Lazer Teknolojisi, kayıp kenti ortaya çıkardı

0
Kweneng’in haritada kapladığı alanın lazer görüntüsü. C: University of Witwatersrand

Lazer teknolojisi, Güney Afrika’da izleri çok az görülen yerleşim alanının sofistike ve gelişmiş bir metropol olduğunu ortaya koyuyor.

Kent terk edildiğinden beri görünür olan şeyler şunlardı: toprağın arasındaki kırık duvarlar, kuru otlarla kaplı bir höyük ve kurumuş bir nehre ait su yolu.

Ancak Prof. Kerim Sadr ve ekibine göre Kweneng’deki harabeler uzun zamandır kayıp bir şehrin sıradışı hikayesini bize anlatıyor.

Yeni lazer teknolojisi, Güney Afrika’nın ticari başkentinin yaklaşık 50 kilometre güneyinde bulunan Kweneng’in bir zamanlar yüzlerce hanesi, büyük toplanma yeri, duvarlar ardındaki çok sayıda aile evi ve hareketli pazarı ile gelişen bir metropol olduğunu ortaya koydu. Kent, ticareti düzenleyen; diğer benzer kent devletlerine karşı savaşlar yapan ve anlaşmazlıkları çözen krallar tarafından yönetiliyordu.

Keşifler, sadece kimilerinin hala Avrupalıların buradaki batı kıyılarını sömürgeleştirip iç bölgelere sürmeden önce buraların büyük ölçüde yerleşişmemiş alanlar olduğunu iddia ettiği Güney Afrika için önemli değil, tüm Afrika kıtası için önemli.

Geçtiğimiz 10 yılda araştırmacılar, Sahra Altı Afrika’sını, Avrupalılar tarafından “medeniyeti” bekleyen geniş bir çorak arazi olarak görüp onla ilgilenmeyen Batılı emperyalist ve tarihçilerin tamamen yanıldıklarını kesin olarak gösterdi.

Bunun yerine akademisyenler kentlerin ve Büyük Zimbabwe, Mali imparatorluğu, Benin krallığı gibi diğer medeniyetlerin zenginliklerini, güçlerini ve ileriliğini araştırdılar. Araştırmalar, Avrupalıların gelişinden çok önce, 15. yüzyıldan itibaren küresel ticari ve entellektüel değişim sistemlerinin parçası olan bir kıtayı da ortaya çıkardı.

Yeni bir araştırma dalgası daha da ileri giderek; karmaşık ticari, tarımsal ve kentsel gelişim katmanlarının ortaya çıkmasını sağladı.

Sömürge öncesi Afrika konusunda uzman olan Thomas Vernet-Habasque: “Şimdi anlıyoruz ki çok geniş bölgelerden ve ticaret bağlantılarından oluşan bir yerleşim ağı vardı. Bunların tek bir ana alanı yoktu ve geride sınırlı yazılı veya sözlü izler bıraktılar, bu yüzden de radarın altına girdiler.” diyor.

Kweneng; ilk Avrupalı ​​yerleşimciler gelmeden önce, yüzyıllar boyunca Tswana dilini konuşan halkların yerleşmiş olduğu şu anda Güney Afrika olan alanın, kuzey kesimlerdeki birçok büyük yerleşim yerinden biriydi. Bu yerleşim yerlerinin birçoğu 19. yüzyılın başındaki şiddetli kargaşada harap oldu, ama tamamen insansız kalmadı.

Kweneng’in varlığı onlarca yıldır bilinmekteydi, ancak yeni lazer teknolojisi onun gerçek boyutunu ortaya koydu. Lazer sistemi radar algılama sistemine benzer şekilde çalışıyor, ancak radyo dalgaları yerine sistem lazer titreşimleri gönderiyor. Bir bilgisayar daha sonra bu titreşimleri, arkeologların alanın geçmişte nasıl göründüğünü yeniden yapılandırabileceği yüksek çözünürlüklü bir görüntüye dönüştürüyor.

Kent, 20 metrekareye yayılan üç büyük mahalleye bölünmüş ve sığırların barındırılabileceği iki büyük taş duvarla çevrilmiş bir yer görünümünde.

Sadr, “İzlerini bulduğumuz 900 çiftlik evi ve arazisinde bir zamanlar birileri yaşamışsa, buradaki popülasyonun sayısı 20.000’e kadar ulaşmış olabilir; ancak bölgedeki diğer kentler kaynak gösterilirse bu sayı büyük ihtimalle 5.000 gibi bir rakamdı.” diyor.

Kentin kayda değer ilerilik düzeyine yönelik de kanıtlar var. Sadr, “Dört ya da beş temel düzeydeki yerel yönetim birimi ile birlikte muhtemelen yaşlarına göre düzenlenmiş, mahalli müşterek işler ve savaşlar için o anda  çağırabilecekleri alay birlikleri vardı. Önemli ölülerini duvarla çevirdikleri ve sığırlarını barındırdıkları merkezi alanların altına gömüyorlardı; fakat oldukça güçlü bir eşitlikçi gelenek vardı ve kral göze çarpmamak için zahmetlere katlanıyordı.” diyor.

Kweneng’in büyük bir metropol olarak günlerinin ne zaman sona erdiğine dair kesin bir tarih bulmak zor çünkü mevcut arkeolojik teknikler son birkaç on yıl içindekilere göre kesin değil. Ancak kentin son günleri korku  dolu ve şiddetli olabilir. Kent, Mfcane olarak bilinen kaotik çatışmaların veya Zulu krallığının daha güneydeki askeri genişlemesiyle tetiklenen büyük serpilişinin bir kurbanı olmuş olabilir.

Witwatersrand Üniversitesi’nden bir ekibin yaptığı bundan bir önceki kazıda, kentteki kasten yangınla yıkıldığı anlaşılan üç ev kazılmıştı. Evlerde sakinlerin acele içinde bıraktıkları düşünülen hayvan kemikleri, silahlar ve boncuklar gibi değerli eşyalar terk edilmişti.

Sadr, “Benim tahminim tüm kentin ağır hasar gördüğü yönünde. Buradaki soru işareti, kentin tamamen yok edilip edilmediğinde.” diyor.

Güney Afrika’da, bu tür sorular uzun zamandan beridir politik bir boyuta sahipti. 800 yıl önce muhteşem altın nesneler üretebilen Mapungubwe Ticaret Devletinin tarihi, Apartheid döneminde ırkçı yetkililer tarafından kasıtlı olarak gizlendi.

Avrupalılar tarafından iskan edilen toprakların yalnızca büyük bir Afrika medeniyetine ev sahipliği yapmakla kalmayıp; aynı zamanda sadece basit kol gücüne dayalı üretime uygun görülüp ilgilenilmeyen yerel nüfusun , sofistike sanatsal ürünler yapmaya da yetenekli olduğuna dair kanıtları gizlemek istediler.

Bir zamanlar Mapungubwe krallarının yetkisi altında küçük bir kasaba olduğu düşünülen Mapela’daki çalışmalar, yerleşimin önceden düşünülenden çok daha büyük olduğunu gösteriyor. Arkeologlar binlerce cam boncuk buldular. Bu onun gelişen bir ticaret merkezi olduğunu gösteriyor.

Mapela’daki kısımların kazısını gerçekleştiren Cape Town Üniversitesi’nden arkeolog Shadreck Chirikure: “Ticaret ağları çok karmaşık ve çarpıktı. Bakır külçe stillerindeki benzerlik, Orta Afrika ile Güney Afrika arasında bir ticaret ve değişimin olduğunu göstermektedir. Sömürge müdahaleleri her şeyden önce birbiriyle ilişkileri olan insanları bölen sınırların kurulmasını öngördü.” diyor.

Ülkedeki toprak mülkiyetinin ve buralardaki ikametin tarihi, bugün hala güçlü ve hassas bir konu olmayı sürdürüyor.

Kweneng, 18. yüzyılın ortalarında hala iskan gördüyse, yerel halkın iddia ettiği kentte ayakta kalan arazinin mülkiyetinin kendilerine ait oluşu iddiaları güçlenecek. Yerel cemiyetlerin, kendilerine ait olduğunu söyledikleri arazilerin geri verilmesine yönelik talepleri onlarca yıldır seriler halindeki davalarda engelleniyor.

Bu yeni bulgular, Güney Afrika’ya gelen ziyaretçilerin çevreyi anlama şeklini de değiştirmeye başlayabilir.

Araştırmacılar, turistler tarafından görüntülenen; hiç  el değmemiş ve “doğal” durumundaki “gerçek Afrika”nın temsil edildiği manzaraların hiç de böyle bir şey olmadığını belirtiyor. Afrika’nın Kruger Milli Parkı’nın büyük bir kısmında yaşayan topluluklar,  burası bir doğa rezervi olarak kurulduğunda zorla çıkarıldılar. Kıtanın büyük kısmına yayılan ünlü savanlar bile burada çalışan insanlar tarafından nispeten yerel halkın da yeni tanıştıkları çok sayıda bitki ekilerek işlenmişti.

Vernet Habesque, “Bizim ‘vahşi’ olarak gördüğümüz ortamlar hiç de vahşi değil.” diyor.

Gülten İmre / Arkeofili
Önceki İçerikYunanistan’da “üç ebeveynli çocuk” doğacak
Sonraki İçerikİstanbul’un yüzyıl sonrasını tasvir eden distopik öyküler: “İstanbul 2099”
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments