Yusuf Taktak: “Sanat, kendini ifade etmektir.”

"Akademi öğrencisiyken kimsem, şimdi de o’yum. Aynı içtenlik! Bir yandan da ustalaştığımı zannediyorum..."

0

Brieflyart Galeri, sanatçı Yusuf Taktak’ın ”Başka Zaman Başka Mekân” adlı sergisine ev sahipliği yapıyor. Gslerinin, sanatçının imzası haline gelen kutu formunda tasarladığı sergide, ressam ve akademisyen Yusuf Taktak’ın 2022-2023 dönemine ait yapıtları sergileniyor. Renklerin tüm csnlilihiyla hüküm sürdüğü sergide zaman, mekân kavramları sorgulanıyor. Sanatçının pandemi, deprem gibi küresel ve toplumsal acıların izlerinin hissedildiği, tuvaletin yani sıra kolay, asamblaj ve üç boyutlu işlerin yer aldığı sergi üstüne sanatçı Yusuf Taktak ile konuştuk.

“Başka Zaman Başka Mekân” uzun bir aradan sonra İstanbul’da açtığınız ilk sergi. Sizin akademiden bu yana temel üretim pratiğiniz olan kolaj, asamblajlar son dönem yapıtlarınızda nasıl bir değişime uğradı, bu sergi nasıl oluştu?

Yusuf Taktak: Mekan da, zaman da değişiyor; “ben” aynı ben mi? Resim sevdası, bir yanılsamanın peşinde koşmak mı? Ya da elime bakıp “bu tanrının eli mi” deyip kendime hayran olmak mı?

Yanıtsız sorularla geçer zaman, bulduğunu zannedersin elinden kayar gider.

Bana sorarsanız, Akademi öğrencisiyken kimsem, şimdi de o’yum. Aynı içtenlik! Bir yandan da ustalaştığımı zannediyorum: doğaya bakarken ve resim gereçlerini kullanırken. İşte, o zaman da kolaj, boya, kalem kullanıyordum şimdi de öyle!

Bu sergide mekân kavramı odak mesele. Galeri mekânı da bir kutu formunda tasarlanmış hissi yaratıyor?

Yusuf Taktak: İşlerimi düzenlerken 1 hafta 10 gün galeride yalnız kalmak istedim. Tıpkı kutularımı düzenler gibi mekana hakim olup yerleştirecektim. Çok zorlandım.duvarların farklı renk ve tonlardan oluşması işlerin önüne geçme tehlikesiyle başbaşa hayal ettim. Bundan vazgeçip duvarları kendi haline bırakıp resimleri yerleştirdim. Zaten iki ve üç boyutlar yeteri kadar hareketlilik sağlıyordu. Kesin kararım şu oldu; tuvallerimi ve kutuları ayrı değil birlikte düzenleyecektim çünkü aynı anlayış, armoni, söylem söz konusuydu.

Ev kavramı özellikle pandemiden bu yana felsefenin, sanatın, sinemanın, edebiyatın da ilgi alanlarından biri. Kimi zaman tekinsizliği, kimi kez güven duygusunu temsil eden ev kavramına sizin yaklaşımınız nedir?

Yusuf Taktak: Benim, bilinen elamanlarım vardı : üçgen, dikilitaş, bisiklet gibi son işlerimde ev konstrüksiyonu eklenince biçimler çeşitlendi. Ev biçiminin devreye girmesi boşuna değildi : depremde kağıt gibi yıkılan evleri gördükçe hüznümün boyutlarını tahmin edemezsiniz. Zaten dikilitaşın tepesi bana ev yapısını çağrıştırıyordu ancak depremin acısıyla sahneye çıktı. Başka yanlarıyla ev, elbette yaşama mekanı, ya da tekinsizlikten başka bir alana sığınma içgüdüsü… bilemem!

Bisiklet ve zaman arasında nasıl bir bağdan söz edebiliriz?

Yusuf Taktak: Bana göre bisiklet biçimi doğrudan insanı, yaşamı ya da kısaca beni temsil ediyor. Hatta bunlar benim mühürüm demeye başladım. Resimlerin olamazsa olmazı, imza niyetine yerleştiriyorum. Bisiklet insan yaşamına benzemez mi? Geri dönüşü olmaması, enerjiniz bittiğinde yıkılmanız yani ölmek gibi.

Çadır ve dikilitaş neyi imliyor?

Yusuf Taktak: Müzisyenleri bolca başvurdukları laytmotif benzeri; üçgen, dikilitaş, bisiklet şimdilerde de ev ayrıntılarını yari geldikçe kullanıyorum. 2015’de Maçka Sanat’da açtığım sergide İstanbul’daki nişantaşlarını keşfetmiştim. Meğer 100 den fazla nişantaşı varmış sadece İstanbul’da. Bunlardan ikisi de Nişantaşı semtinde ve padişah Abdülmecit’in emriyle “burası çok havadar, kullarım yaşasınlar” deyip nişan taşı diktirmiş. Çıkış noktam ve çok önemsediğim Sultanahmet Meydanındaki dikilitaşı da belirtmeliyim. Kısaca, gerek dikilitaş gerekse nişantaşları dönemlerini ifade eder ve bir uygarlık göstergesidirler. Bir yandan da; göçebe Türk toplumunu ve grevlerdeki barınma aracı çadır ve onu izleyen yıllarda üçgen formu da mekanı anlatırlar.

Sergide yer alan işlerden biri de “Bir Dramın Düşündürdükleri”. Büyük acılar, felâketler sanatçıları da derinden etkiler kuşkusuz. Pandemi ve deprem felâketi resminize nasıl tezahür etti?

Yusuf Taktak: İşlerimde doğrudan resimsel anlatımdan kaçınmama karşın bu sergimin pandemi ve deprem felaketini yaşadığımız  acılara hiç değilse sözel paylaşımda bulunma yoluna gittim. Bir parça da resimleri yaptığım dönemi belgelemek niyeti ortaya çıktı. Oysa genel olarak düşüncem: sanat kendini ifade etmelidir. Zaten bu yoğun anlatımı birebir siyahlar, grilerle anlatma yönteminden sapıp kendiliğinden renkle buluştum. Bu durum isteyerek yaptığım bir şey değildir.

Kolaj, asamblaj yirminci yüzyıl sanatında devim etkisi yarattı. Günümüze dek hâlen güncelliğini koruyan bu akım hakkında neler söylemek istersiniz?

Yusuf Taktak: Bence, bugünün sanatını anlayabilmek için 20. Yüzyıl başına dönüp yani 1907 Kübizm yıllarına ve ardından 1916 Dada yıllarına bakmak gerekir. Bu durum sanat tarihinde bir devrimdir. Tıpkı Empresyonistlerin yarattığı radikal sanat bakışı gibi. İşte kolaj ve asemblaj ardında enstelasyonun sanat terimleri arasına girmesi çok şeyi değiştirdi. Bilhassa, güncel’in kolaj vasıtasıyla resimlerin içine girmesi “sanat tarihi geneldir, güncel değil” değerlendirmesini tepetaklak etti.

Biraz da Bedri Rahmi Eyüboğlu, Neşet Günal, Adnan Çoker’den ve akademiden bahsedelim. Adnan Çoker atölyesinde neler öğrendiniz? Yakın zamana kadar siz de ders verdiniz. Gençlerin sanata ilgisini nasıl gözlemliyorsunuz?

Yusuf Taktak: Akademideki öğrencilik yıllarının hocaları olan Eyuboğlu, Günal, Çoker, Altan gibi sanatımızın değerleriyle resim bölümü koridorlarında dolaşmak bile ayrıcalıktı benim için. Eğitim sırasında Çoker ve Altan hocaların çok desteğini aldım. Aynı şeyleri diğerleri için söyleyemeyeceğim. Öğrenci ayrımı yapılırdı. Uzun bir konu sözün kısası…

Gençlerin ilgisini görmemek mümkün değil. Niceliği artan güzel sanatlar fakültelerinin niteliği elbette tartışımalıdır. Başa dönmek olanaksız artık ! Bu çarpık eğitim düzenini restore etme ya da sil baştan sanat eğitimine yeniden bakmak gerekir. Yok olan genç yetenekleri düşündükçe uykularım kaçıyor…

Arşiviniz Salt Araştırma bünyesinde. Bu değerli arşivinizin hikâyesinden bahsede misiniz?

Yusuf Taktak: Ülkemizde müze olmadığı için, akademi öğrencilik yıllarında bu yana kitap alırım. İyi bir sanat kitaplığım var. Bir başka özelliğim de “atamama”… elime gelen her türlü sanatsal haberleri, katalogları biriktirdim. Atölye mekanım da hem kitapları hem de arşiv ile ilgili şeyleri tolamaya elverişli olduğu için kendiliğinden kitaplık ve Türk resim ve heykel sanatı arşivim ortaya çıktı. Yani; ben ne kütüphaneci ne de arşivciyim… sadece bir ressamın atölyesi böylesi bir içerikte olması gerekir diye düşünüyorum. Üniversitelerde çalıştığım yıllar ve sonrasında atölyemden ve SALT aracılığıyla dijital yöntemle araştırmacılara yardımcı olmaya çalışıyorum. Bu bilgi ve belgeleri keşfedip belleğe alınmasına yardımcı olan Vasıf Kortun’u da anmam gerekir.

Önceki İçerikThe Madcap’ten albüm öncesi yeni tekli: “Sole Survivor”
Sonraki İçerikTürkiye ve İtalya, EURO 2032’ye ev sahipliği yapacak
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments