Mikro Evren Makro İnsan

"Yürürüz ama ayağımız takılır, burkulur, incinir, acır, bazen de düşeriz. Yolu ve yapanı suçlarız ama fark etmeyiz ki o yolu o hale getiren biziz, yani yürüdüğümüz yolu biz seçtik. Ve seçtiğimiz şekliyle devam ediyor."

0

Milyonlarca yıllık evrimin sonuna doğru gittiğimizi düşünüyorum. Mağaralardan çıkıp gökdelenlerde soluklanan neslimizin Mars’ta ya da Merkür’de ya da diğer gezegenlerde koloniler kurarak bu işi ayyuka çıkacağını düşünüyorum. Evet bir taraftan fiziki kanunların bilinmeyenlerini keşfedip onlarla oynarken ve son haddine kadar kullanırken diğer taraftan insan olmamızın ruhi ve duygusal boyutunu unutup hem insanlığı hem de kendimizi, en temel ihtiyaçlarımız arasına giren sevgi, şefkat, merhamet, anlaşılma, olduğumuz halimizle kabul edilme gibi hislerden, duygulardan ve erdemlerden mahrum bırakıyoruz. Fevkalade donanımlarla ve birbirinden oldukça farklı ve özel yazılımlarla dünyaya gelmiş olmamıza rağmen çoğumuz ne maddi alemde ne de ruhi boyutta sahip olduğu yeteneklerin bile farkına varmadan maalesef süresini doldurup gidiyor. Farkında olanlar ise ya maddi zeminde daha çok gelişmeyi seçiyor ya da ruhani boyutta ilerlemeyi. Bundan dolayıdır ki her iki tarafta birbirini anlamadan mahrum, birbirine acımasızca ve körü körüne saldırmaktan asla geri durmuyor. Maddi tarafta ilerleyen güruh diğerini cahillikle yaftalarken, ruhi zeminde yol alanlar diğer tarafı basiretsizlikle itham ediyor. Halbuki her iki kesimde birbirini anlamayan ve birbirini suçlu ilan eden iki kardeş gibidir. Çok sevdiğim bir yazar derki: “İnsanın dört zindanı vardır. İlki tabiat, ikincisi tarih, üçüncüsü toplum ve dördüncüsü ise insanın kendidir. İlk üç zindanın aşılması sonuncusuna göre kolaydır ama insanın kendini aşması, insanın kendi zindanından kendini çıkarması zor olanıdır.” Bunu söylerken de o kadar haklıdır ki doğayı dağları delerek, uçaklar uçurarak, gezegenler arasında yolculuk yaparak aştık, tarihi inceleyip tekrar ettiği yer de dur diyerek aştık, toplumu analiz ederek, ırklar arası etkileşimlerde bulunarak kültür, düşünce, fikir alışverişleri yaparak aştık ama kendimizi aşmak için ne yaptık? Hepsinde bir alış-veriş söz konusu iken kendimize gelince hangi alış-verişi yapacağız ve kiminle yapacağız. O yüzden insanın kendini aşması ve kabul etmesi Mars’ta koloni kurup yaşamaktan daha zordur. Ha imkânsız mı? Hayır değil ama zorlu ve uzun bir yol.

İnsan olarak birbirimizden esirgediğimiz bizi biz yapan, fiziki boyutta sadece hissedebildiğimiz ve varlığına derinden inandığımız sevgi, şefkat, merhamet, kabul etme, can kulağı ile dinleme gibi hisler, duygular, erdemler bizi kendimize götüren yolda yerinden çıkmış kaldırım taşları gibidirler. Yürürüz ama ayağımız takılır, burkulur, incinir, acır, bazen de düşeriz. Yolu ve yapanı suçlarız ama fark etmeyiz ki o yolu o hale getiren biziz, yani yürüdüğümüz yolu biz seçtik. Ve seçtiğimiz şekliyle devam ediyor. Bir an için durup kendimizi dinlediğimiz de yanlış giden şeylerin dışarıdan değil de içeriden kaynaklandığını anladığımız anda yolumuzu da düzeltiriz, ihtiyacımız olan tüm duyguları, hisleri, erdemleri de kabul edip hem maddi zeminde hem de ruhi zeminde içten gelen huzurla ilerleriz. Kendimiz tam anlamıyla kabul ettiğimiz andan sonra artık tüm insanlık biz olur bizde tüm insanlık. Hiç ama hiç tanımadığımız bir insan görünce neye ihtiyacı olduğunu anlar ve gayet tabi bir şekilde onu doyururuz ve bunu yaparken de bir an bile duraksamadan yaparız.

Makro boyutta Mars’ta koloniler kurmak demek mikro boyutta farklı bir insanla samimi içten olduğumuz halimizle kucaklaşmak demektir. Aslında hepimizi uzaydaki gezegenler yıldızlar olarak düşünürsek hepimizin ışığı hiçbirimizin ışığını söndürmez aksine destekler ve ortaya göz kamaştırıcı derece muhteşem ötesi bir ahenk çıkar. Beden giysisinden sıyrılıp ışık formumuzda olağan üstü denge ve uyum içinde hepimiz kendimiz oluruz. Bu derin uyanış maddi aleme yansır ve yeni buluşlar yaparak tezahürünü gerçekleştiririz. Bu denge kurulduğu anda harikulade olarak nitelendirebileceğimiz bilinç sıçramaları gerçekleşir. İçimizdeki ışık önce bizi sonra tüm evreni kapsayacak kadar güçlü, kuvvetli ve özel. Hepimizin en içten ona ulaşmaya çalıştığı, frekanslarımızın değiştiği bu zamanlarda birbirimizi bulmak ve anlamak ümidiyle.

İlknur Kayacan
Önceki İçerikNarda Afrika’dan kaotik bir aşk hikayesi: “7 Dakika”
Sonraki İçerikSedef İlgiç: “İki şehir birçok açıdan temsil niteliği taşıyor”
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments