Kelebekler ve Lennon’lar

"Ve Beatles. Tam tabiriyle The Beatles… 1960’ta kurulan grup… Ee?.. Ee’si; 1970’teki dağılışına kadar birçok badireler atlatmış… Ee?.. Ee’si; 10 yıllık kelebek ömrüne sığdırdıkça sığdırmış, tıkıştırdıkça tıkıştırmıştır."

0

Ne zor şeydir, birine “Geçirdiğin en güzel yıllar hangileriydi?” diye sormak. Hele ki 3 yaşındaysa sorduğun şahsiyet. Dönüp dönüp her seferinde aynı şeyleri söyler zaman yolculuğundan her inişinde: “Komik olduğunu mu sanıyorsun?”

Hayır, hiç de sanmıyorum. Kelebek ömürlere bile, herkese ve her şeye sorulabilir bu soru: Geçirdiğin en güzel yıllar hangileriydi?.. Olanca boktanlığıyla alırsın yanıtını sonra da: Ne boktan bir soru bu böyle!

Sonra bana “Ruhunu kime sattın?” diye soruyor. Yanıtını da gayet iyi biliyor üstelik: “En az Tanrı kadar inanmadığım bir naçizaneye,” diyorum hiç düşünmeden. “Şeytan mı?” diye devam ediyor hiç sektirmeden.

Sürüp gidiyor sonu gelmez soru – cevap diyalogları; iyiliklerini Tanrı yanılsamasına, kötülüklerini de şeytan yanılsamasına yükledikçe yükleyen insan atmıklarının. Yarattığı Tanrı imgesi için mütemadiyen “Ulan, ya varsa; ulan, ya yoksa?” ikilemi ve ikiyüzlülüğünde volta atan insan doğası istediğini elde etme yolunda hiçbir engel tanımıyor; tanımaya da niyeti yok. Hiçbir halta inanmayan ve hiçbir inancı olmayan üst bilinçleri ayıklamak çok kolay görünüyor; sayıları çok az ne de olsa. Ama yok öyle yağma, yok öyle kolay lokma!

İnanmıyoruz, inanmadık, inanmayacağız. Öyle değil mi; 40’ını deviremeden New York’un göbeğinde paslı mı paslı bir kurşuna kurban giden John Lennon? Öyle değil mi?..

1940’ta Liverpool’ da doğar John Lennon. Üç yaşına geldiğinde, alfabedeki yedi notaya ezbere çığırabilmekte, incelip kalınlaşan ve bir sakız gibi sünen diğerlerini de gelecekte icra eyleyeceği besteleri besleyebilmek için zulaya atmaktadır…

Geçiniz hayatları… Geçiniz araya sıkışanları.

Kelebek bir ömür olmasa da, pek de uzun sayılmaz 40 yıllık bir ömür. Sağ olsaydı kendisine soracağımız… Hayır, kendisine soracağımız hiçbir şey olmazdı kesinlikle… Soracaklar, şuradan buyurabilir; o ayrı.

Ve Beatles. Tam tabiriyle The Beatles… 1960’ta kurulan grup… Ee?.. Ee’si; 1970’teki dağılışına kadar birçok badireler atlatmış… Ee?.. Ee’si; 10 yıllık kelebek ömrüne sığdırdıkça sığdırmış, tıkıştırdıkça tıkıştırmıştır.

Dağılmasaydı, neler sorardık The Beatles’a?.. Umurumuzda mı?… Elbette ki hayır.

Geçmiş güzeldir; orada bırakın. Bırakmasanız da kendiliğinden inecektir zaten, bokuna kadar saplandığınız zaman makinesinden. Zamanı sıkıştırmak da sündürmek de bizim elimizde.

Evet, 1940’ta doğar John Lennon. 9 Ekim, Terazi Burcu, Brileşik Krallık ve Liverpool da ayrıntılarıdır olayın. İlk gençlik demlerinde önce Paul McCartney, sonra da George Harrison’la ve Ringo Star’la tanışıp, The Betles’ı kurarlar. Sene 1960’tır ve Soğuk Savaş ve cadı avlarıyla bezeli 1950’ler geride kalmıştır.

Peki, ya kelebek ömürler; onlar da mı geride kalmış, silinip ve unutulup gitmişlerdir?… Asla!

Evet, Pandora’nın kutusu açılsın, dökülsün bakalım kelebek ömürler: Janis Joplin, Jimi Hendrix ve Jim Morrison; bir adım öne çıkın!.. Oturun, Yirmi yedi. Kurt Cobain ve Amy Winehouse; sizler de yirmi yedi. Orhan Veli Kanık, otuz altı. Boris Vian, otuz dokuz. Edgar Allan Poe ve John Lennon; sizler de oturun, kırk… Tanrı’nın ve ardıllarının berbat ötesi ders ve notlandırma anlayışı tüm hızıyla devam ediyor ne de olsa; evrenin ve hayat skalası ömürlerin alayı da sadece ve sadece taşak geçilme sekanslarına sıkışmaktan kendini alamıyor.

Gezegene acayip izler bırakan insanların çoğu erkenden ayrılıp gitmişler nedense. Yılmadan ve durmadan eylemlerini eyleyip gitmişler kesinlikle. Arkalarında muhteşem kırıntılar ve ihtişamlar bırakarak tabii…

Mesela “Bol bol sevişin; siktir edin savaşı!” düsturlu çiçek çocuklarını Beat Akımı yazarlarıyla birlikte en çok etkileyen yazarlardan biri olmuş Boris Vian. Kendilerine uzanan namlulara çiçek sokan eller her fırsatta Boris Vian’ın kitaplarını doğrultmuşlar dünyaya, barış dolu bakan gözlerle.

Boris Vian “Mezarlarınıza tüküreceğim!”, “Derilerinizi yolacağım!”, “Ruhunuza sıçıp, boklarla sıvayacağım benliğinizi!” derken ne kadar samimiyse, aynı şekilde “Hiçbir haltınıza inanmıyorum!” derken o kadar samimidir John Lennon. İnandığı tek şey müstakbel -ruh- eşi Yoko Ono olmuş, o da ne yazık ki The Beatles gibi mükemmel bir grubun dağılmasına zemin hazırlamıştır.

Enteresan bir şehirdir Liverpool. John Lennon’ın ve The Beatles’ın doğduğu, biz uzak diyarlarınsa özellikle 70’lerdeki Avrupa çapındaki başarılarıyla göz dolduran futbol takımıyla benimseyip sevdiğimiz bir liman ve emekçi kentidir Liverpool. Daha bebek yaştayken boşanan ebeveynlerinden ayrı düşen ve teyzesine sığınmak zorunda kalan John Lennon’ı ve diğer Beatles’daşları Paul McCartney, George Harrisson ve Ringo Star’ı dünyaya getiren şehirdir Liverpool.

Kurulduktan kısa bir süre sonra ülke çapında ünlenen grup çok geçmeden çıktıkları ABD turnesinde sesini tüm dünyaya duyurmuş, evrensel bir üne kavuşmuştur. Sonrası malum zaten: 70’lerin ilk nefesinde dağılana kadar rock müziğinin öncüsü olarak diğer başrol oyuncularını ve peşinden gelen ardıllarını en çok etkileyen grup olmuştur. Adının her zaman en tepede anılmasının en büyük nedeni de bu kalıcı etkidir işte.

John Lennon ve izleri… Kendisini en çok özgün yapan şey -ki bunu sadece müzikle ve müstakbel kolu rock’la sınırlandırmamak gerek – nihilist yaşam felsefesidir. Gerek çocukluğunun ilk evrelerini yeşerten İkinci Dünya Savaşı yılları gerekse daha bebek yaşta maruz kaldığı ailesel hezeyanları onu varoluşçuların dünyaya açılan pencere önlerine itmiş, insan denen boktanlığı ve gezegeni sürüklediği ölümcül lağım çukurlarını anında algılamasını sağlamıştır. Ona göre insan sürekli yıkan ve asla onmaz bir yaratıktır. Özü de varlığı da doğuştan kirli olan hasta bir ruhtur. Bu bakış açısı tüm müzik evrenini sarmış ve yaptığı tüm bestelerde kendini belirgin bir şekilde hissettirmiştir.

Önce God’da, Tanrı’dan Beatles’a kadar hiçbir şeye inanmadığını, tek gerçekliğin kendisi ve ruh eşi Yoko olduğunu söyleyen Lennon, bir yıl sonrasında Imagine’da İnsanın ancak din ve Tanrı kavramlarını yok ederek huzura ve barışa erebileceğini söyler. Hiççiliği pelesenk ettiği nihilist söylemlerin yerini barışın ve huzurun odak noktasını aldığı umut söylemleri almış gibi görünse de, çağdaşı çiçek çocukları ve tüm varoluşçular gibi, insanın olduğu yerde umut olamayacağını çok geçmeden kendisi de anlayacaktır.

Soy devam ettirme içgüdüsü şayet bir haksa, bu hak sadece evrimsel süreçte doğasını, doğallığını ve doğayı bozmadan bugünlere gelebilmiş canlılara ait olabilmeli; yani insan dışındaki tüm canlılara. Ve elbette ki bir umut varsa gezegene dair, insanın yer almadığı bir perspektifte yeşermiş olmalı. Ve bunların alayı, doğanın bile isteye bizden uzak tuttuğu, bizim asla erişip göremeyeceğimiz yerler olmalı.

Evet, kelebek kadar kısa ve yoğun yaşanmalı ömürler. Ve kendisine neden saygı duyulduğunun her daim bilincinde olmalı kelebek ömürler. Ne yazık ki, ne böyle bir skala var ne de bunu ayarlayan bir düzenek. Doğuyoruz ve geberene kadar savruldukça savruluyoruz.

Özetle, “Hiçbir şeyinize inanmıyorum; ne Tanrı’nıza ne de tanrılaştırdıklarınıza…” dediği God adlı bestesinde inançsızlığının dipsizliğine dair bir liste sunar Lennon… “Sadece kendime, Yoko’ya ve gerçekliğe inanıyorum; rüya bitti ve gözüm açıldı artık.” diye tamamlar sözlerini.

Albüme de adını veren Imagine adlı parçasındaysa, Açgözlülüğün ve hırsın olmadığı, sınırların ortadan kalktığı, insanların din, dogma, mülkiyet, vatan gibi şişirme değerlerle canından olmadığı, sistemin pençesinden kurtulan varoluşların barış içerisinde yaşadığı bir dünya hayal ederken tam bir haymatlos kimliği çizer Lennon. Tıpkı diğer çiçek çocuğudaşları gibi, gereksiz paçavralarından kurtulmuş çırılçıplak bir bedenden fışkıran, sınırları hiçliğe fırlatmış özgür bir ruh bilinciyle dolup taşar parça boyunca.

Böyle muhteşem besteleri yapmak ne kadar sürmüştür bilinmez ama, günümüzden çok sonrasında bile kalıcılığını sürdürmeye devam edeceği kesin. Klasik müzik dehalarının asırlar sonra günümüzde aynı etkiyle dinleniyor oluşları ve hatta ölümsüz oluşları da bu yüzden işte. Ömrün kendisi kelebek olsa da, düşünce enerjisinden çıkanlar pekâlâ da silinmez izler bırakabiliyor.

Working Class Hero. Yine John Lennon tarafından işçi sınıfı üzerinden sisteme fırlatılan bir ağıttır. Doğduğu andan itibaren sisteme paçasını kaptıran insan gerçeğinin ulu orta sergilenişidir. Sistem tarafından hayatına bekçi tayin edilen prototiplerce kapana kıstırılan ve tam bir kâbusa dönüşen yaşamının iplerini tutmasına asla izin verilmeyen bir kukla tasvir edilir şarkı boyunca.  Kendisinden her daim ideal bir prototip, yani kukla olması beklenen insan doğası aymayı ve uyanmayı asla beceremeyecektir. Zaten ayan ve uyananlar da sistemce anında bertaraf edilecek ve yok olacaklardır. Toplum denen yaşayan ölülerden kurulu leş yığını her zaman farklı olandan korkar ve her fırsatta onu sindirmeye ve yok etmeye çalışır. Sistemin özümüze kakaladığı en büyük gerçeklik de budur. 

60’ların sonuna doğru gittikleri Amerika turnesinde Lennon’ın ağzından dökülen “Beatles şu anda İsa’dan daha popüler,” sözleri muhafazakâr kesimin kaçınılmaz bir şekilde kudurmasına neden olmuş ve bağnazlığın oklarını önce Lennon’ın, sonra da Beatles üzerine çekmiştir. Bir yanda anlık ve asla hatırlanmayacak, silinip gidecek şiddet yüklü bağnaz bir tavır, öte yanda yaptığı hiçbir beste insanlık tarihinden asla silinmeyecek dev bir yetenek ve grubu…  

Evet, nedir kelebek ömürler ve o ömürlerden fışkıran ve tarihe kazınan izler? 

Müzik sen nelere kadirsin? 

İsa öldü, Nietzsche’nin tabiriyle de Tanrı da öldü… Ama bir yolunu bulursun sen yine be insan… “Yaşasın yeni İsa… Yaşasın Yeni Tanrı!” nidalarıyla yeri göğü inlete inlete yeni yeni İsalar, yeni yeni tanrılar yaratmaya devam edersin… yılmadan usanmadan. İşin gücün ne ki hem?!. Din, dogma ve bağnazlıkla örülü kafatasında farkındalığa, uyanmaya, barışa ve insanlığa ne zaman yer oldu ki?.. Lanetin ve lanetinle bezeli bu kısırdöngün, ölümsüz eserlerinin en ölümsüzü belki de. 

“Lennon’sal diğer parçalara da bakalım mı?” 

“Çok uzar bu iş be!” 

“Haklısın.” 

“Peki ya Yesterday?” 

“Olmaz. Olamaz.” 

“Neden?” 

“Altında Paul McCartney imzası var da ondan.” 

“Let It Be” olsun o zaman. 

“Olmaz.” 

“Neden neden neden?.. 

“İmzasal ve aynı nedenler.” 

Ve 1980. Biz zavallılara doğrudan 12 Eylül lanetini ve baş mimarları Kenan Evren ve cuntasını hatırlatsa da, John Lennon’ın saçma sapan bir şekilde öldürüldüğü yıldır da aynı zamanda 1980. Grup dağıldıktan sonra New York’ta yaşayan John Lennon’ın başta Vietnam olmak üzere savaş karşıtı fikirleri, Amerikan yönetimince komünizm propagandası olarak algılanmış ve her fırsatta ülkede istenmeyen adam ilan edilmiştir. Nixon ve onu takip eden Amerikan başkanları; olanca yolsuzlukları, adaletsizlikleri, faşizm ve emperyalizmleriyle ülkenin ve hatta gezegenin geniş bir bölümünün anasını ağlattıkları yetmezmiş gibi, insanlığın, adaletin ve barışın timsali olan böylesi güçlü sesleri kesmeyi kendilerine görev edinmişlerdir. Ne tuhaftır ki, arka bahçeleri olarak gördükleri ve parmağında oynattıkları pek çok Güney Amerika ülkesinde, hatta okyanusun diğer yakasındaki Türkiye gibi geri kalmış uydularında da durum hiç farklı değildir. Aslında tuhaf olmaktan ziyade, son derece normal bir durumdur bu. Kapitalist sistemi neredeyse tekeline almış bu süper güç, ta 1912’lerde kafasında filizlendirdiği “Tek Dünya Devleti“ rüyasının en önemli adımlarını tam da bu dönemde atmaya başlamıştır. Arjantin ve Şili’de başlattıkları ve baştan sona istedikleri gibi sonuçlanan darbe girişimlerini Türkiye’de de devam ettirmişlerdir. Ters tepen ve ağızlarının payını aldıkları tek yer ise Küba olmuştur. 

John Lennon’ın hayatının dökümünü yaparken siyasete dalmamak olmazdı; yapılan, parmak basmaktan öteye geçemese de. 9 Ekim 1940’ta başlayıp, 8 Aralık 1980’de sonlanan hayatını ve müziğinin neredeyse tamamını varoluşçuluk felsefesine dayalı siyasi ve dünya görüşü şekillendirmiş; müstakbel beyni yaptığı hemen her bestede, sistemin pençesinde yitip giden insan gerçeğini dile getirirken, barış ve insanlıkla dolu bir ütopyanın hayalini sürmekten de geri durmamıştır.

Önceki İçerikSanatın milyon dolarları yavaştan dijital platforma kaymaya başladı
Sonraki İçerik6. Attilâ İlhan Edebiyat Ödülleri’ne başvurular başladı
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments