Yaz ya da Yaşa

0

Hızlı yaşa… Hızlı yaz…

Niye ki? Hızla bir şeyler kus diye mi?

Çok soru sorma; sadece yaşa ve yaz. Yaz ve de yaşa. Hapşır, çok yaşa. Çek şimdi elini ağzından; konuş benle. Dökül bakalım…

İpini göremediğiniz şaklamalar ardında tüm şartlanmalar. Birileri savuruyor, siz kuzuya dönüyorsunuz. Ve çok alışıla gelmiş döktürüyorsunuz. Konu önemli değil. Sonu hiç önemli değil. Arada bağlamalar, yer yer kopukluklar oluyor. Ama hayat da yazı da devam ediyor. İkisi de bok yoluna gidiyor. Nasıl etmesin, nasıl gitmesin?

Yürüyen siz değil de merdiven olsaydı ve size binseydi, size yürüyen adam diyecek kadar tek tip olmaya devam ederlerdi. En azından yürümelerin sonu gelene dek.

Hayat da yazı da bitince elbette gelecek sonu, o pati salınımlarının. Bitene kadar en azından tadını çıkarmak… Neyin tadını be! Neyin tadını! Canımız, leşimiz çıktı 6,5 milyon yıldır!

Onu da yürüyemeyenler, yürüdüğünü ve aradığını bulamayanlar var; söylenebilecek en berbat şeyler olsa gerek! Şükret ki genç kalasın, zinde ve güvende olasın. Götünden giren güven beynine ulaşana dek, sen emin ellerde boğulasın. “Umduğunu değil, bulduğunu ye!” avuntusu, üzerine bir de yoksa oyarlar korkusu!

Sabah olmak üzere. Yeni değil ama yine bir din ufuktan güneş gösterip sol vuruyor. Hadi, korkmayan kalmasın!

Her dokunduğunuz şeyin ardından ruhsal bir arınma için, tereddütsüz ve rötarsız el yıkamak gerekiyor. Son olarak suya dokunduğunuz için de onu arındıracak yeni sular sırada bekliyor; hoş geldin sonsuzluk ve likit kıvamında börtü böcek paradoks.

Müziği hayatından eksik etme. Hatta müziğin hayatına, “eksik olma evladım, su gibi ömürler versin Tanrı ve programlayıcısı,” diyecek kıvama gelsin. Sen sus, aletin şakısın…

Ve ırk’ma, ayrış’ma… insan ol biraz!

Elinde fincanla gelen karı-kocanın koca kısmını uzaklaştırdım az önce. Defin ve de def ettim. Yüzüne kapı ve gerçek zulası çarptım.

Karı-koca arasına girilmez; iğrenç bir iletişim ve seks döngüsü olur zira. Biçimsiz olur, cıs olur. Algılarımız feci duyarlı ve estetik ya, biçimsellik yanaşınca bi’ tarafına zar zar ötüyor. Gelişimimize evrim bile ayak uyduramıyor. Işıktan hâllice hızını geçmezsek, gölgemizden önce ateş etmezsek ne olalım!

Keşke ipe sapa gelmez birkaç kelamın yanında, olmadık fallarla doldursaydım fincanı; boş göndermeseydim boktan ikilinin koca kısmını. Ve hayvanların korkunç Koca Ayak öykülerini anlatsaydım ona.

Olacak iş değil, şimdi de karı kısmı teşrif etti, iki ucu boklu değneğin… Ağzında sigara, çekip çekip “Kocama n’aptın lan öyle!” deyip duruyor. Dumanlarsa hep bir ağızdan ağzımdan girip götümden çıkıyorlar. Tünel müdavimi araçlar gibiler ve bağırsakları geçerken burun tıkıyorlar. O derece uyumlu, o derece kaossallar!

Kaossal da nedir be? Yakıştı mı hiç oraya? Kaotik desen, hadi neyse! Bunu kendime sorsam da, kadın sorusuna bir yanıt olarak algılıyor ve iki büklüm bir pistol gibi evine geri tepiyor…

Şimdi sıra kocada. Ne sırası derseniz; gelme sırası derim, başka da bir şey demem. Biteviye hayatım yeterince biteviye değilmiş gibi, tüm hayatım bu iki mundardan ibaret artık. Tarihin gördüğü en salak kombinasyon! İkili ve de ikilemlerden; biri gir, diğeri “nesine gireyim”lerden ibaret. Sürekli ve yılmadan gelip gidiyorlar; arada bir de fırlayan çocuk mahsullerini topluyorlar.

Kapıyı çalışı farklı bu sef… Olur mu lan, ne farklısı! Aynı kapı, aynı hamam, aynı zil. Farklı olan tek şey, kapının ardında bu sefer merdaneyle (oklava dolaylarından değil, çamaşır makinesi dolaylarından) bekliyor oluşum. Şiddete karşı olduğumdan, üzerine sinen yılların sırılsıklam aşkını merdaneden geçirip, evine geri teptiriyorum zavallıyı. Göz göre göre kurudu gitti koskoca adam.

Peki ya kadın ne âlemde ve bana ne!

Kenan Yaşar
Önceki İçerik7500 yıl öncesi, Anadolu kadını ve silueti
Sonraki İçerikTürkiye Yayıncılar Birliği’nin Onursal Üyelik töreni gerçekleşti
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments