli’nin okula geldiğini öğrendi ve bu fırsatı kaçıramayız dedi. Ağabeyim söyleyene kadar ben pek farkında değildim. O benden bir yaş büyük. Örnek aldığım yanları çok. O ilkokul birinci sınıfa başlamadan bir gece önce ben de okula gitmek istediğimi belirtmiştim. Ona imrendim ve onu bırakmak istemedim. O da beni bırakmadı. Mesela; Onun Viyana’ya gitmesi beni çok mutlu etti çünkü yeni kapılar açıldı ve bireysel olarak da bir şeyler yapabilme şansımız oldu. Bir kadın orkestra şefi olmak hiç kolay bir şey değil. Beni ileride nelerin beklediğini tahmin edebiliyorum ve çok stratejik bir karar verdiğimi meselenin içine girince daha iyi anladım. 1950’lere kadar hep erkekler, 50’lerden sonra orkestralara kadınlar girmeye başlıyor. 2000’li yıllarla beraber kadın şefler sahnede boy göstermeye başlıyor. Bu anlamda bir şeften veya birkaç şeften yola çıkarak örnek alıyorum diyemem, tüm şeflerden öğreneceğim bir şeyler var çünkü müzik adına.

– Kadın Orkestra Şefi olarak dünyada belli rakamlar söyleniyor. 30 diyen var, 50 diyen var. Bu anlamda sayılı kadın şefler arasında yer alıyorsunuz siz de? Kendinizi nasıl hissettiriyor bu durum?

T.M.: Bu anlamda rakam vermeyi çok doğru bulmuyorum. Önemli olan müziğin en iyi şekilde icra edilmesini sağlamak ve müziği bir yerlere taşımak. Mesela Türkiye’de de birkaç kadın orkestra şefi var. Önemli olan aktif olarak işin içinde olmak ve bir şeyler üretebilmek. Topluma bir şeyler katacak olan unsur bu olacak. Hep beraber çarkı döndürecek olan şey aktifleşmek. Şunu da söylemeliyim, ben sadece Azerbaycan’ı değil Türkiye’yi de temsil ediyorum. Burada hiçbir ayrım göz etmiyorum. İki halkın kardeşliği daimi.

– Kesinlikle katılıyorum.  Zaten dikkat ederseniz Azerbaycanlı olmanız üzerinden veya Türkiye’de işinizi icra edişiniz üzerinden sormuyorum sorularımı. Çünkü her iki ülke de her anlamda; kültürel ve sosyal yapı olarak birbirinin uzantısı.

T.M.: Evet çok doğru. Yukarıda da belirttiğim gibi önemli olan çok çalışmak, müziği geliştirmek ve bir yerlere taşımak. Ve müzikten kopmayarak sürekli icraat halinde olmak.

Turan Manafzade / Fotoğraf: Arif Mustafazade

– Kadın orkestra şefi olarak, kadının toplumdaki yeri, sanattaki yerini nasıl buluyorsunuz? Kadın şef olarak kadının toplumdaki yerine katkı sağlayacağınızı düşünüyor musunuz?

T.M.: İlk başlarda orkestranın önüne çıktığınızda şöyle bir bakıp, şaşıranlar olabiliyor. Fakat sonra insanların tanıyıp, yaptığınız işi görünce uzun uzun dalıp ‘vay be’ bakışıyla baktıklarını çok gördüm. Hatta benim ilk şefliğimde; orkestra ile buluşacağız başka bir şehirde.. Daha beni görmemiş, tanımamış olan insanlar “Daha yaşı çok genç, ne yapabilir acaba bizim için?” diye düşünmüşler. Sonra birlikte o kadar güzel çalıştık ki, Maestro demeye başladılar. Öğrencilik zamanıma denk gelmiş olsa da müzik ve sanat öyle bir şey ki; siz öğrencilik yıllarında pratiğinizi yapmaya başlamalısınız. Okuldan çıktığınızda sudan çıkmış balığa dönmemek için. Kimse size altın tabakta hiçbir şey sunmuyor. Yani oraya gelirken bile yetişmeniz, yoğrulmanız gerekiyor. Ben de zaten bir piyanist olarak sahne tozu yuttuğum için tecrübeliydim.  Piyanist olmak ayrıca zor ve disiplin gerektiren, orkestra şefliği de kendi içinde ayrıca zor ve disiplinli olmanız gereken mevzular olduğundan bu iki disiplin birbirini de destekliyor ve besliyor. Fakat bir kadın olarak aldığımız sorumluluklar daha detaylı olduğundan ayrıca çok çalışmak gerekir. Bundan şikayetçi değilim. Mesela Azerbaycan’da bir konser öncesi provaya gittiğimde ilk önce anlayamadılar benim şef olduğumu. Erkek bir şef bekliyorlardı herhalde, bir de adım da Turan, bu yüzden ilginç tepkiler alabiliyorum.

Ayrıca şunu belirtmeliyim ki; Azerbaycan devletinin özellikle Cumhurbaşkanı yardımcısı ve first lady Mehriban Aliyeva’nın genç yeteneklerin ortaya çıkması ve gelişiminde büyük desteği var.

– Hangi organizasyonlarda, festivallerde çaldınız?

T.M.: İlk orkestra şefliğim Kuzey Kıbrıs’ta, 3. İpek Yolu Konferansı’ndan teklif aldığım zaman gerçekleşti. Benim için güzel bir deneyim oldu.

Kuzey Kıbrıs Mağusa’dan sonra Viyana, İstanbul, İzmir, Ankara ve Bakü’de farklı orkestralarla çalıştım. Ayrıca belirtmeliyim ki; ağabeyimin dünyada bir ilke imza atıp Balaban aleti için bestelemiş olduğu ve ilk seslendirmenin Kaliforniya’da yapıldığı, Azerbaycan’da ilk seslendirmesinin de benim şefliğimde gerçekleştiği eseri yönetmiş oldum. Babam, ağabeyim, ağabeyimin eşi ve ben hep birlikte sahneye çıktık.

Bir kadın şef olarak özellikle 8 Mart tarihinde konser yapmak için çok talep oluyor ancak dilerim ki kadın şefler daima hatırlansın ve desteklensin.

– Şimdiye kadar yaptıklarınızın yanında yapmak istediğiniz başka hayaller var. Bildiğim kadarıyla evlerde veya küçük salonlarda müzik yapmak istiyorsunuz. Mesela Mozart döneminde Avrupa’da yapılırmış böyle şeyler ki halen Avrupa’da bu çok yaygın. Bu hayalinizi biraz anlatır mısınız?

T.M.: 2007 yılında ailecek Almanya’ya konser vermek üzere davet edilmemiz üzerine küçük toplulukların toplandığı evlerde ve bir sarayda konserler yaptık. Yani 2007 yılından beri aklımda böyle bir proje vardı. Şuan evimde konserler projesine başladığımın müjdesini vermek istiyorum. Bu konserlerin genç müzisyenlere de destek olacağına inancım büyük. Bazı konser salonlarının Türk Sanat Müziği veya daha farklı repertuarlara geçmiş olması, bizlerin konser vermeye yer bulamamamız da beni bu tarz bir projeye yönlendirdi diyebilirim. Kısacası hep beraber başarmalıyız bu tip projeleri, hayalleri.

– Her yıl Viyana Filarmoni Orkestrası yeni yıla merhaba konseri gerçekleştirir. Mesela bundan on yıl sonra kendinizi kadın orkestra şefi olarak oralarda görüyor musunuz?

T.M.: 2019 yılının Ocak ayında ağabeyimle Viyana’da “Muth” konser salonunda yeni yıla merhaba konserinde orkestrayı beraber yönettik ve bu bizim için çok mutluluk verici. Tüm bunlar adım adım bizim kendimizi geliştirmemiz açısından çok önemli. Dünyaca tanınan prestijli orkestralarda işimizi en iyi şekilde icra edeceğimize inanıyorum.

– Mimar Sinan Üniversite’sinde akademik anlamda bağlantınızı sürdürmeyi düşünüyor musunuz veya hoca olarak da katkıda bulunabilirim gibi bir düşünceniz var mı? Ya da Azerbaycan’dan böyle teklifler alıyor musunuz?

T.M.: Teklifler olduğu takdirde değerlendirebilirim tabii. Ayrıca belirtmeliyim ki 13 yıldır özel öğrencilerimi kaliteli bir şekilde eğitiyorum. Girdikleri tüm müzik sınavlarında üstün başarı göstererek göğsümü kabartıyorlar. Aynı zamanda; eğitmenliğin, topluma sağlıklı bireyler kazandırmayı amaçladığını unutmamak gerekir. Bu sebepten, müzik adına yapılacak her şeyde, kat edilecek her mesafede seve seve yardımcı olmayı içtenlikle isterim.

Aynur Kulak
Önceki İçerikZuhal Olcay’dan “Aşk Tesadüfleri Sever 2” Sürprizi
Sonraki İçerikSinemanın Özel Efekt Makyajı Devlerinden: “Rick Baker”
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments