Hakan Günday: “Gerçek hayatla sanat arasında kronolojik bir fark var”

0

“Gerçek hayatla sanat arasında kronolojik bir fark var. Gerçek hayat önce gelir, sanat ise sonra. Dolayısıyla edebiyat da tabii ki gerçek hayattan esinlenir.”

Eline kalemi aldığı andan itibaren önce çevresini, sonra da dünyayı sorgulayan hem yazar hem senarist Hakan Günday ile yazma serüvenini konuştuk ve geride bıraktığımız sene içerisinde senaryosunu kaleme aldığı Şahsiyet dizisinin Emmy ödülü kazanmasıyla dizi hakkında merak edilenleri de sorduk.

– Sizin için yazmak nedir? Niçin yazıyorsunuz?

Hakan Günday: Benim için yazmak, bu işe ilk başladığımda gerçeklerden kaçmak anlamına geliyordu. Ama ne zaman ki düşünmenin en iyi yolu olduğunu anladım, birden her şey değişti. Dolayısıyla uzun zamandır, yazmak benim için gerçeklerden kaçmaya değil, gerçekleri aramaya, hatta gerçeklerin üstüne gitmeye yarıyor. Bunun için de yazmaya devam ediyorum. Çünkü peşinde koşacak çok fazla gerçek var ve belli ki ömür hepsini yakalamaya yetmeyecek. Ama yine de denemeye değer!

– Bir videonuzda şöyle bir cümleniz vardı: “Yazarak beste yapmak zorunda kaldım.” diyerek bu sözünüzle edebiyatınızda disiplinlerarası etkiyi görebilir miyiz?

H.G.: 14 yaşımdan beri punk dinliyorum. Müzik benim için daima önemli ve ilham verici oldu. Punk hızlıdır, kusurludur ve en nihayetinde bir çığlıktır. Sade ve anidir. Ben de böyle yazmaya çalıştım. Hikâyenin nerede başlayıp nerede bittiğiyle ilgilenmedim. Tek nefeste atılan bir çığlık olup olmadığıyla ilgilendim.

– Şule Gürbüz , Robert Musil, Louis Ferdinand  Celine’,i  sevdiğinizi öğrendim. Romanlarınızda onların etkilerini görebilir miyiz? Varsa sizi hangi yönden etkilediler?

H.G.: Aslında daha onlarca isim ve farklı sanat disiplinlerinden onlarca eser var, beni etkilemiş olan. Ve tabii ki her birinin de etkilerini yazdıklarımda görmek mümkün. Ama belki de en büyük etki Céline’e aittir. Ne de olsa dönüp dönüp okuduğum Gecenin Sonuna Yolculuk adlı kitabın yazarı. Tabii sadece yazdıkları değil, edebiyata ilişkin düşünceleri de beni çok etkilemiştir. Mesele hikâye değil, der Céline. Mesele hikâyeyi nasıl anlattığın. Mesele üsluptur, der. Ve ben de buna kesinlikle inanıyorum. Mesela, yazara, yazdıklarında olup olmadığı sorulur. Öykü ya da romanlarının otobiyografik olup olmadığı sorulur. Oysa yazarın otobiyografisi hikâyede değil, üslubunda gizlidir.

– Romanlarınızın konusunu ve roman karakterlerinizi oluştururken gerçek hayattan esinlendiğiniz olay ve kişiler var mı? Bunlar için ilham kaynağınız nedir?

H.G.: Gerçek hayatla sanat arasında kronolojik bir fark var. Gerçek hayat önce gelir, sanat ise sonra. Dolayısıyla edebiyat da tabii ki gerçek hayattan esinlenir. Ancak hayatın hangi coğrafyasından etkilenildiği yazara kalmış bir durum. Ben, hayatın neresi aksıyorsa o bölgeyle ilgileniyorum. Çünkü yazıyla başka ne yapılır, bilmiyorum. Daha doğrusu, yazıyı öyle önemsiyorum ki hayatın aksamayan yönlerini anlatmak için kullanılmasını büyük bir israf olarak görüyorum.

– 2013 yapımı Ertuğ Tüfekçioğlu’nun yönetmenliğini yaptığı “Çok Uzun Bir Hikayenin Tam Ortası” adlı kısa bir filminiz var. Filminizde de romanlarınızda vurgulamak istediğiniz konuları ele almışsınız diyebilir miyiz?

H.G.: İster bir senaryo, ister bir öykü ya da bir roman olsun, mutlaka bir soruyla başlıyorum hikayeyi yazmaya. Biçim değişse de yazma yöntemi değişmiyor. Her ne kadar o soru her hikayede değişse de aslında bütün o sorular birbiriyle bağlantılı çünkü hepsi de insana dair. Dolayısıyla ister istemez, bugüne kadar yazdığım her metin, çok uzun bir hikâyenin parçalarına dönüşüyor.

– “Şahsiyet” dizisini yazarken ortaya çıkarmak istediğiniz düşünce, vermek istediğiniz mesaj nedir?

H.G.: Şahsiyet’in ana sorusu benim için şuydu: Eğer insanın bugünkü davranış ve düşüncelerini belirleyen hatırladıkları ve unuttuklarıysa, neyin unutulup neyin hatırlanacağına kim karar veriyor? İnsanın kendisi mi? İçinde yaşadığı toplum mu? O toplumu yöneten devlet mi? Yoksa hepsi mi? Ayrıca bu soruyla birlikte gelen başka bir soru daha vardı, incelemek istediğim. O da toplumsal hafızanın nasıl işlediğine dairdi. Ve hikâyeyi yazdıkça toplumsal unutkanlığın ne denli güçlü bir araç olduğunu fark ettim. Güçlü ancak etkisi geçici bir araç. Çünkü travmalar sadece bireyler için değil, toplumlar için de geçerli. Ve travmatik bir olayı unutmayı tercih etmek sadece bir kaçış. Ama beyhude bir kaçış. Çünkü nasıl çocukluğunda maruz kaldığı şiddetin acısını yıllar sonra başkalarından çıkarıyorsa insan, toplumlar da öyle. Yüzleşmediğimiz her acı, gelecekte başkalarını acıtmamıza sebep oluyor. Demek istediğim, ölüsüne ağlamayan öldürmeye devam ediyor.

Sedef Aksoy
Önceki İçerikTodd Phillips: “Joker’in başarısının Batman’le ilgisi yok”
Sonraki İçerikSaydılBam’dan yeni albüm “Kafamızın Tadı Yok”
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments