Ressam Derya Ahmetbeyoğlu: “İçe dönmeyi hedeflediğiniz zaman abartıdan, uzaklaşmak zorundasınız.”

"Görsel sanatlar, öğrenmenin sınırının olmadığı bir alan. Okuyorum, izliyorum, öğreniyorum. İnanılmaz zengin bir dünya."

0

NouvArt’da sevgili ressam Derya Ahmetbeyoğlu ile birlikte oldukça akıcı ve samimi bir söyleşi gerçekleştirdik. Kendisiyle tanışmak ve sorularımın cevaplarını tatlı bir sohbet, bir güler yüz eşliğinde almak benim için çok heyecanlıydı.

Sanatçılarla olan söyleşilerimde; bir eserin yaratım sürecinin hem yaratıcısı hem de tanığı olarak ressamları anlamak, bana evreni anlamlandırmada ışık tutuyor. Bu bilgilerin ışığını sizinle paylaşmaktan da ayrıca keyif alıyorum.

1984 Trabzon doğumlu ressam Derya Ahmetbeyoğlu, kariyerine Fen bilgisi öğretmeni olarak başlamıştır. Çeşitli kurumlarda öğretmenlik yaptıktan sonra hayatında yaşadığı bir kırılma noktasıyla sanatta uzmanlaşmaya yönelmiş ve işi mutfağında öğrenmek adına akademik olarak görsel sanatlar eğitimi almaya karar vermiştir. Derya Ahmetbeyoğlu, çocukluğundan o güne dek resim çizmenin onun için bambaşka bir dünya olduğunu söylüyor. Kendisi uzmanlaşmaya karar verdikten sonra Karadeniz Teknik Üniversitesine birinci sıradan yerleştiği gibi yine birincilikle mezun olmuştur. Üniversitede gösterdiği başarıya bakarsak doğuştan yetenekli olduğu kadar kendisini sanat tarihi ve görsel-teknik konularda da yetiştirmiş, bilgili ve yaptığı işte tutkulu bir sanatçı.

Ayrıca kendisin şu anda devam eden ve yakında açılacak olan bir sergide yer alan tablolarının duyurusunu söyleşinin sonunda inceleyebilirsiniz.

– İlk sorumla başlıyorum, Alanında uzmanlaşmak istemen hakkında konuşmak isterim. Ayrıca öğrencilere güzel sanatlarda akademik başarıyı yakalayabilmeleri için önerilerin var mı?

Deya Ahmetbeyoğlu: Görsel sanatlar, öğrenmenin sınırının olmadığı bir alan. Okuyorum, izliyorum, öğreniyorum. İnanılmaz zengin bir dünya. Dışarıdan bakıldığında evet renkler, harmoni, her şey çok güzel; harika bir görsel şölen ama işin içine girdiğinde sanat tarihi, akımlar, felsefeler, fikirler gibi çok başka zenginliklerle karşılaştım. Çok heyecan verici bir evren. Yaptığım şey ne olursa olsun hep mükemmelin arayışında oldum. Resim de derinleştikçe yeni kapıların açıldığı çok dinamik bir öğrenme yolculuğu, müthiş bir beslenme süreci oldu benim için. Okumayı, bir şeyler izlemeyi çok severim. Bugün de olabildiğince kendimi beslemeye devam ediyorum. Başarı için önerimse tamamen yaptığın işi sevmekle alakalı, alanın ne olursa olsun. Bir şeyi severek yapmak çok başka yerlere taşıyor insanı. Öğrencilik hayatında birçok şey deniyorsunuz ki öğrencilik her şeyi denemek için çok müsait bir zaman dilimi. Mutlaka çok şey deneyimlesinler. Ben de bir güzel sanatlar öğrencisi olarak yıl boyunca çok şey denedim, “Hangisini en çok severim?” bunun derdindeydim. Bu tamamen kendini tanımakla alakalı bir yol, kişi kendini keşfetmeli en azından bu yolda olmalı ki sanat bu keşif sürecinin en iyi yollarından biri. Ben, beni en çok ben yapacak şeyi aradım, geldiğim noktada deneyimlediklerim sayesinde “Tamam, yol bu olmalı.” diyebildim.

– Sanatsal alanlarda akademik eğitimlerin yaratıcılığı öldürdüğü gibi bir algı var. Bu konuda tecrüben nedir? Bazen içinden gelen bir dokunuşu bilginin engellediği, hayır bu böyle olmalı diyerek çizdiklerin oluyor mu? Öğrendikçe işler biraz zorlaşıyor sanki…

D.A.: Aslında bakış açısıyla alakalı. Dokunulmamış olmak, bir alanda çok fazla etki altında kalmadan sadece yaratıcılığınla, kendi ilhamınla yol almanın da tadı ayrıdır tabi. Alaylı olan çok kıymetli sanatçılar var. Ama işin içine girip öğrendiğinde, seni bir şeylerin zorladığını hissederek onların itici gücüyle harekete geçebiliyorsun. O da seni başka bir alana taşıyor. Dediğin gibi aslında öğrendikçe zorlaşmaya başlıyor. Ne kadar şey bilirsen o kadar onlara bağlı kalma, doğru olanı yapayım şartlanması biraz paçandan tutup çekiştirebilir tabi. Ama ben hep, her öğrendiğim bana bir şey katıyor, bakış açımı zenginleştiriyor açısından bakıyorum duruma. Derinleşmeye çabalıyorum. Avantajları ve dezavantajları da var ancak avantajlar cephesinden bakmayı tercih ediyorum. Her zaman derinleşmekten yanayım, benim için tadı başka.

– Çizdiğin portrelerin çoğu büyük ihtimalle özellikle birine ait değil, çoğu da kadın figürler. Bu figürler senin içinden temsiller mi? Hayal dünyanda bu figürlerin yerini, ortaya çıkışlarını merak ediyorum.

D.A: Bunu yakalaman çok hoşuma gitti, birer karakter değiller. Yaptıkça şekillenen figürler, portreler. Süreç dinamik bir şekilde kendinden şekilleniyor. O anki çalışmamın seyriyle alakalı sorular geldiğinde genellikle “Bilmiyorum.” diyorum. Kendimi o dinamik sürece bırakıyorum. O, gidilmesi gereken yere beni götürüyor.

– Resim, kendini gerçekleştiriyor bir yerde…

D.A.: Kesinlikle, ben izleyici konumuna düşüyorum zaten. Karşısında yaratıcısından, o rolden çıkıp izlediğim, bakıştığım portrelerim oluyor. “Sen kimsin?” diye sorguladığım da çok oluyor. İzleyici konumundan baktığımda aşinalık arıyorum. Kadın özelinde çalışıyorum ama temam insan. Kadın olması benim bildiğim, daha tanıdığım, vakıf olduğum için belki de.

– Aslında kadının, bir yin enerjinin somut tezahürü olarak duyguları, iç dünyalarımızı erkek figürlerden daha çok temsil ediyor olması çok doğal. Tabi ne kadar bir zihin kalıbı da olsa, genel olarak buna aşinayız.

D.A.: Biraz ben de böyle düşünüyorum. Çok mu kendi penceremden bakmış oluyorum emin değilim ama ben kadını biliyorum. İnsanın en rahat hareket alanı bildiği yerdir. Ben de bu yüzden kadını merkeze alarak insanı anlatma çabasındayım. İnsanın içe dönmesi, öz olana varma, içindekine ulaşma çabası… Bunu kadınlarda daha çok gözlemledim diyebilirim. İzleyici bir resmimin karşısına geçtiğinde, figürün yüzündeki ifadede, ufak minimalist bir bakışta, belki duruş açısında ne hissediyor? Bu beni heyecanlandırıyor. Çünkü çok hayatın içinden şeyler, biriyle bir göz teması yakaladığında ondan bir şey alıyorsun. Ya da duruşundan bir anlam çıkarabiliyorsun, ruh halini yansıtıyor. Bizler iç dünyamızı izlediğimiz şeylerin aynasında keşfedebiliyoruz. Kısacası, sürecin sonunda izleyici baktığında bir şeyler bulabiliyor, hissedebiliyor mu? Benim için önemli olan bu.

– Bugüne dek senin için en özel çalışman hangisi oldu?

D.A.: Klişeye düşmeden cevaplamak zor, bütün resimlerimi ayrı ayrı seviyorum hepsi kıymetli benim için: ) Ama bazısında başka anlamlar yüklü olduğu için yeri daha başka olabiliyor. Yeşil kazağını burnuna çekmiş bir kadın figürüm var. Hatta daha sonra farklı bir kompozisyonla tekrar yorumladığım da bir resim. Dönütler önemli benim için, bir izleyici olarak hem bana hem de genel izleyicisine yoğun hissettiren bir resim. Kişinin belki o anki psikolojisi belki deneyimlediklerinden dolayı kendi gördüğü şekliyle resmi yorumlaması benim için çok kıymetli. Bu beni besleyen şeylerden bir tanesi.

– O figür gerçekten çok etkileyici. Bakışlarından ayıramıyoruz bir süre bakışlarımızı. Hissi tanımaya çalışıyoruz. Biraz donuk da geliyor. Ayrıca tablolarında en dikkatimi çeken şey de küçük hareketlerle derin duyguları yansıtabilmen.

D.A.: Evet, sanatta “Az, çoktur.” mottosunu seviyorum. Çıkış noktalarımdan biri bu. Çok az şeyi ortaya koyup çok fazla şeyi anlatmak çok cazip geliyor. Bu benim hayatımda da, resimlerimde de var. Ne varsa içimizde zaten asla saklayamıyoruz, ister istemez resme dökülen şeyler de onlar. Tablolarımda öyle büyük hareketler, abartılı ifadeler yok, muhtemelen de olmaz. Çünkü ben o değilim. Aslında minimalist hareketlerin sebebi, içe dönüş temasını işliyor olmam. İçe dönmeyi hedeflediğiniz zaman abartıdan, büyük hareketlerden uzaklaşmak zorundasınızdır. Kaçınılmaz bir gereklilik bu benim için.

– Sipariş üzerine portre çizdiğin oluyor. Bu nasıl bir deneyim, süreç? Karşında hazır bir figürün olması seni kısıtlanmış hissettiriyor mu? 

D.A.: Biraz çatışmalı bir şey bu. Bir kompozisyonu kendim oluşturup arzuladığım şey üzerinden hareket etmem çok başka, bir insanın beklentisini bu noktada karşılamak için yola çıkmak çok başka bir şey. Mutlaka yine yorumumu yapmak zorundayım, işin bir parçası o. Sanatsal bir yolculuk için bu zaten şart ama bağlı kalmak zorunda olduğum formlar, renkler vs de var. Haliyle daha dar alanda, daha az esnek hareketlerle yorumlamaya çalışıyorum. Kişinin karakteri çok önemli oluyor, her ne kadar üzerine çalıştığım resimlerimde bundan sıyrılmaya çalışsam da birinin beklentisiyle resim yaptığımda o denli özgür hareket etme lüksünü bir kenara kaldırıp ister istemez karaktere odaklanmak zorundayım. Çalışma öncesi bol bol eskiz yapıyorum. Aşina olmaya çalışıyorum aslında; karakteri tanımaya, çözümlemeye çalışıyorum. Misal göz çok önemli karakteri yansıtmada, belki onlarca kez sadece gözleri etüt ediyorum.

– Haklısın, ressam için resimleri içinde ne varsa nasıl dışarı onu yansıtıyorsa insanın bakışları da öyle. İçinde ne varsa onu gösteriyor, saklayamıyor. Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederim. Sorularım bu kadar.

D.A.: Ben teşekkür ederim. Hem güler yüzün samimiyetin, hem de güzel soruların için.

Önceki İçerikOnAir Sahne’den 3. yılında compilation albüm
Sonraki İçerikMelisa Karakurt’tan yeni tekli: “Herkes Kendine Gidince”
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments